7 Eylül 2017’de, kadınlar bir zafer kazandı; şort giydiği bahanesiyle Ayşegül Terzi’ye otobüste şiddet uygulayan Abdullah Çakıroğlu, kendisine isnat edilen suçların tümü üzerinden, herhangi bir indirim uygulanmadan cezalandırıldı.
Susturulan binlerce kadının sesi olan Ayşegül Terzi’nin cesareti ve sivil toplum kuruluşlarının desteği ile elde edilen bu karar, başörtülü olmayan kadınlar hakkında “kabuğu soyulmuş domates” benzetmelerinin yapıldığı şu günlerde, (özellikle sosyal medyada oldukça fazla destek bulan) #KıyafetimeKarışma diyen tüm kadınlar için umut, kadın bedenine müdahale edebileceğini sanan eril zihniyet temsilcileri içinse caydırıcı bir emsal oldu.
Müşteki vekilliğini üstlenen meslektaşlarımın beyanları, ceza hukuku ve toplumsal cinsiyet derslerinde okutulacak nitelikteyken, sanık vekilinin “savunma” beyanları sanığın suç işleme saikinin –ve tabii kadın bedeni üzerinde eril tahakkümü meşru gören devlet zihniyetinin- bir tekrarından ibaretti:
“Mağdur mini etek ile otobüse binmiştir, yayılarak oturmuştur, müstehcen bir görüntü oluşmuştur, laik devlet, toplumda asgari bir ahlak düzeyi belirler ve toplumun buna uyması gerekir, bayram günü otobüste müstehcen bir görüntü verilmesi genel ahlaka aykırıdır.”
Ayşegül Terzi davasının kamuoyunda oluşturmuş olduğu infial nedeniyle sanık vekilinin söz konusu beyanları tepki toplamış olsa da, maalesef bu tür beyanlar nadir karşılaşılan cinsten değil. Kamuoyunda ses getiremeyen sayısız davada sanık vekillerinin bilinçsiz tutum ve beyanları hem müştekilerin yeniden travmatize olmalarına yol açıyor, hem de mahkemelerde halihazırda fazlasıyla gözlemlediğimiz yapısal cinsiyetçiliği besliyor.
Kişisel olan politiktir; bu beyanları okuduğumda, 2012’de henüz öğrenciyken müşteki sıfatıyla yer aldığım cinsel taciz dosyasını ve ben şikayetimi yinelerken dalga geçercesine gülen sanık vekilini hatırladım. Fiziksel temasın bulunmadığı ve bende ciddi bir travma yaratmayan bu olayda dahi –ileride meslektaşı olacağım- sanık vekilinin bana olan bu davranışı, neredeyse olayın kendisi kadar beni öfkelendirmişken, sanık vekilinin suçlayıcı beyanlarını okuyan Ayşegül Terzi’nin neler hissedeceğini düşündüm.
Müvekkilinin davranışlarını müştekinin kadın kimliği üzerinden aklamaya çalışan bir avukat hakkında ne düşünmüş olabilirdi ki?
Savunma avukatlarının buna karşılık ileri süreceği argümanı tahmin edebiliyorum: Müvekkilin daha az ceza alması/ceza almaması için ileri sürülen ve kanuna uygun olan beyanlar, savunmanın gereğidir ve avukatın müvekkiline karşı üstlenmiş olduğu özen yükümlülüğü uyarınca bu beyanlarda bulunması gerekmektedir. Öyleyse vekilin savunma kapsamındaki her tür beyanı, kanuna uygun olduğu müddetçe özen yükümlülüğünün gereği ve kabul edilebilir mi?
Savunma etiği uyarınca bu sorunun cevabı hayır olmalı. Avukatlık Kanunu’nda kamu hizmeti olarak tanımlanan avukatlık mesleğinin amaçları arasında, “her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi” yer alıyor. Yine Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları uyarınca avukat “mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde” icra etmeli. Bu iki hüküm savunma etiği hakkında genel hatlarıyla da olsa bir fikir veriyor.
