Bir ülkenin sureti bir apartmana sığar mı?
O apartman bir romansa, sığabilir. Mekânı ve insanlarıyla bir apartmana bir ülkenin suretinin sığdırılması, yazarının maharetine bağlıdır diyebiliriz. Ala El Asvani mahir bir yazar ki, “Yakupyan Apartmanı” adlı romanıyla bize Mısır’ın 90’lı yıllarının aynasını tutuyor.
Bir apartman ki, toplumsal hayat bir apartmanın içine doğru akıyor ve o mekânda çeşitliliğini sürdürüyor. Sanki akşam olmuş da insanlar evlerine dönüyor.
Bir apartman ki, toplumsal hayat o apartmandan çıkıp dışarıya doğru akıyor. Sanki sabah olmuş da insanlar sokağa çıkıyor.
Mısır, Yakupyan Apartmanı'nda yaşıyor!
Kahire’nin eski zengin semtinde Süleyman Paşa sokağında bulunan Yakupyan Apartmanı, gerçek bir mekandır. 1934 yılında Ermeni milyoner işadamı Agop Yakupyan tarafından yaptırılmış. Yazar Asvani, bu apartmanda bir dönem dişçilik yapmış. Nasır Darbesi sonrasında Ermeni aile yurtdışına gitmiş, apartmana varis olarak üç kağıtçı bir avukat bakmaktadır. Sosyalizm soslu milliyetçi bir hareket olan Nasırcılık, Yahudileri kovmuş, diğer azınlıkları (Ermeniler, Yunanlar, Levantenler) baskılamış. Onların çoğu da Avrupa’ya göç etmiş. Yakupyan Ailesi de göç edenlerden.
Bu roman üzerine yazmamı gerektiren neden, onun edebi değerinden çok, Mısır’daki toplumsal ve siyasal değişim sürecinin Türkiye ile büyük ölçüdeki benzeşmesi, hatta yer yer örtüşmesidir.
Toplumsal gerçekçi tarza sahip romanın örgüsü güçlü, üslubu akıcı bir edebi değeri var. Yazarın dili yalın, derinlikli ve kişilerin cinsellik, iktidar, güç ve para hırslarını davranışlar bağlamında net ve etkileyici çizgilerle anlatıyor. Yazar, renkleri ve ışığı yerinde kullanan bir ressam hassasiyetiyle bize Mısır’ın yakın geçmişi ve özellikle 90’lı yılları hakkında değerli bir tablo sunuyor.
Mısır’ın modernleşme serüveni, neredeyse Osmanlı’yla (İkinci Mahmud dönemini esas alırsak) aynı zamana denk gelir. Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile Fransa arasındaki ilişkiler ve sonrasında paşanın sülalesi Hidivlerin Batı ile ilişkileri daha çok, Kahire ve İskenderiye merkezinde Batı tarzı yaşam biçimi yoğunlaştırdı. Osmanlı coğrafyasında Mısır, bu açıdan bir numune sayılabilir.
Roman üzerine yazarken Mısır’ı Osmanlı’nın 1830’larına kadar götürmemin nedeni, bugünün Mısır’ı ve Türkiye’si arasındaki paralellikleri daha iyi kurabilmek içindir. Batılılaşma serüveni, krallık ve ordu ilişkileri; 1952 yılında Hür Subaylar Darbesi (General Cemal Abdül Nasır) ile Kral Faruk’un tahttan indirilmesi ve devamında Enver Sedat, Hüsnü Mübarek ve 2013’te Sisi darbesi.
Türkiye’de 1960, 1971, 1980 darbeleri ve TSK’nın ara ültimatomları.
Türkiye ve Mısır, darbeler geçidi ülkesi.
İşkenceler, kovuşturmalar, baskılar, cinayetler, zindanlar…
İşkence dedim de; İslamcı genç Taha’nın şeyhine: “On kez tecavüz ettiler bana, Hocam. On kez.” (syf. 184) diye haykırması öyle yürek parçalayıcı ki, o feryat ha Kahire’den ha Diyarbakır’dan gelsin, fark etmiyor!
Solun ezilmesi, İslamcı muhalif hareketler, radikal İslamcılar, milliyetçiler…
Siyasetçi ve üst düzey bürokrat ilişkileri; şiddet, torpil, kayırma, hukukun ayaklar altına alınması, keyfi uygulamalar, pespayelik…
Kirli kurumlar, kirlenmiş toplum…
Ve bütün bunların bir toplamı olarak kamu kaynaklarının talanı, soygunu…
Ne kadar da benziyor birbirine Mısır ile Türkiye!
Kadın erkek ilişkileri…
Eşcinsellik…
Aristokratik ilişkilerin tükenişi…
Yeni zenginlerin türeyişi ve yeni mahallelerin inşası…
Azınlıkların eritilmesi…
Ne kadar da benziyor birbirine Mısır ile Türkiye!
1970’lerden sonra Arap milliyetçiliği düşüşe geçmiş, ekonomide devletçiliğin yerini serbest piyasa almış ve özellikle siyasette siyasal İslamcılığın etkisi güçlenerek artmış.
Ne kadar da benziyor Mısır ile Türkiye!
