Ahmet Kardam'ın "Cizre-Bohtan Beyi Bedirhan" başlığını taşıyan "Direniş ve İsyan Yılları" kitabını okuduğumda bir kez daha Mehmed Uzun'u düşündüm. Uzun, çok haklı olarak, adeta bir araştırmacı kimliğiyle her romancıda olması gereken hassasiyetle zor zamanlarda Dicle'nin Yakarışı'nı yazarken, "Cizre'yi mutlaka bir kez daha görmek" istediğini söylemişti.
Cizre'de Mîr'in idari merkezi olan Birca Belek'ten büyük bir nehir olarak safralarını bırakmış Dijle'nin süzülerek akışına bakmış "İşte şimdi tamam. Artık gönül rahatlığıyla Hawara Dijle'yi yazabilirim" demişti.
Ahmet Kardam, 1800'lü yıllarda yaşamış Cizreli Bedirxan Beyin beşinci kuşaktan torunu. 1990'lı yıllarda kızkardeşinden "tuhaf" bir yılbaşı armağanı alır Kardam. Babaannelerinden aile büyüklerinin biyografileri olduğunu tahmin ettikleri bir yazılı defter kalmıştır geriye. Babaanne Nazire Kardam'ın babası Osmanlı Paşası Ali Galip Paşa 24 sayfası yazılı 38 sayfalık bir defter bırakmıştır tarihe.
Terceme-i hâl'in çözümünden sonra öğrenilir ki; babaanne, babası üzerinden Rum ve Mihalizade, annesi üzerinden ise Kürt ve Bedirxanî. Bu taze bilgi ile sadece Ahmet Kardam değil, diğer aile efradı tarafından da ilerde farkedilir ki; "kendilerini bildiklerinden beri" babaannenin babası ve annesi hakkında aile içinde pek bir şey konuşulmaz(mış).
Babaannenin babasının adının "Ali Galip" ve bir "Abdülhamid Paşası" olduğundan söz edilirmiş, hepsi o kadar. Babaannenin, Bedirxanî olan Kürt annesi Sariye Hanımdan ise hiç söz edilmezmiş. İşte araştırmacı ve tarihle ilintili bir entelektüelin "Bedirxanilerin Soyağacına" bakıp da baba ve amcasına kadarki şecereyi görmesi böylelikle köklü bir değişimin habercisi olur.
Doğrusu 420 sayfalık kitabı ve ekindeki Osmanlı Arşiv Belgelerinden oluşmuş cd'yi okuyup incelediğimde farkına vardım ki; tarihe tanıklık ederken geçmiş zamanların uzun koridorunda toplumsal hafıza ile yürümek böyle bir şey olsa gerek. Bu öylesine bir uzun hafıza yürüyüşü ki; kendi "soy" geçmişinin kaydının koridoru. Her "kavşakta" bir başka dehliz ve bir başka bilinemez ve tabi yeni öğrenilenler, yeni şaşkınlıklar. Geçmiş zamanların tarihle yüzleşilen kayıtları.
Sözlü tarih çalışmalarımdan bilirim ki; her tarih yazımı aynı zamanda derinlemesine bir hafriyat çalışmasıdır da! Tarihin hele hele aile örgüsü çerçevesinde koca bir yakın tarihe tanıklık, sanıklık ve evsahipliği yapmış bir önder ailenin tarihinin inşası yeniden yazılır / yapılırken malzemeler çok kıymete biniyor. Malzemeler doğru kişiler ve doğru adreslerle birlikte yeniden elden geçirilip tasnif edilirken zihinsel yarılmalara ve şaşkınlıklara da doğal olarak sebep olabiliyor.
80 öncesi sol gelenekten biliyorum ki, bu türden geçmiş "Kürtlüklerle" ilgili arkeolojik kazı çalışmaları çok anlamlı değil(di). Sol bir aile şeceresi daha "Makbul" kimlikti. Ama devran değişti...
