* Fotoğraf: Anadolu Ajansı (AA)
İlk ve orta öğrenimini İran'da bitirdikten sonra 1974'te Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra tıp öğrenimini İran, Almanya, Kanada ve ABD'de sürdüren Prof. Dr. Haşim Hüsrevşahi, İran'da demokrasi, insan hakları ve düşünce özgürlüğü mücadelelerinde yer alıyor.
Şiir, roman ve çevirileriyle de tanınan Hüsrevşahi, Samed Behrengi'nin "Küçük Kara Balık"ının da çevirmeni. Hüsrevşahi, İran'da süregiden büyük protesto dalgası üzerine sorularımızı yanıtladı.
Sadece tanık değil, başlatan ve sürdürenler
İran halkı, tarihsel olarak birçok protesto, ayaklanma ve devrime tanıklık etmiş bir halk. Kadın hareketini tetikleyen bir kıvılcım olarak Mehsa Emini'nin ölümünün tüm İran'a yayılmasını neye bağlıyorsunuz?
Sorunuzda iki nokta dikkatimi çekti. Birincisi "Mehsa Emini'nin ölümü" diyorsunuz. Hemen altını çizmem gerekiyor; bu basit bir ölüm değildi, hatta basit bir cinayet de değildi. Bu, devlet kolluk kuvvetinin, kasıtlı olarak ve vahşice bir vatandaşını katletmesidir.
İkinci nokta ise, sorunuzda İran halkının birçok toplumsal olaylara "tanıklık" etmiş olduğunu söylüyorsunuz. Bence tanıklık etmek yeterli bir tanımlama değil. İran halkı olaylara tanıklık etmiyor, o protestoların, ayaklanmaların ve devrimlerin başlatanı, sürdüreni ve sahibi.
Neredeyse 120 senedir İran toplumu çalkantılarla ileriye doğru hareket etmeye çabalamış, ancak onca çabaya rağmen daha istediği amaçlara ulaşamamıştır. İran halkı, kalkışmalarının temeline toplumsal eşitlik, ekonomik refah, düşünce özgürlüğü gibi temel hak taleplerini yerleştirmiş ve emperyalistleri ve onların işbirlikçisi devlet makinesini elinde tutan güçleri hedef almıştır. Yani temel dinamiği özgürlük, hedefi ise emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri olagelmiştir.
1905'ten beri...
1905 Meşrutiyet Devrimi'nin yenilgisini takip eden yıllar boyunca İran halkı hep karanlık bir baskı altında kaldı. Bu baskı sadece siyasi baskı olmadı, ekonomik, toplumsal ve diğer alanlarda da devam etti.
İngiliz emperyalistlerinin kurgulayıp uyguladıkları Şubat 1921 askeri darbesi ile başlayan baba-oğul Pehleviler'in şahlık dönemi ve ardından yenilgiye uğratılan görkemli 1979 Şubat devrimi ile ilan edilen İslam Cumhuriyeti'nin başlattığı dine dayalı faşist kara bir diktatörlük dönemi boyunca her çeşit baskı topluma uygulandı.
Yalnızca "başörtüsü sorunu" olarak nitelenemez
Bu baskıları sadece başörtüsü sorunu diye nitelendirmek konuyu basite almaktır, örtmektir, esas sorunu gözden kaçırmaktır. Bu yanlış saptama teşhiste yanıltıcı olur ve dolayısıyla gerçeklere dayalı kurtuluş yolunu da önermez. Şubat Devrimi yenilgisi sonrasında on binlerce özgürlükçü vatansever işkence altında, idam edilerek, kurşuna dizilerek katledildi, toplu mezarlara atıldı. Onlarca yazar, düşünür kaçırılıp katledildi. Tüm bu cinayetler Allah adına, din adına işlendi.
Olağanüstü yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahip İran'da, bir yanda hapishaneler düşünürlerle, yazarlar, gazeteciler, toplumsal aktivistler ve diğer muhaliflerle dolup taşarken, halk yemeğini çöplüklerde ararken, seks işçiliği yaşı 12'ye inmişken, uyuşturucu kullanımı ortaokullara girmişken, işsizlik, pahalılık, yoksulluk cehenneminin ateşi her gün daha harlı tutulurken gerçekte halkın parası çalınıyor.
