Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yasa teklifi, sisteme dair hükümet kanadından son yıllarda gelen hamleler arasında şüphesiz en önemlilerinden biri. Hem devlet-toplum ilişkilerinin gramerine iktidar odaklı bir müdahale, hem de iç siyasetteki mevzilenmede yürütmenin mevcut ve olası rakiplerini köşeye daha da sıkıştırmak için giriştiği bir hamle.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve Telekominikasyon İletişim Başkanlığı’nda (TİB) yapılan değişikliklerle birlikte düşünüldüğünde sistemin Başbakanın şahsında tek adamın iradesine endeksli bir güvenlik rejimine dönüştürüldüğünü iddia edebiliriz. Bu dönüşümü salt iktidarın otoriterleşme eğilimi ile izah etmek de mümkün değil. Otoriter iktidar pratiğini aşan, “alarm” durumunu olağan hal kılan, toplumu bir “nüfus” olarak kitleye indirgeyen ve istihbarat-güvenlik-denetim üçgeninde “toplumsal”a ve siyasal olana sistematik bir biçimde müdahale eden bir rejimden bahsediyorum. Bu aynı zamanda bildiğimiz anlamda bireysel hak ve özgürlüklerin ve demokratik hukuk kavrayışımızın sonu.
MİT yasa teklifi ile yeni aşamaya girilen bu sürecin hızlanmasında cemaat ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) arasındaki kavganın elbette payı yadsınamaz ancak bir kez daha vurguluyorum bu güncel siyasetin çok ötesinde bir dizayn teşebbüsü.
Hedeflediği ise kurumsal-yasal düzlemde önümüzdeki en az 10 yılın iktidar örüntülerini ve eşzamanlı biçimde toplum mühendisliği projelerini belirli bir istikamete sokmak. Siyasal muktedirin çıkarı ile her daim muhalif ve farklı olanı bastırmak için seferber edilen “devlet bekası” argümanı bu istikamette çakıştırılıyor.
MİT kanun teklifindeki hali ile “devlet aklı” diyebileceğimiz şeyin operasyonel aygıtına dönüştürülüyor. Böylece neoliberal güvenlik paradigmasını bariyersiz, frensiz bir şekilde uygulama gücüne kavuşuyor. Yetki alanı genişliyor; dış güvenlik kategorisinde bir numaralı aktör oluyor. İstihbarat ve izleme/gözetim meselelerinde eli en güçlü kurum haline geliyor ve bu gücü de doğrudan Başbakan bizzat yönetiyor. Bir başka deyişle güvenlik rejimi Başbakan’ın tekelinde MİT’in ezici bir güce kavuşmasıyla evrensel hukuku ve insan haklarını tehdit eder bir biçimde genişliyor.
90’lardan farkı
Türkiye 1990’larda tam bir güvenlik devletine dönüştürülmeye çalışılmıştı hatırlarsanız. Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) gücü ve yön vericiliği, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin (DGM) işleyiş mantığı, Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamaları vs. Faili meçhuller, hukuksuz yargılamalar ve fişlemelerle her bakımdan karanlık ve korkunç günlerdi.
Bugünkü güvenlik rejimi, zihniyet açısından 1990’lardan çok farklı değil elbette, ancak aktörler, yetki dağılımları ve mekaniği değişti, değişiyor.
Şimdi MGK’nın merkez olduğu bir düzenden Başbakan’ın tek yetkili merci olduğu bir güvenlik rejimine geçiyoruz. Ordunun elindeki birçok ayrıcalık da yeni düzende MİT’e geçiyor. Zira MİT’i esnek ve politik bir akıla tabi bir organ olarak kullanmak daha kolay. Bu askerlerin ya da polisin önemsizleştiği anlamına da gelmiyor. Eğer AKP tarafından istenen gerçekleşirse MİT, polisi ve askeri de koordine eden bir yapıya dönüştürülebilir.
Hukuk devletini yasa ile öldürmek
Son dönemde yargıda yapılan değişiklikleri dikkate aldığımızda zaten içi kof bir ağaca benzeyen hukuk devleti nosyonunun nihayete erdirildiğini ve yargının tümden yürütmenin tasarrufuna mahkûm edildiği görüyoruz. MİT düzenlemesini de bu genel çerçeve içinde düşünebiliriz.
Yetki alanları bu kadar genişleyen bir kurumun hesap verebilirlik ve hukuki sorumluluktan bu kadar azade kılınması korkunç bir şey. İddia edildiğinin aksine demokratik ülkelerde hiçbir istihbarat örgütü bu denli yasal denetimden bağımsız değil.
MİT müsteşarının ancak Yargıtay’da yargılanabilecek olması bahsettiğim yargı kontrolünün dışına çıkarılmanın ilk ayağı. Ancak bundan daha vahimi var; MİT yasa teklifinin basına yansıyan maddelerden birinde MİT mensuplarının soruşturulmasında yine MİT ile temasa geçilmesini ve ihbara konu olan hususun görevle ilgili olup olmadığının öğrenilmesi, görevle alakalı ise adli yönden bir işlem yapılamayacağı yer alıyor.
Bu o kadar suiistimal edilmeye açık bir madde ki sonuçlarının yıkıcılığı şimdiden tahmin dahi edilemez.
