Kamile’yle ilk defa Ankara Numune Hastanesi’ne kurul için götürüldüğüm sırada ringde tanıştım. Ring hücresinde üç tutsaktık. Üçüncü kadının siyasilere düşmanlığı, “asker katili” diye damgalaması ve tacizkâr tutumu, Kamile’ye yansımamıştı. Aynı hücreye konulduğumuzda diğerine nazaran sükûnetini koruyan kişi oydu. Irkçı tutsağın tacizkâr tutumundan kaynaklı tartışmamız ve benim farklı hücreye alınmamdan sonra onların kendi aralarındaki sohbete kulak misafiri olmuş, Kamile’nin cinayetten hükümlü olduğunu öğrenmiştim. Kısa boylu, kara kuru, 35-40 yaşları arası gösteren bir kadındı Kamile. Hastaneden dönerken onu benimle aynı hücreye koydular. O zaman sorabilme imkânı buldum:
- Neden tutuklusun Kamile?
- Cinayetten…
- Öldürdün mü birini?
- Yok, oyuna geldim. Eşimi, görümcemin kocasıyla birlikte öldürmekten ceza aldım ama ben yapmadım, sadece oyuna geldim.
- Nerede oldu bu olay?
- Erzurum’da. Sonrasında tutuklandım ve bir sene Erzurum Cezaevi’nde kaldım.
- Oradan buraya mı geldin?
- Yok, önce Alanya Hapishanesi’ne götürüldüm. İki yıl orada yattıktan sonra Sincan’a getirildim.
- Ne zaman?
- Üç sene önce.
- Cezan onaylandı mı?
- Evet, Yargıtay onayladı.
Kamile için hayat zordu. Öğrendim ki 31 yaşındaydı ve en büyüğü 11, en küçüğü 6 yaşında, 4 çocuk annesiydi. Ailesi eşini öldürdüğüne inandığı için onu evlatlıktan reddetmiş, kısaca defterden silmişti. Altı senelik tutsaklığından ailesiyle hiç irtibat kurmamıştı. Çocuklarını ona göstermiyorlardı. Çocukların velayetini kayınbiraderi almış ve Kamile mahkeme açmasına rağmen her defasında o haklı çıkarak çocukların anneleriyle bağını koparmıştı.
- Tahsilin nedir Kamile?
- Okuma yazmayı öğrendim sadece.
- İçeride mi?
- Evet Alanya Cezaevi’nde.
- İyi yapmışsın.
Ne denilebilirdi, asıl içler acısı hikâye ise Kamile, cezaevi yaşantısından bahsettiğinde çıkacaktı ortaya. Cezaevinde sınıfsal ayrım en az dışarıdaki kadar keskin ve netti. Ailen gelmiyor ve para yatırmıyorsa cezaevi iaşe vermesine rağmen ihtiyaçlarının çoğunu karşılayamıyorsun demekti ve elbette bu durumdan faydalananlar da çıkacaktı.
Kamile “meydancılık” diye tabir edilen, koğuş temizliği, getir-götür, diğer tutsakların çamaşır ve bulaşıklarını yıkama işlerini üstlenmişti. Bir paket sigara için birlikte kaldığı kadınların iç çamaşırına kadar yıkadığı hatta kötü niyetli olanların onu ezmek için kirli çamaşırlarını önüne attıklarını, aşağıladıklarını, onun ise sessizce bunlara katlandığını anlattı. Düşündüm, hayatın en dip ve karanlık yeri olsa gerekti Kamile’nin yaşamı; çocuklarının özlemini çekerken, böylesi ağır bir gündelik hayat eziyetine katlanmak…
Duygu durumu gelgitliydi ve anlatımlarına da yansıyordu bu. Bazen sessizce, umursamaz bir tavırla ifade ediyordu kendini, bazen de hınçla anlatıyordu yaşadıklarını. Merak ettiğim ve ondan dinlemek istediğim daha çok şey olmasına rağmen ring cezaevine ulaşmış ve biz ayrılmak zorunda kalmıştık, lakin Kamile’yi aklımdan hiç çıkaramamıştım.
Aradan haftalar geçtikten sonra ve ben Sincan’dan kadın portreleri hazırlayarak gazeteye göndermeye karar verdikten sonra yazmaya başladım Kamile’nin hikâyesini. Eksik olan onun onayını almaktı ve bir gün koli dağıtımı için koğuştan çıkarıldığımda, koli açma ve kayıt bölümünden Kamile’yi gördüm. Ben içeri giriyorken, o çıkmak üzereydi bölümden. Ayaküstü hızla sordum, hikâyesinin yayımlanmasına ne diyeceğini. Tabii o anki ruh halimle ayaküstü ne kadar anlatılabilirse o kadar anlatabildim konuyu. Kamile yüzünde beliren dehşet ve kaygıyla, “hayır, kesinlikle istemiyorum,” dedi. O kadar netti ki anında vazgeçtim kararımdan ve onunla ilgili bölümleri iptal ettim. Ta ki ikinci Numune yolculuğumuza kadar...
