Bugün milliyetçilikle demokratikleşme arasında sıkışmış, ama taşıdığı milliyetçi-ulusalcı ideolojik çizgi, belli bir ölçüde, "yeni" ve "özgün" bir niteliğe sahip olan bir sol ve sosyal demokratik söylemle karşı karşıyayız. Bu yeni ve özgün yapısı içinde de sol, Türkiye'de milliyetçi söylemi taşıyan sağ gruplarla ortak bir dil kullanabiliyor ve ortak hareket edebiliyor. Yöntem düzeyinde, genelleştirmeler yaparak konuşmak ve toplumsal süreçleri ve sorunları çözümlemek sorunludur, bu noktanın altını çizmeliyim. Bu anlamda, vurgulamam gerekir ki, aşağıda yapacağım çözümleme, tüm sol ve sosyal demokratik söylemleri içermiyor ve sadece bugün solun kullandığı milliyetçi-ulusalcı söylemin hareket tarzını oluşturan temel parametreleri ortaya koymayı ve bu parametrelerin içerdiği yeni ve bugüne dönük özgün niteliği sergilemeyi amaçlıyor. Bunu yaparken de, karşılaştırma yöntemiyle, bugün solun içerdiği milliyetçi-ulusalcı söylem ile 1968-1980 arasındaki solun taşıdığı ulusalcı nitelik arasındaki farkları ortaya koyacağım.
Geçmişle farklar
Ulusalcılık Türkiye'de solun tarihsel olarak tanımlayıcı bir öğesi olmakla birlikte, solun bugün hareket tarzını tanımlayan milliyetçi-ulusalcı çizginin, 1968-1980 arasındaki solun ulusalcı niteliğinden üç ana noktada ayrıştığını düşünüyorum. Bu ayrışma ve farklılaşma noktaları, hem solun bugünkü milliyetçi söyleminin taşıdığı "yeni ve özgün" niteliği görmemize, hem de solun nasıl ve hangi temellerde diğer sağ milliyetçi hareketlerle yakınlaştığını anlamamıza yardımcı oluyorlar. Eskiden farklı olarak bugün solun kullandığı milliyetçi -ulusalcı söylemin ayrışma noktaları
(a) sol-devlet ilişkisi,
(b) sol-kimlik ilişkisi ve
(c) sol-sosyal adalet ilişkisi
düzlemlerinde ortaya çıkıyor ve sol ile demokratikleşme arasında ciddi bir uyumsuzluk ilişkisi yaratıyorlar.
Sol ve devleti korumak
Hem dün hem de bugün sol söylem, emperyalizm ve küreselleşme gibi tarihsel süreçler ve ABD, AB, IMF, Dünya Bankası gibi hegemonik ve güçlü aktörler karşısında eleştirel ve ulusalcı bir söylem kullandı. Fakat, bu ortak noktanın gerisinde, 1968-1980 dönemindeki ulusalcı söylem ile bugün arasında çok önemli bir farkın olduğunu görüyoruz, ki bu fark sol ile devlet arasındaki ilişkinin niteliksel değişiminde yatıyor. 1968-1980 dönemi, devleti "iktidar ilişkisi temelinde hareket eden bir yönetim aygıtı" olarak algılıyordu ve devleti ulusal bağımsızlık içinde ekonomik kalkınmayı gerçekleştirecek bir yönetim aygıtına "dönüştürmeyi" amaçlıyordu. Bu anlamda, solun devletle ilişkisini tanımlayan ulusalcı söylemi dönüştürücü nitelikteydi ve dışa bağımlı devleti "kalkınmacı ve sosyal adaletçi bir devlete dönüştürme" amacındaydı. Bugünkü solun milliyetçi-ulusalcı söylemiyse, devleti bir iktidar ilişkisi olarak algılamayan, var olan devlet yapısını sorgulamayan, tam da aksine, devleti dışa karşı "koruması gereken" bir aktör olarak gören bir söylem. Hareket tarzı olarak genelde küreselleşme, somuttaysa Türkiye-AB, Türkiye-ABD ve Türkiye-IMF ilişkilerine eleştirel ve çokboyutlu bakmak yerine, bu ilişkileri "emperyalizm ve güvenlik ilişkisi" olarak aynılaştıran ve sabitleyen bugünkü sol söylemin milliyetçi-ulusalcı yapısı, "devlet güvenliği" ekseninde hareket ediyor, devlet egemenliğini bu süreçlere ve aktörlere karşı korumayı amaçlıyor ve sosyal adalet sorunlarını ikinci plana atıyor. Bu nedenle de, devleti dönüştürmek yerine dışa karşı korumayı amaçlamak, yeni bir boyut olarak milliyetçi-ulusalcı sol ideolojiye ekleniyor. Böylece de eskiden olanak ve olasılık taşımayan söylemsel ve siyasal ittifaklar, bugün sol ile milliyetçi hareketler arasında, devleti korumak ve güvenlik ideolojisi temelinde olasılık kazanabiliyor.
