*Fotoğraf galerisi için tıklayın.
Mısır'da devrim süreci yeni bir eşiğe gelip dayandı; Müslüman Kardeşler duvarını aşma safhasında...
Devrimin ilk dalgası 25 Ocak 2011'de Mübarek'i hedef almış, yılların 'deneyimli' diktatörü o tsunamiye 18 gün dayanabilmişti. Bir yıl sonra 25 Ocak 2012'de sokağa çıkan yüzbinlerin hedefinde bu sefer, ufak tefek makyajlarla rejimi ayakta tutmaya çalışan askeri yönetim (SCAF) vardı, onlar da bir kaç ay sonra geri çekilip iktidarı sivillere teslim etmek zorunda kaldı.
Şimdi ise üçüncü yılına giren devrimin karşısında, Mübarek'in izinden giden Muhammed Mursi ve onun şahsında somutlaşan Müslüman Kardeşler (MK: Ihwan) yönetimi var.
Mısırlılar için 25 Ocak kutlanacak bir gün değil henüz; devrimi gaspedenlerin elinden kurtarma günü, daha ziyade. Nitekim geçen yıl 'devrimi kutlamaya' girişen tek kesim MK, Tahrir'den yaka paça kovulmuştu. Bu sene 25 Ocak'ın adını bile anmadılar.
Devrim asıl şimdi!
Mısır'daki devrimci süreci yakından izleyenler, aslında her şeyin yeni başladığını, iktidarın Muhammed Mursi için ateşten bir gömlek olduğunu, MK'nın bu dalgaya uzun süre set çekemeyeceğini görebiliyordu.
Fakat MK'nın bu süreci kendi elleriyle hızlandıracağını, kredibilitesini bu denli çabuk yitireceğini de kimse beklemiyordu...
Başkanlık koltuğunda henüz yedi ayını doldurmadan, Mursi hızlı icraatlarıyla kendini bir ikinci Mübarek imgesine dönüştürmeyi başardı. Devrime ilk ihaneti, mevcut rejimin esas çimentosu olan askerlerle el sıkışarak güvenlik güçlerine bir tür dokunulmazlık bahşetmek, işledikleri cinayetlerin yanlarına kâr kalmasını sağlamak oldu.
Ekonomik düzlemde IMF'ye kapıları açarak ve ülkeyi Katar-Suudi sermayesine peşkeş çekmeye çalışarak, siyasi arenada ise yetkilerini arttırıp kendi kararları üzerindeki denetim mekanizmalarını ortadan kaldırarak, MK ve Selefiler dışında kimseyi temsil etmeyen güdük bir anayasayı dayatarak, çığ gibi büyüyen tepkilere rağmen göstermelik bir anayasa referandumunda ısrar ederek uzlaşmaz politikasını sürdürdü.
Bu uygulamalarla MK, eski rejimin mirasını aynen devralmak dışında herhangi bir demokratikleşme kaygısı taşımadığını, bunca yıldır zulmüne maruz kaldıkları sistemle, ona sahip olmak dışında ciddi bir sorunları olmadığını göstermiş oldular. (Türkiye'den bakınca, bu hikaye kulağa ne kadar tanıdık geliyor değil mi?)
Arada göstermelik diyalog çağrılarına rağmen, muhalefetle sahici bir diyaloğu red etmek ve sokağa (koltuğunu borçlu olduğu sokaklara) kulağını tıkamak Morsi'ye pahalıya patlayacak gibi görünüyor. Totaliter yönelimin yanına, giderek çöken ekonomiyi, değerini hızla yitiren Mısır parasını ve geçen sürede halkın yaşamında bir milim iyileşme sağlanmamış olmasını, bunların tabanda yarattığı öfkeyi katın.
Unutmamalı ki, Mısır'da devrim hala örgütünü arıyor. Muhalefetin dağınık hali bugüne kadar MK'nın işini kolaylaştırdı, ama sokağın sesi örgütlü muhalefetten daha gür çıkıyor ve en önemlisi bu ses, bir diktatörü yerinden etmeye muktedir olduğunun farkında.
Son günlerin Mısır'ı
Aralık'ta düzenlenen tartışmalı referandum sonrasında, muhalif güçlerin 25 Ocak'ta sokağa dökülmesi beklenmedik şey değildi. Morsi'ye karşı biriken öfke giderek büyüyor, Müslüman Kardeşler agresif bir politika izlemekten ve zora başvurmaktan imtina etmiyor, iktidar ellerinde olduğu halde her musibetten (neredeyse son dönemde artan ölümlü tren kazalarından bile) muhalefeti ve 'eski düzen yanlısı' olmakla suçladığı göstericileri sorumlu tutuyorlardı.
Öte yandan, devrim süreci Mısır'da her kesimi öylesine politize etmiş durumda ki, siyasi alanda yaşanan her gelişme anında sokağa yansıyor, demokratik talepleri yükselten sesler tabana yayılıyor.
Son günlerde 'Black bloc' adıyla ortaya çıkan kara giyimli kar maskeli gençler, bir anda fenomene dönüşüp binlerce taraftar bulabiliyor mesela. (Şu satırlar yazılırken, 'black bloc' üyesi olduğundan kuşkulanılan herkese tutuklama kararı çıkarıldığı haberi geldi.) Bizdeki Çarşı Grubu'na benzeyen ama çok daha güçlü bir hareket olan, Ultras namlı futbol taraftarları da devrimin dinamiklerindne biri haline gelebiliyor.