Meğer Kamile’nin zehirli guatrı varmış ve ameliyat olmuş Numune’de. Ameliyat sonrası kontrollere gidip geliyormuş. Benimki malum idare tarafından kurula gönderiliyordum rutin olarak. Haliyle o gün yine aynı ringde karşılaştık. Bu sefer hastanenin mahkûm nezaretinde, nispeten ferah bir ortamdaydık. Yanımızdan cinayetten hükümlü bir kadın daha vardı ve nezarete konulduğumuz andan itibaren Kamile ona kaş göz yaparak benim siyasi olduğumu anlatmaya çalışıyordu. Sincan’da siyasileri pek sevmiyordu bazı adliler, ama nefret dolu ve düşman da değillerdi. 90’lardan bu yana çok şey değişmişti. Eskiden “siyasi tutsak” olan adımız hem resmi jargonda hem de kişisel hitapta “terör, terörist” olarak değiştirilmiştir. “Terör koğuşları, terör, terörist, terörden gelmiş…” gibi sıfatların hem idare hem adliler tarafından çok sık kullanılması vakayı adiyedendi kısaca. O sırada tekrar konuyu açtım:
- Hikâyenin yayımlanmasını neden istemiyorsun Kamile ? Hukuki durumunu ve olay ayrıntılarını değil, cezaevi koşullarını anlatacaktım ağırlıklı olarak. Seninle empati kuranlar, yardım etmek isteyenler de çıkabilirdi.
- Olur mu öyle? Sahiplenen, yardım etmek isteyen çıkar mı?
- Çıkar belki, neden olmasın?
- O zaman yaz mutlaka. Dur ben yazarım adımı, soyadımı, koğuşumu, sonra karışıklık olmasın.
Kamile’nin soyadı İnan, koğuşu H4 idi. O gün yine ameliyat sonrası kontrole gelmişti hastaneye. Hikâyesinin devamını sordum ona, anlattı. Bir sene kadar önce ölmüş babasının maaşını kendisine bağlatabileceğini öğrenmiş cezaevi psikologlarından ve gerekli başvuruları yapmış. Lakin maaş altı kişi (anne ve kardeşler) arasından bölündüğünden Kamile’ye düşen ayda sadece 100 TL olmuş. “Yine de rahatladım,” dedi. “Artık kimsenin boklu çamaşırını yıkamıyorum, aşağılamasına katlanamıyorum.”
- Ayda 100 TL neye yeter Kamile?
- Yetmiyor ki zaten. Çok az ama hiç olmamasından iyi yine de. Arada idare de yardım ediyor. Kıyafet, sigara vb. veriyorlar, öyle idare ediyorum işte.
- Ama sana dışarıdan yardım edilmesini istersin, değil mi?
- Evet, biri okuyup ilgilenirse, yardım ederse ne güzel olur. Belki çocuklarımı görebilmem için de bir yol açılır.
- Belki…Daha kaç yılın var Kamile?
- 18 yıl daha yatacağım. Çıkınca gidecek kimsem de yok. Ailem beni silmiş, yol iz bilmem. Ama cezaevinde iyi halim var, belki olur bir şeyler erken çıkarım. Ya da çocuklarıma yakın bir yere sevke giderim, ne güzel olur…
Ağırlaştırılmış müebbet cezası almış ve hayattan çok çekmiş Kamile’nin hâlâ geleceğe dair umutları vardı. Çocuklarına kavuşmak için, yeniden başlamak için, yaşamak için… Yaşadığı zorlukların altında ezilmemişti. Onda izler bıraksalar da belini bükememiş, umudunu kıramamışlardı demek. Bu yüzden imrendim Kamile’ye. Hayat böyle bir şeydi. Ben onun hayallerine ve insanlığına dair çok umutsuz ve karamsar olsam da biliyordum ki Kamile’nin yaşam dayanağı bu beklentilerdi. Belki tam da böyle olmak gerekiyordu. O yaşamın dibine de vursa yine yüze çıkacağını düşünerek hayatına devam edebiliyordu. Tersi kopkoyu bir karanlıktı ve ben sanırım karanlığı görmek ve teşhis etmekten daha çok haz almaktaydım. Hem düşündüm hem izledim Kamile’yi. Tahliller sonucunda üç ay kontrole gelmesine gerek olmadığını duyduğundaki sevincini, sevk planlarını yapmasını, sakinliğini… (AG/HK)
Sincan'dan Kadın Portreleri yazı dizisinde
Yarın: Üniversiteli "Kobra"