Başbakan istihbaratın başı
MİT yasası AKP iktidarı döneminde birkaç kez (2005, 2007, 2008 ve 2012) tadilata uğradı. Bunlardan şüphesiz en önemlisi ve en çok ses getireni 2012’de yapılan değişiklikti. Hakan Fidan’ı ifadeye çağırma girişimi sonrasında MİT kanununa bir madde eklenerek savcılığın soruşturma yapılması Başbakanın iznine bağlandı.
Yeni MİT yasası teklifinde Başbakanın burada gördüğümüz yetkisi katlanarak artıyor. Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulunun organizasyon şemasında yapılan değişiklik bunun en güzel kanıtı.
Teklifte yer alan düzenleme şöyle “Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu; Başbakan tarafından belirlenen bakanlar ve üst düzey kamu görevlilerinden oluşur. Görüş ve bilgilerine ihtiyaç duyulan kişiler ile özel veya kamu kurum ve kuruluşlarının üst düzey yöneticileri de Kurul toplantılarına çağrılabilir. Kurul üç ayda bir olağan, Başkanın talebi üzerine de her zaman olağanüstü toplanır. Başbakanın katılamadığı toplantılara Başbakanın uygun göreceği bir bakan başkanlık yapar. Alınan kararlar Başbakanın onayına sunulur. MİT Müsteşarı Kurulun doğal üyesidir. Kurulun sekretarya hizmetleri MİT Müsteşarlığı tarafından yürütülür. Kurul kararları bağlayıcıdır.”
Mevcut yasada ise bahsettiğim kurul ile ilgili madde şöyleydi:
“Kurul, üç ayda bir; Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri veya Yardımcısı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı veya Yardımcısı, bakanlıkların müsteşarları, kurum ve kuruluşların yetkili amirleri, MİT'in ilgili başkanları ile MİT Müsteşarının çağıracağı diğer kamu görevlilerinin iştirakiyle toplanır.”
Özel hayat mevzusu
Teklif bu hali ile yasalaşırsa, TİB’in yetkilerini ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan internet yasasını da hesaba katarsak özel hayatın gizliliği diye bir ilke artık yaşamımızda olmayacak.
Devletin ve iktidar odaklarının fişleme operasyonları yasal bir zırha bürünecek. MİT tüm bu fişleme işlerinin koordinasyon merkezi olacak. Kamu ya da özel kuruluşların kişisel bilgileri MİT ile paylaşmama gibi bir şansı da ortadan kalkıyor.
Banka hesaplarınızdan sağlık kayıtlarınıza kadar her şey istenmesi halinde MİT’e teslim edilmek zorunda. Yasa teklifinde yer aldığı şekli ile MİT, “Kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kurum ve kuruluşlar ile diğer tüzelkişiler ve tüzelkişiliği bulunmayan kuruluşlardan bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilir, bunlara ait arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim alt yapısından yararlanabilir ve bunlarla irtibat kurabilir” deniyor.
“Bu kapsamda talepte bulunulanlar, kendi mevzuatlarındaki hükümleri gerekçe göstermek suretiyle talebin yerine getirilmesinden kaçınamazlar” denerek de her türlü ara mekanizmayı baştan ortadan kaldırıyor.
Müzakere süreciyle ilgisi
MİT yasa teklifinde doğrudan “Barış sürecini” ilgilendiren bir madde eklenmiş. Biliyorsunuz barış sürecinde en önemli halka Abdullah Öcalan ve PKK ile müzakere. Oslo süreci sarpa sardığında yürütülen sürecin hem şeffaf olmadığı hem de devletin bir kurumu adına yetkili bir ismin böylesi bir müzakerede yer almasının mümkün olup olmadığı çok tartışılmıştı.
Burada “MİT mensupları görevlerini yerine getirirken ceza ve infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülerle önceden bilgi vermek suretiyle görüşebilir, görevinin gereği terör örgütleri dâhil olmak üzere milli güvenliği tehdit eden bütün yapılarla irtibat kurabilir" maddesi ile aslında bir daha Oslo krizi benzeri bir durumun yaşanmaması garanti altına alınmak isteniyor.
Ancak bence burada çok ciddi bir sorun olduğunu hemen not etmeliyiz. Öncelikle bu madde sadece MİT’i koruma altına alıyor, müzakere sürecini değil.
İmralı’ya giden BDP’li temsilciler başta olmak üzere müzakerenin diğer tarafının hiçbir güvencesi yok. Üstüne üstlük barış süreci halen herhangi bir kanuni düzenleme yapılmaksızın sürdürülmek istenmesi devlet aklı dediğimiz şeyin bir ürünü. İstediği anda sürece son verme ayrıcalığını elinde tutmak istiyor.
Sonsöz
Çiller’in “Bu devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyerek özetlediği zihniyet bugün yeni formülasyonlarla yine karşımızda…
“Düşman” ve “tehdit” yaratmadıkça varlığını sürdüremeyen bu güvenlik rejiminin bugünkü patronları da en az eskileri kadar acımasız, pervasız… Özgürlüğümüze ve hukukun evrensel ilkelerine sahip çıkmazsak en iyi ifade ile totaliter bir demokraside hapis hayatı yaşarız. (GGÖ/EKN)
* MİT Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi için tıklayınız