İran gazeteleri, resmi rakamlara göre sadece geçen 10 sene zarfında yaklaşık 1,5 trilyon doların yolsuzlukla, hırsızlıkla, çeşitli rant yollarıyla çalındığını yazıyor (örneğin devlet, kamu kurumları ya da bankaların üst düzey görevlilerinin yüklü miktarlarda paraları yurtdışına aktararak ülkeden kaçmaları gibi). Bu rakam, 2022 itibarıyla tek çocuk sahibi 800 milyon işçinin aylık asgari ücreti demek. Devletin üst düzey yönetenlerinin çocukları ABD'de, Kanada'da, İngiltere'de süper lüks bir yaşam ve sefahat sürerken, birçoğunun açık fotoğrafları ve videoları varken İran'da bir kadının iki tel saçı göründü diye kafası parçalanıp katledilmesine basitçe bir ölüm demek çok yanlış olur.
"Din devleti"nin iki dini: Biri halk, diğeri devlet için
İran'daki din devletinin iki dini vardır: Biri halk için. Bu din halka yoksulluk, ölüm, kader, şükretmek, ses çıkarmamak, sürünmek ve sonunda öbür dünyada cenneti vaad eder. Diğeriyse hükümranların kendileri için olan din: Ülkenin bütün zenginliklerine konmak, her çeşit serbestiden yararlanmak, at binip meydanda cevlan etmek! Şimdi ben soruyorum: Mehsa'nın öldürülmesinin bir kıvılcım oluşu ve çıkan yangının tüm ülkeye yayılması neye bağlıdır?
Önceki protesto dalgalarından biraz söz eder misiniz?
Mayıs 2009'da Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki molla hükümetinin sandıklara müdahalesi ve hileleri nedeniyle kitlesel itiraz (Yeşil Hareketi) patlak vermişti. Aralık 2017'de pahalılığa karşı tüm ülkede halk toplu protesto yürüyüşlerine kalkışmıştı. Ekim-Kasım 2019 tarihinde benzin fiyatlarına yüzde 300 zam yapılması nedeniyle halk kitleleri sokağa dökülmüştü. Kasım 2019'da dönemin cumhurbaşkanının büyük bir pişkinlikle benzin fiyatlarının artış kararından haberi olmadığını ileri sürmesi ve bu şekilde milleti aptal yerine koyup aldatmaya yeltenmesi huzursuzluğu daha da alevlendirmiş, halkın öfkesinin devleti yönetenlere ve mollalara yönelmesine yol açmıştı.
Bunlar son zamanlarda cereyan eden kitlesel protesto hareketlerine birkaç örnek. Onlarca grev, küçük çaplı itirazlar ve tutuklamalardan söz bile etmiyorum.
Rejim bu kalkışmalara karşı nasıl tepkiler gösterdi, ne gibi önlemler aldı?
Hükümet insanlar arasında iletişimi koparmak için, interneti bütün İran'da kesmiş, telefon operatörlerinin kapsam alanlarını daraltmıştı. Ardından ise halka karşı büyük bir şiddet uygulanmış, o dönem de arkada çokça ölü bırakılarak protestolar bastırılmış halk yine isteklerine kavuşamamıştı. Az önce saydığım protestolarda, orta yaş kadın-erkek öğretmenler, işçiler ve işsiz gençler daha ağırlıklı rol almışlardı. Sloganların çoğu hayat pahalılığı, geçim ve rejimin zorbalığı etrafındaydı.
Mehsa Emini'nin öldürülmesinin ardından patlak veren kadın ağırlıklı kalkışmanın önceki protesto dalgalarından ne gibi bir niteliksel farkı var?
Mehsa Emini'nin "saçı görünüyor" ve "İslami örtünmeye uygun değil" diye bir ahlak zabıtası komutanı tarafından kafasına vurularak öldürülmesi derin bir öfkenin patlaması için son damla oldu. Zengin topraklar üzerinde işsiz kalan, umutsuz bırakılan, açlığa mahkûm edilen, uyuşturucu bataklığına sürüklenen gençlik caddelere döküldü. Onlar yöneticilerin çocuklarının yurtdışında ve Tahran'ın kuzeyindeki villalarda nasıl bir sefahat sürdürdüklerini, iddia ettikleri İslam'ın onlara hiç uğramadığını, ancak iki tel saçı görüldü diye mazlum bir şekilde katledilen Mehsa'nın ölümünü bayrak yaptılar.
