Birkaç ay önce arasıra selamlaştığım, Suriyeli bir Ermeni ile bir kahve (Bu sizin pek ilginizi çekmeyebilir ama ben yine de yazayım. Sizin Türk kahvesi dediğiniz şeyin buradaki adı Ermeni kahvesi, Yunanistan’da Yunan kahvesi olduğu gibi, yani cezveyi paylaşamama hali diye de özetleyebilirsiniz. Halbuki bir cezveden pekala birkaç kişilik kahve çıkabilir) eşliğinde sohbet ettim. Kendisi 25 yıl kadar önce Halep taraflarından Erivan’a göçmüş. Pek halim selim biri. Türkçe konuşuyoruz. Bu benim için büyük bir nimet. Gerçi Suriyeli Ermenilerin çoğu Türkçe biliyor. Erivan’da çokça Türkoloji öğrencisinin varlığını düşününce aslında bulunmaz bir durum olmadığını da düşünüyorum.
Neyse bu altmışlı yaşlarını süren dostumuza dönelim. Daha önce dikkatimi çeken bir yanı oldu, genelde “nasılsın iyi misin” sorusuna “Allah’a şükür” diye karşılık veriyordu. Biraz başlangıçta yadırgatıcıydı. Ne de de olsa bu sözleri bir Ermeni’den duyuyordunuz. Bunun zamanla Suriyeli Ermenilerin esnaf ağzının bir parçası olduğunu öğrendim.
Sohbetin ilerleyen bir safhasında geldi olayın ucu memlekete dayandı. Malum, kaçınılmaz. Dostumuzun dedeleri Antepli’ydi. O zamanında gitmiş eski evlerini de bulmuştu. Dedesinin tarifi üzerine. Artık biraz değişmiş, bir tarafı fırın olmuş, üst katında da başkaları oturuyormuş. Sonra geçmişte bazı “yanlışlar” olduğundan söz etti. Meğer 1. Dünya Savaşı'nda Ruslarla işbirliği yapan Ermeniler işte oraları terk etmek zorunda kalmış. Bir an zamanı mekanı şaşırdım. Ama Erivan’daydım hala. Sonrası, şimdiki Türkiye’deki iktidar çok iyiymiş; kendisinin de Konya’da dostları varmış, çok hürmet sahibi kişilermiş…
Ben afallamış bir halde “dün akşam Konya stadında Ankara’da katledilen insanlara saygı duruşu engellendi” falan diyecek oldum. O pek oralı olmadı. Ben ısrarcıyım “aralarında belki senin dostların da vardır” gibi bir şeyler geveledim. O bildiği nakaratı tekrarlıyordu. “Ermenistan’la Türkiye’nin problemlerini ancak bu iktidar çözer; zaten bizim aramızda hiçbir sorun yok, bütün meselenin kaynağı bu Yahudiler, İsrail” demesin mi. Artık ne diyeceğimi şaşırdım.
Başlangıçta karşımdaki kişi benim malum şahsa kulluk yapan kahir ekseriyetten biri olduğumu düşünüp bunları duymak istediğimi düşünüp söylüyor olabilir demiştim. Ama anlamalıydı, yüzümün halinden bu durumdan pek hoşlanmadığımı. Bu yüzden Musevi manevrası yaptı. Ama o da tutmayınca, benden hayır çıkmayacağına karar vermiş olsa gerek, sohbete son noktayı koydu. “Yahu senin memleketin neresiydi” diye sordu. Bu soru bizim memleketteki herhangi bir ırkçının ağzından çıkabilecek imalarla bezeliydi maalesef.
Memleket
Duyduklarım beni birkaç gün sarstı. Sonra unuttum. Ta ki memleketimin bir tarafı kan gölüne döndü. Öteki tarafın milliyetçiliğini maskelemek için uydurduğu hikayeleri dinlerken yeniden aklıma düştü. Sıradan insanların ırkçılığı fetih hayalleriyle bezeli. Onların da adeta “dişlerine kan dokunmuş”. Bir taraftan da “yok olacağız” paranoyaklığını vücutlarına uygun miktarda her gün enjekte ederek “yaşayan ölüler” ordusunun neferi olmayı sürdürüyorlar.
Ya bir kısım aydına ne demeli, efendim “özyönetim demokratik siyasetle mi, silahla mı” olurmuş. En son hangi hakkını aramak için mücadele ettiğini kendinin de hatırlamadığına emin olduğum bu şahıslar, malum çok okumuş. Ama zahmet edip ‘bu insanlar gerçekten ne istiyor’u anlamaya çalışmak yerine kendi kafalarındaki kategorilere dünyayı uydurmak daha konforlu ne de olsa. Hem kim anımsar ki efendim bir iki yıl sonra, bugün ne dediğinizi, ne önemi var değil mi efendim, varsın yanılınsın…
Sonuçta “şiddet”le mesafe konuyor mu önemli olan bu, ‘HDP iyi, PKK kötü’ nakaratlarına devam. Kısa hatırlatma, Paris Komünü, Sovyetler, Fatsa, yani insanların özyönetim-doğrudan demokrasiyi kurmaya çalıştığı süreçlerin hangisinde egemenler “tabii tabii buyrun” dediler? Hiçbirinde! Barışçıl olarak bu işler başarılamaz mı? Evet teorik olarak mümkün, ama bu işi yapmak istiyorsanız önden buyurun lütfen…
İktidar cephe gerisi olarak gördüğü Kürt illerinde şiddetle, Batı cephesinde ise elindeki hileli zarlarla hep düşeş atarak şimdilik ayakta duruyor. Direnenler sayesinde şiddet her zaman geri tepeceği gibi eldeki hileli zarlar da alınınca hep gele atacağı günleri de göreceğiz. (AS/YY)