Geçen hafta sonu İngiltere Premier League’de gündemin ana maddesi yine Leicester City’nin sahibi ve başkanı Vichai Srivadanapraba’nın ölümüydü. Ligdeki tüm maçlarda önceki hafta sonu özel helikopterinin düşmesi sonucu vefat eden başkanın anısına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Özellikle Leicester City’nin çıktığı Cardiff deplasmanında duygusal anlar yaşandı. Deplasmana gelen Leicester taraftarlarının tamamına yakını başkanlarını anan tişörtlerle tribünde yerlerini almışlardı. İki takım oyuncularının orta yuvarlağın etrafına dizildiği bir dakikalık saygı duruşunda stadyumdan çıt çıkmadı.
Maçın tek golünü atan Demarai Gray’in formasını çıkararak “Vichai için” yazılı tişörtüyle seyircisinin önünde kutlama yaptı. 90 dakika sonunda da Leicester oyuncuları taraftarlarıyla beraber müteveffa başkanları için tezahürat yaptılar. Maçın ardından takımın neredeyse tamamı özel bir uçakla Tayland’a uçup Srivadanapraba’nın Budist usullere göre düzenlenen cenaze törenine de katıldı.
Olimpiyat Stadı’nda ilk maçım
Malum Londra’da her hafta sonu en az iki bazen üç-dört Premier League maçı oynanıyor. Alt liglerdeki Londra takımları da cabası. Ben de hafta sonunu West Ham United-Burnley maçına giderek değerlendirdim. Bu sezon üçüncü Premier League maçım bu. West Ham’ı bundan dört yıl önce eski statları Upton Park’ta, namı diğer Boleyn Ground’da Manchester United karşısında izlemiştim. Geleneksel bir stat olduğu çok belliydi. Ancak köprünün altından çok sular aktı aradan geçen üç buçuk yılda. West Ham 2016 sonbaharında yine Doğu Londra’daki London Stadium’a taşındı.
Doğrudur, 2012 Olimpiyatları’nda açılış ve kapanış törenleriyle, atletizm yarışlarına ev sahipliği yapan London Stadium gerçekten son derece modern ve konforlu bir yapı. Ancak futbol stadyumuna dönüştürülmesinin mali ve siyasi tartışmalara yol açması bir yana eski, mütevazı Upton Park’ın samimi futbol ortamının burada sağlanamadığına dair eleştiriler var. Bir kere tribünler sahaya çok uzak. Taç çizgisi boyunca tribünler belki de sahaya 20 metre mesafede bulunuyor. Bir de seyircinin soylulaşması sorunu var belli ki: Yeni statla birlikte eskisinden farklı bir kitle geliyor maçlara.
Ruhlarını arıyorlar
Üç vasıta değiştirerek maça giderken son bindiğim metro hattında her zamanki gibi bir yol arkadaşım vardı yine: Londra’da bir şirkette üst düzey yöneticilik yapan John Fox (59).
Küçük oğluyla maça giderken Fox da aynı konudan mustarip olduğunu anlattı. “Yaklaşık 50 yıllık West Ham taraftarıyım. Uzun süredir Doğu Londra’da oturmuyorum. Ama orada beraber büyüdüğüm arkadaşlarımla beraber sezonluk biletimiz var. Evet, burası çok daha büyük bir stadyum, artık Avrupa’nın en çok sezonluk bilet satan 10 kulübünden biriyiz. Ancak burası ruhsuz bir stadyum. Eski stadımız ise toplu konuta dönüştü çoktan…”
Metrodan sonra Stratford İstasyonu’ndan 20 dakikalık bir yürüyüşle stada vardım. Stadın dışında ve içinde çok sayıda seyyar büfede onlarca çeşit yiyecek ve çeşit çeşit bira satılıyordu. Büfeleri bir gezdikten sonra maç programımı alıp tribündeki yerime geçtim. Maç öncesinde diğer bütün statlardaki gibi hem Leicester Başkanı için hem de 1. Dünya Savaşı’nda ölen askerler için saygı duruşu yapıldı. Sonra takımın sembolleşmiş şarkısı “I'm Forever Blowing Bubbles” tüm stat tarafından söylendi ve nihayet başlama düdüğü çaldı.