Bu değişimlerin basit gibi gözüken bir yansıması romanda şöyle anlatılıyor: “…Mısır’da amansız bir dindarlık dalgası yayıldı ve içki içmek sosyal olarak kabul edilemez hal aldı. Arka arkaya gelen Mısır hükümetleri alkol satışını büyük otel ve restoranlarla sınırlayıp yeni barlara ruhsatı vermeyi keserek dindar baskıya boyun eğdiler. Bar sahiplerinden biri öldüğü zaman ruhsatını iptal ederek mirasçıları işlerini değiştirmeye zorluyordu.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi barlara polis baskınları tertipleniyor, bar sahipleri üstleri aranıyor, kimlikleri irdeleniyor, bazen de sorgulanmak üzere karakola götürülüyordu.” (Syf. 43)
Türkiye’de içki ruhsatlarının iptal edilmesi, yeni ruhsat verilmemesi vb. ne kadar da benziyor! Bu basit bir mesele değil. Bir yaşam anlayışının dayatması olup bir başkasının yaşam alanına ve hakkına saldırıdır!
Romanda İslamcı kitlelere hitap eden radikal şeyhin İslami bir düzende batıl bir sistem olan demokrasiye yer olamayacağını vaaz eden konuşmaları o kadar tanıdık ki…
Romanı okurken sanki Yakupyan Apartmanı Kahire’de değil de İstanbul’un Beyoğlu’nda.
Romanda da işlendiği üzere, ortada bir soru var: Neden İslam ülkelerinde serbest piyasa ekonomisi artarken siyasette de İslamcılık etkisi artıyor? Halbuki liberalizme göre, serbest piyasa ile demokrasi paraleldir. Bizim gibi ülkelerde böyle bir paralellik olmadığı gibi, sistem ters işliyor, neden?
Sanıyorum bu sorunun cevabı ya da cevaplarından biri şöyle: Bu ters gibi gözüken işleyişin altında devlet örgütlenmesi, buna göre şekillenen iktidar olgusu var. Devlet yapısından kastım ne bizdeki Cumhuriyetin ne de Mısır’daki sistemin bir burjuva hareketi olarak değil, daha çok asker-sivil bürokrasi tarafından kurulduğudur.
Toplumsal hayatın hemen her alanını düzenleme, kontrol etme, iktisadi ve idari hayatı merkezileştirme; işte sistemin karakteristik özelliği. Burjuva hukukunun olmadığı (ki, bunun tarihsel serüveni de epeyi çatışmalıdır) böylesi sistemlerde siyaset, kaynakları talan etmenin bir aracı olarak işlev görür.
Zenginliğin siyasi ve bürokratik güç kanalıyla sağlandığı bir sistemde serbest ekonomi, gerçek bir serbest ekonomi olamaz. Çünkü o serbest ekonomi denilen şirketler de iktidar gücüyle büyütülüyor ya da yok ediliyor. İktidar, çıkarları doğrultusunda pazara müdahale ediyor. Sistem kamudan geçinme, zenginleşme üzerine kurulunca dini inançlar da bu sistemin siyasetinin bir aparatı haline getiriliyor. İnsanların kutsalı, iktidar yoluna döşeniyor. Durum böyle olunca, demokratik bir hukuk sistemi de kurulamıyor!
Romanda farklı sınıflara, kimliklere ait kişilerin siyasetçisinden soyguncusuna, komisyoncusundan fahişesine, fakirinden zenginine, işkencecisinden muhaliflere, şeyhinden güvenlik güçlerine varıncaya kadar hepsi, düşüncelerine, konuşmalarına, eylemlerine Allah’ı ve Muhammed Peygamberi referans göstermekteler.
Bolca hadislerden alıntılar yapmaktalar. Bu kadar farklı ve hatta birbirini öteleyen yaşamların dinden gerekçeler üretmesi, apayrı bir konu. Şu kadarını söyleyelim ki, metafizik dünyanın sunduğu sınırsız alanda mutlak, tek, kesin olanın dahi (Allah, kitap, peygamber) yorumları da sınırsız çeşitlilik gösteriyor. Bu nedenle ‘asıl İslam budur’, ‘asıl Yahudilik veya Hıristiyanlık budur’ gibi tartışmaların sonu gelmedi, gelmez de!
Aslında yukarıda da değindiğim gibi, egemenler din üzerinden de bir hegemonik güç inşa ediyorlar ki Mısır, İran, Türkiye, Pakistan vb. fark etmiyor! Ancak bu her zaman din olmayabiliyor. Din vasfına yükseltilmiş dünyevi ideolojiler de bu güç inşasının tuğlaları olabiliyor.
Asvani’nin Yakupyan Apartmanı’nı okurken aklıma hep 1988 Nobel ödüllü Mısırlı Necib Mahfuz’un “Midak Sokağı” romanı geldi. 1942 yılında yayınlanan bu romanında Mahfuz, bir sokaktan birçok hayat çıkarır ve bu her bir hayat, toplumsal hayatın kesitlerini oluşturur.
İran sineması sansürü aşmak için nasıl ki filmlerinin merkezine çocukları alarak bir eleştiri üretebiliyorsa, Mısırlı edebiyatçılar da sokak, apartman gibi dar mekanlardan geniş bir toplumsal panorama sunabilme diline ve estetiğine sahipler. İşte sanat ve sanatın imkanlarını kullanabilme sanatı budur.
Yakupyan Apartmanı romanını edebi tadın ötesinde bir değere sahip olduğu için yalnız edebiyatseverlerin değil, ülkede neler oluyor diye soranların da okumasında büyük fayda var. Çünkü Yakupyan Apartmanı Mısır toplumsal hayatının bir aynası ve o aynada, Türkiye toplumsal hayatının birçok yansısını görmek mümkün. (HŞ/YY)
* Yakupyan Apartmanı, Ala El Asvani, Çev: Avi Pardo, Maya Kitap, 2016, 264 sayfa