Şu ana kadar yüzlerce genç katledildi, yüzlercesi tutuklandı ve işkence edildi. Tüm bu ölümlere rağmen halk Mehsa'nın saçını bayrak yaptı. Bu itiraz hareketi de öncekiler gibi kendiliğinden oluşmuştu ancak birkaç önemli farkı vardı:
- Daha çok kadınlar ve gençler ön saflardaydı.
- Dini lider Hamaney dahil tüm hükümeti hedef almış ve aleyhinde sloganlar atılmıştı.
- Emperyalistlerin ve İsrail'in sözcülüğünü yapan siyasi gruplar ve örgütler, lidersiz ve örgütsüz bir halk kitlesinin asla başarıya ulaştıramayacağı sloganları popülerleştirmeye çalışarak bir yandan bu hareketin demokratik isteklerini gölgede bırakıp diğer yandan protesto dalgalarının üzerine binerek İran devletine parmak sallama fırsatı elde etmek istemişlerdi.
"Yabancı parmağı" iddiası rejimin zayıflığıyla ilgili
İran yönetiminin Mehsa Emini'nin öldürülmesini protesto eden kadın ve diğer toplumsal güçlerin arkasında, İsrail ve ABD'nin olduğu iddiasının, İran toplumunda inandırıcılığı olabildi mi, olduysa nedenleri nedir?
Rejim bütün halk ayaklanmalarının, hareketlenmelerinin ve itirazlarının ABD ve İsrail'in eseri olduğunu iddia etti ve etmeye de devam ediyor. Ülke içinde halka cehennem hayatı yaşatan çağdışı bir zihniyet kendi egemenliğini korumak için dünya güçleriyle çatışarak kendini haklı göstermeye çabalıyor.
Rejime göre onlar çalacak, çırpacak, ırmakları kurutacak, gölleri çöle çevirecek, ülkenin zenginliklerini -ki bu halkın öz malıdır- ona buna ve özellikle de kendi etrafındaki üç beş aileye ve dış sermaye gruplarına satıp peşkeş çekecek, ancak buna karşı halk sus pus oturacak, tüm olup bitenlere karşın "Allah'ın takdiridir!" diyecek! Tabi ki dini inançları sömürerek de olsa bu aldatma bir yere kadar geçerlidir. Bilimsel olarak her olgunun bir başı ve bir sonu vardır. Mutlaka o son gelecektir. Önemli olan o değil. Önemli olan yeni başlangıcın ne olacağıdır. Ancak bu dış güçler olayının bir de diğer yüzü daha var.
"Dış güçler" hedeften saptırmakla uğraşıyor
ABD başta olmak üzere tüm emperyalist güçler İran'ın özgür-demokratik-laik bir devlete kavuşmasını asla istemez. Örneğin sosyalist bir sistem egemen olacağına mollaların bir yüz yıl daha egemen olmalarını yeğlerler. Kimi siyaset bilimci ve toplum bilimcilere göre ABD ve İsrail ve onların ortakları, çıkarları gereği gerici, bilimden yoksun, zorba mollaların egemenliğindeki çalkantılı, istikrarsız ve huzursuz bir İran'ı demokratik, istikrarlı, yükselen ve ilerleyen bir İran'a tercih ediyor. Bu nedenle kargaşa çıkarmak onların çıkarına. Halkın demokratik hareketini saptırarak o aşamada elde edemeyeceği hedefleri sanki çok ilerici bir istekmiş gibi hareketlerin içine sokarak onu yönlendirmeye çalıştıkları da aşikar.
Örneğin, ahlak polisinin kaldırılması, kadınlara özgürlük, zorunlu başörtüsünün kaldırılması, demokratik seçimin yapılması, devlette yuvalanan hırsızların, yolsuzların tutuklanması, siyasi tutukluların serbest bırakılması, sendikal örgütlemelerin serbest bırakılması, Farsların dışındaki halkların dillerine ve haklarına dair anayasadaki hükümlerin uygulanması ve buna benzer onlarca haklı talepler yerine "rejimin alaşağı edilmesi" sloganının atılması bir saptırmadır.