25 Ocak'taki yıl dönümünün iki gün öncesinde Ultra'lar, Kahire'de Metro'yu bir süreliğine ele geçirmek, köprü trafiğini durdurmak, borsayı bir kaç saatliğine felç etmek gibi seri eylemler gerçekleştirdi.
Bu eylemlerin net bir talebi vardı: Bir sene önce Port Said'teki futbol maçı sonrasında yaşanan ve 74 kişinin ölümüyle sonuçlanan meşum katliamın sorumlularının bir an önce cezalandırılması... Nitekim, bir kaç gün sonraki duruşmada mahkeme kararının erteleneceği, davanın sümenaltı edileceği söylentileri dolaşmaya başlamıştı.
Devrimin yıl dönümü 25 Ocak'ta, tüm büyük şehirlerde kitleler meydanlara aktı; Kahire'de hem Tahrir Meydanı hem de başkanlık sarayının çevresi (Itihadiya), MK karşıtlarının gövde gösterisine sahne oldu. Gece de, Tahrir çevresindeki ara sokaklarda gençler sabaha kadar polisle çatıştı, kent merkezi biber gazına boğuldu vs. Ki bunlar olağan sayılabilecek gelişmelerdi...
Asıl kargaşa, ertesi günkü duruşma sonrasında yaşandı. Mahkeme, cinayetten yargılanan 71 kişiden 21'ini ölüm cezasına çarptırdığını açıkladı; çoğu resmi görevlilerden oluşan 50 kişiyle ilgili kararını ise 9 Mart'a erteledi...
Karar açıkça, tepkileri dindirmek için olayda maşa olarak kullanılan yoksul çocukları aslanların önüne atıp asıl sorumluları aklayacaklarının sinyali olarak algılandı. Mahkemenin kararını okumasının üzerinden daha bir saat geçmeden Port Said'te olayların patladığı ve ölümlerin olduğu haberleri gelmeye başladı.
Ölü sayısı üç dört saat içinde 40'a ulaştı; sonradan çoğunun yakın mesafeden kurşunla vurularak öldürüldüğü, görgü tanıklarına göre ateş edenlerin polis olduğu ortaya çıktı. Tıpkı bir sene önceki futbol maçında yaşandığı gibi, 'derin devlet' çalışıyordu (Mısır solunun siyasi literatürüne yeni giren bu kavramın Türkiye'den ithal edildiğini belirtelim, yeri gelmişken).
26 Ocak Cumartesi sabahı bunlar yaşanırken, muhalefetin oluşturduğu Ulusal Kurtuluş Cephesi (NSF) mevcut şartlar altında gelecek seçimlere katılmayacağını ilan etti. Mısır'da devrim sürecinin en büyük sıkıntısı örgütsüzlüğü ise, bir başarısı da sokağın hızına yetişmeye çalışan muhalefet partilerini birleşmeye ve arasıra böyle radikal kararlar almaya zorlaması.
Muktedir olmayan iktidar
Ve 27 Ocak akşamı: Mısır bu olaylarla çalkalanırken üç maymunu oynayan MK, ancak iki gün sonra sessizliğini bozdu. Gece vakti TV'den halka seslenen Morsi, ortamı yumuşatacak bir diyalog çağrısı yerine tehditkar bir ifadeyle Port Said, Suez ve Ismailia'da 30 gün (yazıyla otuz!) sokağa çıkma yasağı ilan ettiğini açıkladı, gerekirse daha sert önlemler alınacağı tehdidini savurdu.
Tehdit elbette ters tepti; daha konuşmanın üzerinden dakikalar geçmeden, insanlar sokağa dökülmeye başladı. Tam da yasağın başlayacağı saatte adı geçen şehirlerde meydanlar dolmuştu bile. Ardından şenlikli muhalefetin yaratıcı biçimleri sökün etti: Yasaklı kentlerde her gece futbol turnuvası düzenlenmeye, komşu kentlerden 'sokağa çıkma yasağını izlemeye gidiyoruz!' menşeili turlar yapılmaya başlandı! Özetle devrimci dalga, 'sokağa çıkma yasağı' kavramını daha ilk gününden işlevsiz kılıp bir şakaya dönüştürmekte gecikmedi.
30 gün sokağa çıkma yasağı, 1956'daki Suez (Suveyş) Kanalı krizi sırasında bile alınmamıştı. Mısır'ın köklü mücadele ruhuyla tanınan iki kenti Port Said ve Suez (ki devrimin başladığı, ilk devrim şehidinin verildiği kent aynı zamanda), birden eski günlerini; 1956'da Suveyş kanalının devletleştirilmesi üzerine Britanya, Fransa ve İsrail'in bombardımanına karşı verdikleri mücadeleyi hatırladı.
Morsi'nin kof tehdidi, o güne kadar sakin bir kent olan Ismailia'da bile kitleleri sokağa dökmeyi başardı.
Emperyal güçlere pabuç bırakmayan bir halkın 'acemi' bir diktatörün tehdidine boyun eğeceğini varsayan, kendisine fazla güvenen ve zora başvurmaktan çekinmeyen, uzgörüden yoksun bir politika... İki yıl önce Mübarek'in sonunu getiren tam da bu tavır değil miydi? (NS/HK)