Ayşegül Terzi dosyasındaki, kadının kamusal alandaki varlığının kısıtlanmasını destekleyen ve kadına giydiği kıyafet nedeniyle uygulanan şiddeti meşru gören bu “savunmanın” avukatlık mesleğinin gereği olduğu elbette ki söylenemez. Bu savunma ne adil, ne hakkaniyete uygun, ne de kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlıyor; çünkü bu savunma alenen cinsiyetçi. Ancak Türkiye’de kadınlara karşı işlenen suçlarda mağdur suçlayıcı, cinsiyetçi savunmaların geçerli bulunması sonucu verilen haksız tahrik indirimleri, maalesef ki savunma avukatlarını bu yönde teşvik ediyor. Halbuki yapılan savunmanın etik olup olmadığına dair sorulması gereken soru mevzuatta açık: Yaptığım savunma adil ve hakkaniyete uygun mu, kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlıyor mu?
Müvekkilin cezasındaki indirimin bedeli, kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkının kısıtlanmasının savunulması ise, adil ve hakkaniyete uygun bir savunmadan bahsedilebilir mi? Özünde savunulan, kadın bedenine müdahalenin meşruluğu ise, kamunun inancı ve mesleğe güven sağlanmış mıdır?
Bu meslekten bir kadın olarak söylemeliyim ki, bu savunma benim mesleğe olan güvenimi sarstı. Ayşegül Terzi, Asena Melis Sağlam, Canan Kaymakçı şu an avukatlık mesleği hakkında ne düşünüyordur?
Ayşegül Terzi dosyasında beyanda bulunan müşteki vekili meslektaşlarımın vurguladığı gibi, bu saldırı sadece Ayşegül’e değil, tüm kadınlara yapılmıştır. Bu saldırıyı “savunmak” amacıyla sanık vekilince ileri sürülen argümanlar da benzer şekilde tüm kadınları ilgilendirir. Bu nedenle bireysel müvekkili savunma gayesiyle yapılan bu cinsiyetçi beyanlar, neticede sadece Abdullah Çakıroğlu’nu değil, kadın bedenine müdahaleyi meşru gören erkek egemen zihniyeti de savunmuştur.
“Savunma avukatlarının başka çaresi yok, sanıklar başka türlü indirim alamıyor, sistem bu şekilde işliyor...” Avukatlar olarak, bu şekilde işleyen bir sistem içerisinde çalışmak zorundayız maalesef, bu doğru. Fakat “sistem böyle işliyor” deyip işin içinden sıyrılmak, sistemin suç ortağı olmaktan başka bir şey değil ve bu suç ortaklığı yargı içerisindeki cinsiyetçiliği daha da güçlendiriyor.
Ayşegül Terzi dosyasındaki hakim, eril tahakkümün hukuken geçerli bir tahrik indirimi sebebi olmayacağını bilecek kadar bilinçliydi. Fakat tecrübelerimiz maalesef ki tüm hakimlerin bu bilinçte olmadığını gösteriyor.
Savunma avukatlarının, sistemin yanlışlarından faydalanarak, “Ya tutarsa” düşüncesiyle yaptıkları bu savunmaların etkisinin farkına varmaları gerek. Kadın cinayetlerinin, cinsel şiddetin, tacizin her gün arttığı mevcut konjonktüre dur deme sorumluluğu hepimizin; kadına şiddet dosyalarında sanık vekilliği yapan meslektaşlarım da bu sorumluluktan muaf değil.
Kadınlar olarak kendilerinden beklentimiz, toplumun genelinden beklentimizle aynı aslında: Cinsiyetçi olmayın! Günlük hayatta olmamanız gerektiği gibi, kadına şiddet uygulayan sanığın “savunması” sırasında da cinsiyetçi olmayın. Mizojini hukuken geçerli bir indirim sebebi değil. Kadının kamusal alandaki varlığını tehdit edici beyanlarda bulunmayın. Yaptığınız savunma, kadınları eve kapatmaya, toplumsal hayattan soğutmaya çalışan devlet zihniyetini sağlamlaştırıyorsa, adil ve hakkaniyete uygun değil. Kamunun inancını, mesleğe olan güveni sağlamıyor.
Mesleki etik için değilse bile, halihazırda güçlenmeye hiç ihtiyacı olmayan yapısal cinsiyetçiliği beslememek adına bilinçli olun. Sistemi değiştirmeye çalışmıyorsanız bile (ki çalışmalısınız), değiştirmeye çalışan binlerce kadının emeğine saygı duyun. Hiçbir şey mizojiniyi meşru kılamaz—savunma avukatlığı bile. (GB/ÇT)