Örgütlü olan kazanır...
Yaklaşık yüz iki yüz kişilik bu grup meydanı inleten tekbirlerinin akabinde civardaki mahallerden gelen seyircileri ve kalabalığa karışmış Filistin mücadelesine duyarlı sol olmayan kitleyi bir anda etraflarına topladılar ve gruplar arasındaki dengeyi sağlayıverdiler. "Baskın basanındır", "Örgütlü Olan Kazanır" ne derseniz deyin yeni bir meydan savaşını daha kazanmışlardır ve bunu ev sahibine karşı en ufak bir husumet ve terbiyesizlik yapmadan başardılar. Tabii eğer kürsüden karanlık mı aydınlık mı olduğu belirsiz oturma odalarının rahatlığında pasif eylem çağrıları ve barış sloganları yükselirken İslami kesimin attığı "Yaşasın Filistin Direnişimiz" sloganlarını saymazsak.
Aslında coşkularının kaynağı da tam da bu söyledikleriydi. Filistin davasında yer almalarından dolayı ölenlerin, direnenlerin, savaşanların da kendilerinden olduğu gerçeğinin bilinciyle tüm mücadeleyi sahiplenip bunu ilan ederlerken meydanı da kazanmasını bildiler . Haksız da sayılmazlardı ve bir gerçeği "sol"un yüzüne haykırmaktan duydukları haklı onurla sesleri daha bir gür çıkıyordu. Bosna savaşında Taksim Meydanı'nı fiili olarak miting alanına çevirmişlerdi, Çeçenistan'daki mücadeleyi bir onlar sahiplenmişti, Kosova direnişinde ise Arnavutların yüz vermemesinden dolayı o kadar aktif değillerdi fakat yine de hiç ikircikliğe kaçmadan Kosova Arnavutlarını hem NATO hem de Sırbistan'a karşı onlar savunmuştu. Pazar günü bu mücadelenin gururuyla bize sesleniyorlardı; "Filistin'de de biz varız, sol hiç bir yerde yok", "Yaşasın Filistin Direnişimiz".
28 Şubat
Çünkü biz 28 Şubat'a da direnmemiştik ve işin kötüsü onların bu tarihten hemen önce Filistin'in ipinin çekilmesinde pay sahibi olduklarını, İsrail'le askeri anlaşmaya onların imza attığını yüzlerine bir kez dahi vurmamıştık . Oysa Milli Görüş'ün oy oranı bu anlaşma imzalanmasından hemen önce ve anlaşmanın hemen sonrasında %5 gibi kemikleşmiş kitlesini temsil eden bir orana düşmüştü. Şubat'ın o günü İslami cephenin Filistin'e ihanet olarak görülen eylemden dolayı kafası karışmış, şaşkınlık içinde darmadağın olmuş saflarını yeniden bir çatı altında toplanması için fırsat olmuştur . Eğer sol o günlerde Filistin dolayımıyla etkinlik gösterseydi arayıp da bulamadığı kitlelere sahip olabilirdi. O Şubat günü bunun önünü kesmiştir yoksa sol için de zaten darbe vurulacak mecalde bir hareket ve hareketlilik yoktu. Fakat sol anlaşmayla aynı dönemde gündeme getirilen AB üyeliği meselesinin peşine takılarak gündem belirlemiştir. Oysa Gümrük Birliğine girdikten sonra bu zaten geç kalmış ve gereksiz bir tartışma haline gelmişti.
Kudüs...