Zira örgütsüz ve gerçek halktan yana ilerici ve devrimci liderlik olmaksızın rejimin alaşağı edilmesi sloganı sadece slogan olarak kalır ve yenilgiye ve umutsuzluğa yol açar. Bunu rejim de biliyor, emperyalistler de. Halk bu son devrimci hareketinde bu gerçeği yakından tecrübe etti. Bu ise halkı örgütlenmeye yöneltmeye başladı.
Farsı, Türkü, Kürdü, Belucisi, İran halkları, el ele..
İran'da farklı etnisite, mezhep ve inanç toplulukların bu protestolara ilişkin yaklaşımı nedir?
Çok uluslu bir ülke olarak İran'da Türkler, Farslar, Kürtler, Araplar, Beluçlar, Gilekler, Maziler ve diğerleri daha az olmak üzere İran topraklarında bin yıllardır kendi dilleri, ananeleri, kültürel birlikteliklerini oluşturup korurken birlikte yaşamışlar ve şimdi ise iyi günlerde olduğu gibi bu zor günlerde omuz omuzalar, ele eleler, birlikteler!
Az önce de değindiğim gibi, 20. yüzyıl başında, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz emperyalizmi İran'ı işgal edip tahıla el koyup milyonların ölümüne yol açarak bir insanlık suçu işleyip ünlü soykırımı gerçekleştirdi. Ardından kurgulayıp hayata geçirdiği askeri darbe sonrasında Fars dilini İran'da resmi tek dil olarak kabul ettirdi ve diğer dillerin yazılıp yayımlanması ve resmi dairelerde ve okullarda konuşulması yasaklandı.
Bu yolla İran halklarının geleneksel birlikteliğinin yok edilmesi amaçlanmıştır. Halen de aynı arzunun peşindeler. Buna rağmen İran halkları hep birlikte sorunların üstesinden gelmeye çalışmıştır. Ancak İran'ın güçlü yanı olan bu çok ulusluluk ve bu ulusların birlikteliği aynı zamanda düşmanları için de en elverişli silah olarak kullanılagelmiştir.
Baskının olduğu yerde çürümüşlük olur. Emperyalistler İran'ın tümünü elde edemedikleri takdirde Kürtleri, Türkleri, Arapları ve diğerlerini sözüm ona özgürlük ve bağımsızlık vaatleriyle İran'dan koparma planları yapmaktadırlar. Onların Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Sudan'da ve diğerlerinde getirdikleri "bağımsızlığı" ve "özgürlüğü" tüm dünya halkları gibi İran insanı da gördü. Onların getirdikleri köleliktir, ölümdür. Bağımsızlık ve özgürlük vadedenler on yılda bölgede 11 milyon insanı katlettiler! Şimdi bu katil arılar İran halklarına bağımsızlık ve özgürlük armağan edecekler öyle mi?
Bunu İran halkları görüyor ve farkında. Bu nedenle de ister devrik şah yanlısı gruplar olsun, ister ABD'nin silahlı mahalli gücü haline dönüşen Halkın Mücahitleri örgütü olsun İran halklarının nefretiyle karşılaşıyorlar. Ayrılıkçılar çok azınlık olmalarına rağmen muhtemel bir iç savaşta emperyalistlerin yedek güçleri rolünü üstlenmeye hazırlanıyorlar. Konuya bir de şöyle bakmak lazım. Örneğin İran Türklerini ele alalım. O zaman İran Türklerinin İran'dan ayrılıp Azerbaycan Cumhuriyeti ile birleşmesi projesi hem akla ziyan hem de halkların çıkarları açısından tamamen emperyalistlerin menfaati doğrultusundadır. Bir birleşme olması şartsa o zaman Azerbaycan Cumhuriyeti İran'a ilhak olur, azınlık çoğunluğun kollarına geri döner. İran halkları konuları böyle görüyor ve bağırıyor: "Kahrolsun zalimler, ne Şah isteriz ne Lider" (lider dedikleri dini liderdir!) (BK/SD)