West Ham United yeni stadıyla ve bütçesiyle aslında Premier League’in en gözde takımları arasında yer alabilecek konumda bir takım. Ancak geçen iki sezonda Slaven Bilic’le büyük hayal kırıklığı yarattılar ve kendilerini ligin devleri arasına yaklaştıracak sıçramayı da bir türlü yapamadılar. Bu sezona da Manuel Pellegrini yönetiminde bol para harcayarak başladılar. Yeni transferlere karşın ilk dört maç sonuçlar hiç de iç açıcı değildi: Üst üste dört yenilgi ve yenilen 10 gol. Beşinci haftada deplasmandaki Everton galibiyetinden sonra çıkışa geçen “Hammers” (Çekiçler) puan sıralamasında yavaş yavaş orta sıralara doğru ilerledi.
İyi kadro iyi sonuç
West Ham, favori çıktığı Burnley karşısında da ilk dakikadan itibaren kontrolü ele aldı. Özellikle eski Manchester City’li 33 yaşındaki Zabaleta, Burnley’nin sol kanadını hallaç pamuğu gibi attı maç boyunca. West Ham, ilk yarıda Arnautovic’le öne geçti, birkaç net pozisyona daha girdi. Ancak devre sonunda soyunma odasına giderken skorbordda 1-1’lik eşitlik vardı. Çünkü Burnley yakaladığı tek fırsatı Gudmundsson’la gole çevirmişti.
Solumdaki ve sağımdaki West Ham taraftarları son derece mutsuzdu bu skordan. Ama umutluydular da… Bu arada belirtmem lazım ki stattaki ortam hiç fena değildi. Daha önce bir kez da olsa gittiğim Upton Park’tan daha gürültülü olduğunu söylemem lazım. 56 bin kişiden bu kadar ses çıkması doğal diyebilirsiniz tabii… Yine de örneğin Arsenal ile kıyaslayınca fena bulmadım seyirciyi. Tabii Londra’da gittiğim statlar arasında etnik çeşitliliğe en düşük tribün olduğunu da eklemem lazım. Seyircinin tamamına yakını beyazdı ki bu kozmopolit Londra’da çok görebileceğiniz bir durum değil.
İkinci yarıya yine baskılı başladı ev sahibi ve maçın yıldızı Brezilyalı Felipe Anderson’un golüyle öne geçti. Burnley’nin bir kez daha beraberliği sağlaması West Ham tribününde öfkeye yol açmadı değil. Küfürlü homurdanmalar duyuldu birkaç dakika boyunca. Tam bu sırada tribün komşuma “merak etme, atacaksınız en az bol gol daha” diyordum. Gerçekten de moralini bozmayan West Ham’li oyuncular son 10 dakikada iki gol birden bulup galibiyeti cebine koydu. Maç sonunda ‘bubble’lı kutlamalarını yaptılar.
Açıkçası West Ham, puan durumunun alt yarısındaki takımlardan çok daha iyi bir kadroya sahip. Bu kadronun karşılığı olan futbolu da oynamaya başlamışlar. Muhtemelen giderek tırmanacak ve ilk 8’de Premier League’i tamamlayacaklar. Sonuçta 213 milyon Euro yıllık gelirle dünyanın en zengin 17’nci takımından bahsediyoruz.
Maç sonunda stattan kolay çıkıyoruz ama metro istasyonuna ulaşmak biraz daha zordu. 50 bin kişi tren ya da metroya binebilmek için kitle halinde yürüdük. Çeşitli aktarmalarla ve yaklaşık iki saatlik bir şehir içi yolculukla eve ulaşabildim. Biraz yorucu ama bol gollü bir Premier League haftasını böyle kapatmış oldum.