Kürdün 80'li yıllarla birlikte "hamamın namusunu" da kurtarmaya meyleden, sadece Kürtlük için değil, Türkiye Demokrasisi için de kafa yoran siyasal ve entelektüel harcı, Türkiye solcularının da yeniden Kürtlerle ve Kürt siyasal mücadelesi ile yüzleşmelerini beraberinde getirdi.
Doğrusu Ahmet Kardam gibi sol ve aydın kimliğini rüşt ispatından geçirerek bugünlere taşıyan bir haysiyetli entelektüelin, sadece Bedirxan ailesinin kaydının soylu ifşası anlamında değil; gayrı resmi tarih yazımının kişilikli kayıt altına alınışı manasında da okudum Bedirxanî kitabını.
Bugünün Kürt "Başkaldırısının" köklerinin Kürdî manada 1800'lü yılların ilk yarısındaki Bedirxanî isyanında aranması gerektiğine bir kez daha tarihin doğrulaması ile tanık oldum. Cizîra Botan'dan, yani binxet'ten başlayıp Van'a Serxet'e varıncaya kadar kaftan kafa hükmeden, bütün derdi "Kürdistanî Birlik" olan bir Mîr'in etrafı ile birlikte serencamını okudum.
Kürtler üzerine "egemenlik kurmuş rejimlere" özgü olan ve bugün de telaffuz edilen "Kürt Sorunu"nun temellerinin ne zaman atıldığına bir kez daha tanık oldum.
Kürdistan'da beylik düzeninin tasfiyesinin ortaya serdiği iktidar boşluğunun yarattığı "kaos"un ve "yıkım"ın "Kürt Sorunu" ile birlikte "Ermeni Sorunu"nuna da ortam hazırladığına yine bir kez daha derli toplu ikna oldum.Kürt Mîrlik Düzeni içinde beylerin himayeleri altında "dirlik, düzen ve barış" içinde yaşayan Ermenilerin nasıl "hedef" haline getirildiğine de tabi...
Özetle ortaya çıkarılan "aile tarihi" ortaya çıkarana ve öğrenene yük olmaktan çok yeni bir toplumsal yüzleşmeye ortam hazırlamış Ahmet Kardam'ın Bedirxanî kitabıyla. Kendi sesine ve kendi şeceresine dokunurken koca bir Kürt Mîr ailesinin hayatlarını sadece kendileriyle sınırlamayıp tarihin yeniden yazılmasına vesile olmasına kaynaklık edecek bir yeniden kimlik okuması...
Çok haklı olarak son sözü bağlarken Ahmet Kardam diyor ki; "1639'daki Kasr-ı Şirin Anlaşması ile Kürdistan önce, biri 'İran Kürdistanı', diğeri 'Osmanlı Kürdistanı' olarak ikiye; birinci dünya savaşından sonra da Osmanlı Kürdistanı bu kez Suriye, Irak ve Türkiye Kürdistanları olarak üçe bölündü. Böylece Kürdistan, sınırları bile belli olmayan bir coğrafya, Kürtler de adları ve dilleri bile olmayan bir halk haline geldiler."
Dolayısıyla; Mîr Bedirxan'ın Osmanlıya karşı 1839'da, Kürtlerin Kasr-ı Şirinle bölünmesinin 200. Yılında, Nizip Savaşı sonrasında 33'ünde bir delikanlıyken başlattığı direnişin, Kürt beyliklerinin özerkliklerini / bağımsızlıklarını koruyup pekiştirmelerinin ve bu duruşu aynı zamanda Osmanoğluna kabul ettirmenin mücadelesinin tarih yazımını yapmış Ahmet Kardam.
İyi ki Bedirxanî ailesinden olduğunu öğrenip bu "asil" ruhu yeniden dercetmiş Kardam. Heyecanla "Direniş ve İsyan Yılların"dan sonraki "Sürgün Yılları" kitabını bekleyeceğiz artık Kardam'ın...(ŞD/NV)
*Ahmet Kardam. Cizre-Bohtan Beyi Bedirhan. Dipnot Yayınları, 2011, Ankara.