Tarsem Singh bir kuşağın kült şarkılarından biri olan REM'in "Losing My Religion" şarkısının klibinin yönetmenidir ve tıpkı yurttaşı Night Shyamalan gibi sinemasında gerçeküstücü öğelere sahiptir.
Singh'in sinemasının Shyamalanınki'ne göre daha kişisel olduğunu, Shyamalan'ın daha konvansiyonel tarzda çalışan bir yönetmen olduğunu söylemek mümkün.
Singh'in daha çok Tim Burton ile karşılaştırılabilecek olağanüstü bir hayal dünyası var. Çoğu insan gibi benim de Mirror Mirror'u (Pamuk Prenses'in Maceraları) izleme sebebim yönetmenin 2000 yapımı The Cell ve 2006 yapımı The Fall filmleriydi.
Yönetmen özellikle The Cell'de ortaya koyduğu gibi psikanalize oldukça ilgili. Mirror Mirror'da, su içinde yer alan ve birebir rahmin şeklinden esinlenmiş görkemli saray bu ilginin en somut göstergelerinden biri.
Tarsem Singh'in Pamuk Prenses yorumu, elbette masalı değiştiriyor. Singh'in yorumu bize yer yer feminist cümleler kuruyor ancak son tahlilde baktığımızda genç kadın yaşlı kadın savaşına varıyoruz ki bu da pek hoş değil ve gidilen tüm yolları boşa çıkarıyor.
Kötü kraliçemiz her şeyden evvel çok güzel çünkü o Julia Roberts (45). Winona Ryder'ın (41) Black Swan'da payına düşen, yaşlı ve modası geçmiş eski balerin rolünü kabul etmesi gibi Roberts'in da filmin sonunda yaşlı ve çirkin görüntüsüne dönen kötü kraliçe rolünü kabul etmesi, "yaşı geçmiş" kadın oyuncuların Hollywood'un kendilerine biçtiği hiyerarşiyi kabul etmekte beis görmediklerini tekrar ortaya koyuyor.
Filmde Pamuk Prenses, ormanda yaşayan haydutlara liderlik etmeye başlıyor ve bu liderlik süreç içerisinde bir tür eğitime dönüşüyor.
Masalda yedi cüceler madenciyken filmde son derece alttan sezdirilen bir politik metne uygun olarak haydutlar.
Şöyle ki filmin girişinde dış ses bize, "eskiden bu köy son derece mutlu bir köydü durmadan dans ederlerdi. Sürekli dans ettiklerine göre herhalde yapacak işleri yoktu ama konumuz bu değil" diyor.
Ardından parasız kalan kraliçe yaverine "o zaman git köylüden vergi topla ekmeğin et yerine yenebileceğini söyle" buyuruyor. Bu da yetmezmiş gibi yaverin köylüleri vergi vermeye ikna etmek için söylediği cümle de son derece orijinal; "kraliçe o paralarla sizi ormandaki kötülüklerden koruyor".
Singh'in söz konusu cümlelerle kendi ülkesi dahil olmak üzere genel anlamda siyasete dair bir göndermede bulunduğu aşikar. Yedi cüceler ise Singh'in tasavvurunda ötekileştirilmeden muzdaripler.
Kraliçe "çirkinleri bu köyde istemiyorum" dediğinde kendi köylüleri onlara sahip çıkmamışlar ve bu nedenle ormanda yaşamak zorunda kalmışlar.
Böylece cüceler ve Pamuk Prenses, bir nevi Robin Hood ve çetesini oluşturuyorlar ormanda. Zengine karşı savaşıyorlar. Filmin başında yedi cücelerle tanışmamız "ormandaki tehlikeli canavarlar" söylemine uygun ürkütücü bir biçimle gerçekleşiyor ancak ileriki sahnelerde cücelerin takma bacaklar üzerinde yükseldiklerini görüyoruz.
Yönetmen, oluşturduğu politik söylem çerçevesinde komplo teorilerinin kofluğunu, siyasetin yalanlar üzerine inşa edildiğini söylüyor bize.
Singh'in feminist cümlelerine gelecek olursak, masalda uyuyan prenses, prensin öpücüğü ile uyanırken filmde prensi kurtaran ve dahi "okuduğum kitaplarda hep erkekler kurtarıcıydı kendimi ancak ben kurtarırım," gibi bir cümle ile erkeği kapılar ardına kilitleyip kendi savaşını veren bir prenses görüyoruz.
Üstelik asla uykuya dalmıyor, kırmızı elmayı yemiyor. Aksine simgesel biçimde uykuya dalan prensi öperek uykusundan uyandırıyor. Söz konusu feminist söylemin içinin boşalması ise masum kadın-cadı kadın karşıtlığı ile gerçekleşiyor.
Pamuk Prenses'in, prensi öpeceği sahnede "ilk öpücüğün mü" sorusuyla bakire oluşuna yapılan ısrarlı vurgu prenses ile kraliçe arasında cinsellik üzerinden giden bir kutuplaşmaya hizmet ediyor.
Malum kraliçe beş kez evlenmiştir, en önemlisi kralı bile canavara çevirip kızını öldürebilecek kıvama getirmiştir.
Aynı şekilde prensese aşık prensi de kendine aşık bir köpeğe çevirebilmiştir. Burada üstü örtülü biçimde; "tecrübeli" kadının, cinselliği ile erkeğin gözünü kör edip onu kendisine bağlı bir köleye çevirebileceğine kadına dair yerleşik inancı görüyoruz.
Bu nedenle "bakire" kızın gücü kraliçeye karşı yetmiyor. Beş kez evlenen ve bir daha, aşık olduğu için evlenmek isteyen kraliçe oldukça küçük düşürülüyor.
Prensle aynı yaşta olmadıkları gözümüzün içine sokuluyor. Kadın erkek birlikteliğinde erkeğin büyük olabileceği ancak kadının asla büyük olmaması gerektiği küçümseyici bir uslupla bir kez daha onaylanıyor. (GY/BA)