Pazar günkü mitingdeki İslami cephe için bu ihanet, kendilerine ait bir hata olarak değil devlete ait bir tercih olarak görülmektedir. Sırtlarında bir yumurta küfesi yoktur, en azından olmadığını düşünüyorlar ve tüm yükü başkalarına postalıyorlar. Devlet bu gafı onlara hatırlatamaz, çünkü gereksiz bir yara kaşıma seansı olur sol da bunu zaten görmezlikten gelmiş ya da basbayağı görmemiştir. Bu rahatlıkla ortalığı inletiyorlardı; işitmeye başladığınız kelimeye bağlı olarak; "Ordu Kudüs'e" ya da "Kudüs'e Ordu". Üstelik bu sloganı, tam da Ufuk Uras kürsüden Kudüs'ü kozmopolitliğinden dem vurarak özgür, bağımsız, herkesin olan bir kent olarak görmek istediğini söylediği anda atıyorlardı. Solun aksine meydanda ne istediğini bilen, politik olarak net olduğunu düşünen ve kararlı bir kitle vardı. Kudüs onlarındı ve paylaşmak istemiyorlardı .
Fırsatlar...Sloganlar
ÖDP'nin slogan listesinde olmadığından olsa gerek ikinci haleyi oluşturanların, tekbir nidalarına karşı attıkları "Faşizme karış omuz omuza " sloganına meydanın merkezi itibar etmedi. Fakat darbeyi faşizmden saymayan doğru bir tespitle donanmış olan İslami kitle bu sloganı yeterli görmeyerek "Zulme karşı omuz omuza " sloganıyla duruşlarındaki netliği gösterecek bir fırsat daha buldular. Böyle fırsatların hiç birini kaçırmadılar ve bir anda yakaladıkları psikolojik üstünlükle solun üstüne yeşil bir örtü serdiler. Meydandaki bütün kitleyi hedefliyorlardı. Ferhat Tunç'un şarkısına eşlik ettiler, "Her yer Filistin hepimiz Filistinliyiz" sloganına katıldılar daha sonra bunu sık sık tekrarladılar. Bir haksızlığa yer vermemek için bu sloganı sahiplenmekte yine de ÖDP'lilerin bariz bir üstünlüğü olduğunu kabul etmek gerekir; ne de olsa kendi bayraklarının bolluğunun yanında bir adet Filistin bayrağı ve hemen hemen tüm üyelerinin kreasyonlarını tamamlayan bir unsur olarak kullandıkları "puşi"leri mevcuttu . Filistin'in ağırlığı bu şekilde yansırken asıl ilgi bir dakika karanlık-aydınlık eylemi için İstanbul'dan Oslo ve New York'a uzanıyordu. Bunun yanında İslami kesim kendi özgün motifleriyle gelmişlerdi, türbanlar, takkeler, şalvarlar ve son zamanda "photoshop" programı kullanıcılarının kanıtladığı gibi Bush'a da çok yakışan makas yüzü görmemiş sakallar. Bayrak olarak da bir adet Çeçenistan bayrağı tek başına sola çok şey anlatmaya yetiyordu.
Bazı küçük sol grupların attığı "Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin" sloganı yerine solun geniş kitlesi tarafından tercih edilen "Halklar Kardeştir" sloganına her fırsatta Müslüman kardeşliğini işaret edecek şekilde cevap veriyorlardı.
Mitingin öğrettikleri
Oysa tam bu noktada Filistin, Çeçenistan, Kosova'ya sahip çıkacak bir sol, başka yerler üzerinden İslami kesimin duyarlılığını test edebilir onlara yönelenlerin saflarında kafa karışıklığı yaratarak cazibe merkezi olabilir ve saflarını genişletebilir. Durdukları, tökezledikleri noktada "Susma sustukça sıra Çeçen'e (Arab'a) gelecek" sloganı ideolojik ve moral üstünlüğü ele geçirmemizi sağlayacaktır. Bugün İslami, milliyetçi ve faşist partilere oy veren işçi sınıfını, diğer sınıf ve toplum kesimlerini kazanmayı hedefliyorsak"Filistin'e Özgürlük" mitingi iki şeyi birden göstermiştir; ya bu kitleleri kendi programımıza kazanacağız ya da onlar bize mezar kazacaklar, miting sırasında bir kez daha görme fırsatı buldukları gibi bu son merasim için ezana ve duaya ihtiyacımız olmadığının bilincinde olarak .
