Basın, Milli Eğitim Bakanlığı'nda yapılan değişikliklerin en can alıcı noktasını yakalamayı bildi. Söz konusu düzenleme ile bakanlığın görevleri arasından "Atatürk Milliyetçiliği'ne bağlı" birey yetiştirmek kaldırıldı. Basının olayı sunuş şekli yıllardır sürüp giden kavganın bir yansımasından başka bir şey değildi. Kimisi sivilleşme dedi, kimisi "Atatürk'ü siliyorlar eyvah" tarzında yaklaştı.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın değiştirdiği şeyler aslında ülkede 1940'lardan beridir devam eden mücadelede taraflardan birinin son kazanımlarından bir tanesi olmuştur.
1920'lerde Batılı bir devlet kurma hayaliyle kolları sıvayanlar temsil ettikleri toplumsal katmanı oldukça üst düzey bir yere oturttular. Bu katman bürokrasidir. Osmanlı aydınlanması ve demokrasi serüveni Batı'daki gibi monarşiyi deviren burjuvazinin marifetiyle gerçekleşmedi. Osmanlı özelinde bu girişimler sürekli bürokrasi içinden bir elitist grubun çabaları sonucu gerçekleşmiştir. Tanzimat, Islahat, 1876-1908 hareketleri hep bu biçimde ortaya çıkmıştır. 1923 hareketinin de farkı yoktur. Netice itibariyle Türkiye'de monarşi devrilmiştir ancak bunun öznesi Batı'daki gibi burjuvazi değil bürokrasi olmuştur.
Cumhuriyeti ilan eden askeri bürokrasi daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) adıyla kurumlaşmış ve CHP+Ordu şeklinde bir bütünlükle iktidarını uzunca bir zaman sürdürmüştür. İktidar kadrosu diğer taraftan kapitalist üretim tarzını da kendi elleriyle geliştirmeye başlamıştır. Zaman içinde yükselen burjuvazi batıda olduğu gibi tek başına iktidar olma isteğine ulaşınca 1946 hareketi gerçekleşmiştir. Artık egemenler arasında ciddi bir ikilik mevcuttur ancak işçi sınıfının sömürülmesi ve dizginlenmesi gibi noktalarda aralarından uzunca bir zaman su sızmayacaktır. 1946 ile birlikte Türkiye halkı iki muktedir güç arasında paylaşılmıştır. Zaman zaman adlar değişmekle birlikte bu bölünme, CHP+Ordu'nun temsil ettiği Kemalist Bürokrasi ile Demokratların temsil ettiği liberal burjuvazi şeklinde müşahade edilebilir. Türkiye'nin son 70 yıllık mazisi bunlar arasındaki kavgada kazanılan kaybedilen mevzileri anlatır. Türkiye işçi sınıfı; bu iki öğe arasında bölünmüştür yıllar yılı.
1960 darbesi Kemalist bürokrasinin burjuvaziye karşı bir zaferi gibi görülebilir. 1971 darbesi ise burjuvazinin temsilcisi iktidara yapılmakla birlikte Kemalist bürokrasinin "sol" ambalaj altında kitleselleşmesini sağlamıştır. Zira bu olmasaydı kapitalistleşen ülkede gelişen işçi sınıfı 1970'lerle birlikte örgütlü ve kitlesel bir işçi sınıfı muhalefetini ortaya koyabilirdi. On yıl sonra 1980 faşist darbesi bu muhalefeti tamamen yok etmek için Kemalist bürokrasi ve liberal burjuvazinin işbirliği içinde gerçekleştirildi. 1997'de bu ikili bir işbirliği daha sergileyecektir.
2002 ile birlikte değişen dünya düzeninde küresel aktörlerin Türkiye'ye biçtiği rol ve Türkiye burjuvazisinin emperyalleşme emelleri doğrultusunda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı doğdu. Bu iktidarın tarihsel ve siyasal anlamı, AKP'nin yükselen ve batı ile bütünleşmek isteyen Türkiye burjuvazisinin önündeki tüm engellerden kurtulma azmini temsil ettiğidir. Türkiye 2002 yılından itibaren tarihinde görülmemiş oranlarda kapitalistleşmiştir. Burjuvazi artık iktidarını paylaşmak istememekte ve bütün mazi engellerinden kurtulmayı dilemektedir.
AKP'nin laiklik konusunda feryatlar kopmasına neden olan ve "cumhuriyet elden gidiyor" naraları atılmasına sebep olan pek çok icraatı aslında Kemalist bürokrasinin, egemenler ortaklığından tasfiye edilmesi anlamına gelmektedir. Burjuvazi, batıdaki gibi hakimiyetini kimse ile paylaşmak istemiyor artık Türkiye'de. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) son dönemlerde geri çekilmesi, anayasa tartışmalarının hızlanması ve daha pek çok uygulama bunun göstergesidir. 1940'lardan beri süregelen ikili iktidar yerini batıdaki gibi burjuva hakimiyetine terk etmektedir. Kemalist bürokrasi için yenilgi mutlak bir gerçeklik arz ediyor. Önümüzdeki süreçte CHP-MHP gibi eski düzen kalıntısı partilerin hayatiyet şartları bu yüzden bulunmaktadır.
Bir sosyalist olarak bu süreci işçi sınıfı açısından oldukça pragmatik değerlendirmekteyim. Sınıfın, geçmişte çeşitli manipülasyonlar ve içsel sıkıntılardan dolayı iki egemen güç arasında bölünmesi, örgütsüz bulunması sürekli aleyhine gelişmiştir. Bürokrasiyi temsil eden bazı sağcı partileri devrimci ve hatta solcu sanma yanılgısı yıllar boyunca işçi sınıfını sıkıntıya sokmuş adeta boğmuştur. Yeni dönemle birlikte sınıf, karşısında tek başına ayan beyan dikilen gerçek "düşman" burjuvaziyi görebilecek ve devrimci örgütlü muhalefetini daha rahat ortaya koyabilecektir. Elbette sınıfı manipüle etmek için burjuvazi yeni bir takım girişimlerde bulunacaktır ancak koşullar ve diyalektik materyalizmin sonuçları manipüle edilemez. Kemalist bürokrasiyi tasfiye eden hemen her girişim uzun vadede Türkiye işçi sınıfının yararınadır.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın 1930'ların Atatürk milliyetçiliği adlı militarist doktrinini ortadan kaldırması bu anlama gelmektedir. Bir egemen böyle böyle tasfiye edilmekte, elindeki mevzileri yitirmektedir. Ancak okullar hala son derece militarist durumdadırlar. Örneğin sabahları tek tip(!) kıyafet giyen binlerce öğrenci içtimaya(!) dikilip onlara rahat-hazır ol(!) komutu verilmektedir. Milli Bayram günlerinde aynı öğrenciler askermişçesine uygun adımda yürütülmeye, bazı askeri ritüelleri yapmaya zorlanmaktadırlar. Kemalist bürokrasi tasfiye ediliyor ve militarizm toprağa gömülüyorsa bu çağdışı uygulamalardan kesinlikle bir an önce vazgeçilmelidir. (VT/EKN)