"12 Eylül'de yaşadıklarımız tabii ki kişisel değildi. Toplum olarak hepimiz kötü günler yaşadık ama nedense kadınlar bu süreçte pek görünür değiller" diyen Özlem Türkmen 17 yaşında, lise son sınıf öğrencisiyken '81 Mart'ında Gayrettepe 1. Şube'de gözaltına alınıyor. Tam elli gün süren sorgulamanın ardındansa tutuklanıp Metris Cezaevi'ne gönderiliyor. Cezaevinden 1984'te çıkıyor.
Türkmen'le 12 Eylül'ün kendisini ve gerek o dönemde gerek sonrasında kadın olmak üzerine etkisini konuştuk.
17 yaşındaydım daha...
"12 Eylül'den sonra sağ kalanlardan biri olarak hayatıma devam ettim. Kendi yaşadıklarım dışında tanıklıklarım da var. Azı çoğu eksiği fazlası olmadan hepimiz işkenceden geçtik. 17 yaşındaydım, çocuktum ama işkencelerde söz konusu olan kadınlar olarak bedenlerimiz oldu. Tabii şimdi 27 sene öncesinde dönüp anlatmak kolay değil."
Türkmen gözaltı günleriyle başlıyor:
"Kadınsınız. Bedeninizde sizi en fazla acıtacak en fazla neyse o, son derece sitemli, hesaplı bir şekilde uygulanıyor. 7-8 kadının yaşadığı iki metre karelik, karanlık hücrelerde, elektriği, falakası, askısı, küfrü, tacizi, tecavüze yeltenilmesi vs. artık kamuoyunda da bilinen her türlü işkenceyi yaşıyorsunuz. Bu kadınlar birbirleriyle çok fazla konuşamadan yan yana yaşadılar."
Bir de dışarıdaki kadınlar vardı
İçeride kadın olmak dışında dışarıdaki yakınlara, çocuklara, annelere de değinmeden geçemiyor Türkmen.
"Şubenin kapısında 'yok' cevabını günlerce dinliyorlar. Üstelik orada olduğumu bildikleri halde. Onların yaşadıkları acının büyüklüğünü sonradan anne olduğumda daha iyi anlıyorum. Bunun bir tek anlamı var. Yok edilmek üzere orada tutuluyorsunuz. Yok edilebilirsiniz. Ve bunun hesabını vermemek için zaten 'yok' olduğunuz yakınlarınıza söyleniyor."
Ve gözaltından sonra tutukluluk hali, Metris günleri başlıyor:
"Benim olduğum dönemde yaklaşık 200 kadar kadındık. Tabii birileri gidip birileri geliyordu. Mamak, Diyarbakır ve diğerleri gibi planlı, kurgulanmış işkencenin, politikaların uygulandığı zamanlardı. Onurunuzu kırmaya, aşlağılamaya dönük davranıyorlardı. Sizi kişiliksizleştirme politikası. Sonra başka bir aşama, örneğin 'soyun' diyorlar. Karşı koyduğunuzda üstünüz, iç çamaşırlarınıza kadar yırtılıyor. Bedeninize saldırılıyor. Sonra askerlerin önüne atılıyorsunuz."
Cımbız operasyonları...
Türkmen taciz, edilerek, dövülerek havalandırmaya atıldıklarını, içeri alındıklarında yatakların eşyaların da parçalandığını, üzerlerine yağ, şişelerinin kırıldığını, yiyeceklerin saçıldığını anlatıyor.
"Hasta olur, doktor isterdik, vermezlerdi. Cımbızın tehlikeli bir alet olduğu iddasıyla koğuşumuz basılırdı. Pamuk isteriz özellikle vermezlerdi. Böyle günlerin, ayların, yılların geçtiği bir dönem."
Açlık grevlerindense şöyle bahsediyor Türkmen:
"Yapabilecek bir şey olmadığı için insanlar da pasif savunma yöntemi olarak açlık grevleri yapıyorlardı. Sonrasında ölüm oruçları geliyordu. Bu insanların önlerine çizdikleri bir direniş çizgisiydi. Dışarıdaki kadınlar, annelerimiz başta olmak üzere onlar da belki de Türkiye'nin ilk insan hakları mücadelesini bütün adli makamlara başvurarak başlattılar."
Türkmen'in anlattığına göre 8-10 ay görüşme yasakları, mektuplaşma yasakları var. Avukat ziyareti ya da mahkeme öncesi 'üzerlerinde herhangi bir şey olmadığını kanıtlamak için' çırılçıplak soyunmak gibi keyfi uygulamalar da yaşamışlar. Tutuklu kadınlar bu uygulamaları reddettiklerindeyse mahkemeye çıkamıyor ya da avukatlarıyla görüştürülmüyorlardı.
"Ailenizle zaten görüşemiyorsunuz. Sizi orada kıstırıp şunu diyorlar: 'Askeri tutuklusunuz. Bize komutanım diyeceksiniz. Askeri tutuklulara ne yapılıyorsa onu yapacaksınız.' Siz de siyasi tutuklu olduğunuzu söylersiniz. Ve orada çatışma başlar. Bir de Harbiye Marşı ve Türkiyem şarkısının sürekli dinletildiği 40 günlük açlık grevi süreci aklımda."
Türkmen yaşadıklarını anlatırken içeride kadın olmanın daha başka bir kendine özgü anlamı olduğunu hep hatırlatıyor, "Kadın olduğunuzda size uygulanan muamelenin farklı olması kaçınılmazdı" diyor.
Bu durum aynı zamanda içerideki ve dışarıdaki kadınların kolektif bir yaşam kurmalarına da neden oluyor.
Cezaevinden çıkınca da bitmedi, iş bulamamak aç kalmak demekti
Metris günleri bittiğindeyse Türkmen "Cezaevinden çıkınca bambaşka bir dünya bekliyor sizi" diye başlıyor anlatmaya:
"İçeride yatmış hükümlüsünüz. İş bulmak zor. Herhangi bir işe başvurduğunuzda 'temiz' kağıdı isteniyor. Bu birçok kadın için kendi ekonomisini oluşturamamak, aç, yoksun kalmak demekti. Hele bir de çocuğu olanlar için daha ağır bir durumdu."
"Şimdi bir sürü insana 12 Eylül sorulduğunda hatırlanmıyor, 'darbe' diye hatırlatıldığındaysa 'İstanbul'da mı?' cevabı veriliyor. Bir deformasyon söz konusu" diyen Türkmen bellek yitimine dikkat çekiyor.
"Yüzleşme için benim bu acıları yaşamam gerekmiyor. Tarihi doğru bir noktaya yerleştirdiğimizde gelecek için doğru bir perspektif çizmiş oluruz. Evet ben o günleri yaşadım, binlerce insan yaşadık. Çoğumuz erken öldü. İnsanlık dışı durumların yarattığı tahribat büyük. 50'lili yaşlarda aramızdan ayrılan bir kuşak. "(EZÖ/EÜ)