Kuşkusuz meydanda İslami kesimin gözüne kestirebileceği bir kitle vardı. Davetsiz olmalarına rağmen ÖDP dışında mitinge gelenler olmasaydı İslami kesim meydanda çoğunluğu oluşturacaktı. İç tartışmalardan bunalmış ÖDP, anlaşılan odur ki henüz gücünü toparlayacak durumda değildir ve gidenler kadar kalanlarda moralsizlik içindedir. Oysa Filistin'deki son gelişmeler ve toplumun bu konuda artan duyarlılığı ÖDP'nin toparlanması için iyi fırsat olabilirdi. İyi bir başlangıç da yapmıştı. Son işgalin daha ilk günlerinde sokağı yoklayarak solun Filistin sorununda öne çıkmasını sağlamış, eylemiyle diğer gruplarında rehavet içinde kalmasına engel olarak sağın "sol"lanmasına zemin hazırlamıştı. Fakat son miting bu geçici önderliğe nokta koymuştur. ÖDP henüz kitlesini dahi hareketlendirecek kapasitede değildir. Çıtayı düşürerek bu hareketlenme sağlanamayacaktır. Sokak yerine oturma odalarını tercih eden bir eylemlilik, buradan elde edilecek motivasyonu organize edemez . Susurluk eylemliğinin bunu öğretmiş olması gerekirdi. Eylem tutmasına rağmen toplumda yakalanan duyarlılığın canlılığa ve başka eylemliliğe dökülememesi, bu kampanya sayesinde hayatının ilk örgütlü eylemini gerçekleştirenlerde moralsizliğe neden olmuştur. Başarılı olamamış bir eylem tarzı kitlelerde bu tür eylemlere karşı güvensizlik doğurur ve hiç bir şeyin değişmeyeceğine dair fikri sabitleştirir, bu da bir daha ki sefere katılımı düşürür. (Umarım yanılıyorumdur, önümüzdeki kampanyada bunu hep beraber göreceğiz.) Fakat ÖDP mitingde gösterdiği performansla bu kampanyada da pek etkin olamayacağının işaretini vermektedir. Bu tür zaaflar göz önüne alınarak eylem kararları ve organizasyon sağlanmalıdır. Bunun içinde gücümüzün ne olduğunun tespit edilmesi önemlidir ve Pazar günü bu tespit için iyi bir veri oluşturmaktadır.
Tekbir yerine...
Diğer sol parti ve gruplarla işbirliği kaçınılmaz görülüyor, ve miting için böylesi bir işbirliğinin ilk adımı olarak çağrı yapılması gerekirdi.Tabii ki çağrı olmaksızın da gelebilirler, sanıyorum İslami kesim de çağrısız geldi, iyi de yaptı. Fakat bu gerçek, çağrının dayanışma için uzatılan bir el olduğu gerçeğini de yadsımaz. Gelmeyen gruplar hata yapmıştır fakat ÖDP onlara bunun bir hata olduğunu gösterebilecek bir örgütlülük sunamamıştır, bu anlamda sorumluluk ona aittir. Geniş kitleleri hedeflemiş bir partiden en azından henüz kendisinden ayrılmış/ayrılmak zorunda kalmış kesimine, kendi yönelişinin doğruluğunu gösterme gayreti içinde olması beklenirdi. ÖDP açısından böylesi bir fırsatın da kaçırılmış olduğu aşikardır. Herhangi bir parti yarış havası içinde değil ama rüştünü ispatlama gayreti içinde olmalıdır yoksa kitle partisi olma iddiasının geçerliliği olamaz.
Aşkın ve devrimin partisi bırakın aşkı sokaklarda devrimi dahi ağzına almıyor. Mitingde bu yönde bir tek slogan dahi duyulmadı. Oysa "Filistin'e Özgürlük, Tek Yol Devrim" öyle çok uzak bir geçmişe ait gibi görünmüyor. Unutulmuş da olamaz. Bir zamanlar Filistin ziyaretleri yapan sol gelenek en azından o günlere ait gönül borcu için meydanda olmalı ve Filistin'e tekbir yerine devrim mesajlarını göndermeliydi.