Dörtyol ve İnegöl ilçelerinde patlak veren saldırganlık, pek yetkili ağızların ifade ettikleri gibi "birkaç kendini bilmez amigo"nun kendini kaybetmesi ve yüreklerinin kabarması ile nitelendirilemeyecek kadar vahim. Bu türden vakaların öncüllerini pek çok yerde görmek mümkündür.
Siyasi iktidarın, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) mensuplarına karşı, sözcüleri vasıtasıyla her fırsatta ortaya koyduğu saldırganlık, Kürt ve Türk yurttaşların bir arada yaşayabilme iradelerine darbe indiriyor.
AKP'nin sorumluluğu
Siyasi iktidarın geçtiğimiz sezon Diyarbakırspor-Bursaspor futbol karşılaşmalarında, Bursaspor "amigolar"ının önderliğinde başlayan, çeşitli illerde süren Kürtler'e karşı saldırıları "münferit" vakalar olarak nitelemesi; Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) kimi zaman milliyetçilik, kimi zaman din faktörünü kullanarak yarattığı gerilimler; kendi milliyetçiliğinin ve milliyetçilerinin çözüm bulamadığı sorunları, dışarıdaki milliyetçileri ve milliyetçiliği ateşleyerek çözeceğini sanması Dörtyol ve İnegöl olaylarının önünü açtı.
Bu saldırılar, iktidar destekli ulusal medyanın da katkılarıyla, olayları izleyenlerin zihinlerine, milliyetçi şiddeti aşıladı. AKP iktidarının sergilediği "mahalle kabadayısı" halleri, Kürtler'in hak ve hukuk arayışları söz konusu olduğu zaman daha da kabarıyor. Bu mahallenin bekçisinin kim olduğunun unutulmaması için de, mahallenin milliyetçileri göreve çağrılıyor.
Milliyetçilik ve din ile palazlandırılmış güruhlar "önlerine ne gelirse onu" değil, daha önceden zihinlerine yerleştirdikleri şemadakileri, yakıp yıkarak bu şemanın gereklerini yerine getirme konusundaki sınırsız arzuyu açığa vurdular. Bu türden vakalar, pek yakın tarihimizde kerelerce ortaya çıkmasına rağmen, yetkili yetkisiz kolluk kuvvetlerinin cengâverce müdahaleleri ile söndürülmedi ve çok geçmeden bir başka "yakın tarih vakası"nın daha oluşmasına engel olunamadı.
Dörtyol ve İnegöl'de meydana gelen olayları öfkeli güruhların kendini bilmezliği olarak tarif etmek, yakın tarihimizin orasına burasına serpiştirilmiş benzer vakalardan ders alınmadığını ve alınmak istenmediğini bir kez daha gösterdi.
Osmanlıcılık palavrası
Olaylar pek çok şeyi aşikâr kıldı. Zihnimizde çakan ilk şimşekler arasında şu var: Tayyip Erdoğan ve tayfasının "Yeni Osmanlıcılık Ülküsü"nün en yapıştırıcı yanı sayılan "İslam kimliği" etrafındaki karılmanın, Türk milliyetçiliği için, kendileri gibi İslam ahalisi söz konusu olsa da pek önemsenmeyecek bir faktör olduğu, Kürtlerin ev ve işyerlerini yağmalamalarıyla su yüzüne çıktı.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının patinajları, kendi çevresinde attığı kulaçlar, ötesini berisini düşünmeden patlattıkları demeçler, meselenin derinliğini görünmez kılmaktan başka bir işe yaramadı. İçişleri bakanının "Amanoslar'ı temizleyin!" emri, hem siyasi iktidarın meseleye yaklaşımının sığlığını gözler önüne serdi hem de bu ve benzer vakaların, yapanın yanına kâr kalacağı anlayışının da sürüp gittiğini gösterdi.
Hadi yakalım, yıkalım!
Benzeri vakalardan edindiğimiz deneyimlerle, bu türden vakalarda "kutsallık" halesiyle taçlandırılmış her şeyi yapmaya pek gönüllü güruhların, geçmişte olduğu gibi bugün de kendileri gibi düşünmeyenlerin yaşamlarını şiddetin envai çeşidini kullanarak tehdit etmeyi bir borç bilmiş olmalarını yadırgamadık. Ama AKP iktidarının yaşadığımız toprakları kuşatan bu yakıcı meseleyi küçümseyerek, "hadi canım ne var bunda, biz istedik mi çözeriz" türünden hazırlopçukları; vaatlerle, sataşmalarla, ötekiler yaratıp onların sırtlarına taş dolu küfeler koyarak "çözme"ye yönelişi aslında çözümsüzlüğe kapı açıyor.
Milliyetçilik, vatanperverlik maskesinin arkasından, saldırıları "halkın olağan tepkisi" olarak nitelemek, benzer olayların türlü biçimlerde ortaya çıkmasının da önünü açtı. Dahası, İnegöl ve Dörtyol olaylarını değerlendirirken AKP, CHP ve MHP'nin pek çok noktada uzlaştıklarını, birbirlerini suçlarken dahi, birbirlerinin "vatanperverliklerine" toz kondurmadıklarını söylemek mümkün.
Bu türden saldırıların, iktidar cephesinde olduğu kadar kimi muhalif cephelerde de yaprak bile kımıldatmaması, beraberinde, şiddete maruz kalanların yok sayılmasını, görmezden gelinmesini de getirdi. Sorunun çözümüne katkıda bulunmak isteyenlerin muhatap kabul edilmeyişleri ise, yangının büyümesini durdurmak bir yana, yangının yayılmasına yol açtı.
Bu yangın nasıl söndürülür?
Yangın söndürme cihazlarının kullanım talimatnamesinde, altı temel kural sayılıyor. Yangın söndürürken, siyasi iktidarın yangının nasıl ve hangi teçhizatla söndürüleceğine dair ciddi sıkıntıları mevcut. Elbette, talimatlar okunmaz ise yangın çıktığında apışıp kalırlar. Talimatları okurken ezberlemeyelim onları, her aşamasında tatbiki olarak tetkik edelim. İşe nereden ve nasıl başlanacağına dair, tarihin tekerrür etmeyişinden de feyz alarak bir dizi toplumsal yasaya ulaşmak mümkündür. İşte yasalar:
*İlkin, yangını söndürürken rüzgârı arkanıza alın.
*İkincisi, yangın söndürme cihazını alevin tam dibine tutun.
*Üç, yangın söndürme cihazını yangının doğduğu yere tutun.
*Dört, öncelikle önü sonra ileriyi söndürün.
*Beş, yangın tamamen sönmeden yangın mahallini terk etmeyin.
*Altı, ki, en sevdiğim budur, yangın söndürme cihazını omuz hizasına asın.
Tabii, yangın söndükten sonra. (FK/EÜ)
* Fikret Karafaki'nin yazısını Ekmek ve Özgürlük dergisinin eylül sayısından aktardık.