Sol ve dışlayıcı kimlik
1968-1980 sol söylem farklı toplumsal kimliklerle ilişkisini sınıf temelinde kurar, toplumsal sınıf kavramını, ya işçi, ya köylü ya da ezilen halk temelinde tanımlardı. Bu anlamda da "bütünsel ve kapsayıcı bir ulusal kimlik" anlayışına sahip bir söylemdi. Bu söylem, dinsel, etnik ve cinsel farklılıkları sınıf kavramına indirgemekle birlikte, ötekileştirici değil kapsayıcı bir hareket tarzına sahipti ve farklı kimliklerin taleplerinin sınıf mücadelesi içinde çözüleceğini öneriyordu. Bugünse, solun milliyetçi-ulusalcı söyleminin farklı kimliklerle kurduğu ilişkinin kapsayıcı değil "dışlayıcı ve ötekileştirici" bir nitelikte olduğunu görüyoruz. Bu dışlama ve ötekileştirme farklı boyutlarda gerçekleşiyor ve insanların dinsel ve etnik kimlik kökenlerini aramaya kadar bile gidebiliyor. Türkiye'nin siyasal, ekonomik ve kültürel düzeylerde yaşadığı toplumsal süreçler ve sorunlar, sol adına, kimlik köklerini araştırma içinde çözümlenebiliyor. Bu da, bugünkü sol milliyetçi-ulusalcı söylemin, etnik kimlikten azınlıklar sorununa, bireysel hak ve özgürlükten sivil topluma kadar geniş bir yelpaze içinde kimlik sorununa "güvenlik ekseninde" ve ciddi bir şüphecilik içinde bakmasını ortaya çıkartırken, aynı zamanda solla diğer milliyetçi hareketler arasındaki yakınlaşmayı sağlıyor.
Sol ve sosyal adalet sorunu
1968-1980 sol söylemin ulusalcı niteliği, toplumla birlikte değil, "topluma rağmen toplum için hareket etmek" temelinde bir hareket tarzına sahipti. Bu nedenle de, toplum için konuşsa ve hareket etse bile, toplumsal temeli ve desteği zayıf bir ulusalcı söylemdi. Fakat, vurgulamalıyız ki, bu dönemin ulusalcı sol söylemi toplumla, "işsizlik, yoksulluk, toplumsal eşitsizlik sorunlarını içeren sosyal adalet alanı" temelinde organik bağ kurmak amacındaydı. Dolayısıyla, o dönemde, toplumsal desteği az olsa bile, yüzü ve ideolojisi topluma dönük bir ulusalcı sol ve bu solun sosyal adaletçi niteliği ön plana çıkmıştı. Buna karşın bugün, "yüzünü topluma değil devlete dönmüş, sosyal adalet sorunlarıyla değil güvenlik ve egemenlik süreçleriyle ilgilenen ve Türkiye'yi demokratikleşme temelinde değiştirmeyi ve dönüştürmeyi değil, var olan devlet-merkezci sistemi dünyaya karşı korumayı amaçlayan milliyetçi-ulusalcı bir sol ideoloji" var karşımızda. Sosyal adalet sorunlarının ikinci plana itildiği ve güvenlik ideolojisinin demokratikleşme ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın önünde görüldüğü bu ideolojik şekillenme, aynı zaman da bugün solun diğer milliyetçi aktörlerle ortak hareket edebilmesini olanaklı kılıyor.
"Demokratik Türkiye" vizyonu ve sol
Türkiye, AB entegrasyon süreci, ABD hegemonyası ve Büyük Ortadoğu Projesi ve IMF ile ekonomik istikrar ilişkilerinin somutlaştırdığı küreselleşme süreci ile içten gelen demokratikleşme ve sosyal adalet sorunları temelinde seslendirilen toplumsal taleplerin birbirleriyle kesiştiği bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu dönüşüm süreci içinde, siyaset milliyetçilik-demokratikleşme ekseninde şekilleniyor ve yakın gelecekte de bu şekillenme sürecek. Bu süreç aynı zamanda sol ve sosyal demokrasinin geleceğini de belirleyecek. Bugünkü yapısı ile sol ve taşıdığı yeni milliyetçi-ulusalcı söylem, demokratikleşmeyi taşıyan, sosyal adalet sorunlarına çözüm arayan, küreselleşme sürecinin adaletli ve barışçıl bir yapıya dönüşmesine katkı veren bir aktör konumunda değil. Aksine, küreselleşmeyi ve IMF programını eleştirirken, Türkiye'nin Avrupa entegrasyonunu ve Türkiye'de son yıllarda yaşanan demokratikleşme sürecini eleştirirken, alternatif bir ekonomik kalkınma programı üretmeyen, alternatif ve demokratik bir Türkiye vizyonu yaratmaya çalışmayan, sosyal adalet alanını ikincil önemde gören ve güvenlik ideolojisi temelinde var olana devlet-merkezci siyaseti korumaya çalışan bir milliyetçi-ulusalcı sol var karşımızda. Bu oluşum Türkiye'de sol ve sosyal demokrasiyi değil, milliyetçi oluşumları ve söylemleri güçlendiriyor. Tam da, Türkiye'nin
(a) kendisini AB ile tam üyelik müzakere sürecine daha güçlü hazırlayacak;
(b) "demokratikleşme-sürdürülebilir ekonomik kalkınma-güvenlik ilişkilerini" birbirleriyle bağlantılı olarak yaşama geçirecek;
(c) sosyal adalet sorunlarına demokratik ve uzun dönemli çözümler getirecek;
(d) farklı kültürel kimlikler arasında "haklar ve sorumluluklar" temelinde demokratik bir arada yaşama olasılığını yaratacak;
(e) bölgesinde ve dünyada barış ve adalete dayalı bir düzenin sağlanmasına katkı verecek dış politika vizyonunu üretecek "özgürlükçü ve demokratik" bir sola ve sosyal demokrasiye gereksinim duyduğu bir anda. (FK/TK)
E. FUAT KEYMAN: Koç Üniversitesi