* Fotoğraf galerisi için tıklayın.
Sınırdışına çekilen ilk PKK’li grupları izlemek için Erbil’den başlayan yolculuğum Metina’da kampta geçirdiğim bir gecenin ardından Heror’da sonlandı.
Türkiye ve Kürdistan Özerk Bölgesi’nden gazetecilerle, dörder kişilik gruplar halinde Metina’ya vardığımızda, ilk grup sınırı geçene kadar burada kalacağımızı öğrendik. Metina’daki kamp gazeteciler için hazırlanmış, gerilla normalde burada kalmıyor. Ama kamp görevlileri, standart bir PKK kampının da aynı burası gibi olduğunu söylüyor.
Kampa girerken, güvenlik nedeniyle çantalarımızı arayıp telefonlarımızı toplamaları gerekiyor. 25 Nisan’da Kandil’deki basın açıklaması öncesinde gazeteciler bu işlemler sırasında o kadar çok maraza çıkarmışlar ki, çok çekinerek rica ediyorlar. Çantalarımıza usulen şöyle bir bakıp, ihtiyaç duyduğumuzda telefonlarımızı alıp çalıştığımız medya kuruluşlarıyla iletişim kurabileceğimizi belirtiyorlar.
Dağ koşulları gazeteciler için zorlu. Acemiliğimiz nedeniyle, aşınarak açılmış patikalar yerine ıslak çalıların arasından yürüdüğümüzden, Abdullah Öcalan, Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan’ın resimleri ile Kürdistan bayraklarının bulunduğu barakaya gelene kadar sırılsıklam oluyoruz. İkram edilen çaylarımızı yudumlamaya başlıyoruz.
Şansımıza o gün başlayan yoğun yağmurun altında, ateşin etrafında toplanıp, kısır döngü halinde bir taraftan ıslanıp, bir taraftan ısınmaya ve kurumaya çalışıyoruz. Normalde heronlar nedeniyle ateş yakmadıklarını anlatırken “Biz de sizin sayenizde uzun zamandır ilk defa ateşte ısınıyoruz” diyorlar. Ama heronların görüntü almasını engelleyen özel şemsiyeleri açmayı da ihmal etmiyorlar.
Ateş başında PKK’yi, Kürt hareketini, çözüm sürecini, dağlarda hayatı konuşuyoruz gerillalarla. “Biz çekiliyoruz. Karşı taraf da üzerine düşeni yaparsa barış gelir. Ama 30 yıldır olduğu gibi herkes birbirinin üzerine atarsa olmaz” diyorlar. Biz gerillalara soruyoruz süreçle ilgili görüşlerini, onlar da bize.
“Gerilla hayatı kaçış ya da macera değil”
Hemen kadınlara yanaşıyorum. Yaşça daha büyük olanlar Türkçe bilmiyor. Genç kadınlardan bazıları ise gülerek, Türkçeyi neredeyse unuttuklarını söylüyorlar.
Kadınlar dağda kendilerini daha özgür hissettiklerini anlatıyorlar. Oldukça genç bir kadın, “Türkiye’de Kürt olarak hep ayrımcılık görüyorsun. Okula gittiğinde bile sana ‘kıro’, ‘kuyruklu Kürt’ diyorlar” diyor, liseyi bırakıp dağa çıktığını anlatıyor. Bir diğeri, “Kürtlere Türklerin renginde yaşayacaksın diyorlar” diye başlıyor söze. Yani yaygın (ve bir o kadar da tuhaf) kanının aksine evden kaçmak, aile baskısından kurtulmak için çıkmıyor bu kadınlar dağlara.
“Buraya bir kaçış olarak, bir macera olarak gelirsen dayanamazsın. En fazla birkaç aya dönersin. Zaten böyle durumlar çok nadir oluyor. Gelmek için bilinçli olmak lazım”.
“Erkekleri eğitmek zor”
32 yaşında Ercişli bir kadın gerillayla sohbet ediyoruz. Bulunduğumuz kampa sınırdışına çekilen grubu karşılamak için gelmiş. 12 yıldır dağlarda olduğunu ve o zamandan beri YJA Star’da (Özgür Kadın Birlikleri) olduğunu söylüyor.
Dağa çıktığından beri ailesiyle, daha doğrusu annesiyle bir kere konuşmuş. Özlemiyorlar mı, diye soruyorum, “Annelik farklı duygular içerir ama Kürdistan gerçeği de farklıdır. Bununla doğmuş, büyümüş oldukları için mücadelenin öneminin farkındalar. Bu gerçekler özlemlerini bastırıyor” diyor.
JYA Star, HPG’nin silahlı kadın birlikleri. Kadınlar, kimi kamplarının HPG’den ayrı olduğunu, kendi özgün eylemlerini yaptıklarını anlatıyor. Bir de eril zihniyeti dönüştürmek için hem kendi aldıkları hem de HPG’li erkeklere verdikleri eğitimlerden bahsediyorlar.
“Erkekleri eğitmek zor” diyorlar. Kadın özgürleşmesi artık hareketin ilkelerinden biri haline gelmiş ama bu noktaya gelmek için kendi içlerinde de bir mücadele vermişler. “Zihniyetleri dönüştürmek uzun bir süreç. Erkekleri tamamen dönüştürdüğümüzü söyleyemeyiz ama en azından artık herkes bu konuda doğruyu yanlışı biliyor.” Kadın ve erkeğin eşit olmadığı bir hareketin, halkların eşitliği için mücadele veremeyeceğini belirtiyorlar.
Bir kadın “Dağa çıktığımdan beri kendimi daha güçlü hissediyorum” diye başlıyor anlatmaya. Bir diğeri, dağlarda sistemin dışına çıkıp kendi özüne bakmanın bir uyanışı da beraberinde getirdiğini ifade ediyor. Dağlarda kadın-erkek olarak değil, yoldaş olarak bir arada mücadele ettiklerinden bahsediyorlar. Şehirlerdeki Kürt kadın hareketinin güçlenmesinin, kazanımların onları motive ettiğini, daha da güçlendirdiğini söylüyorlar.
18-20 yaşlarında bir kadın gerillaya dağ hayatına alışmanın ne kadar sürdüğünü soruyorum. “Kişiden kişiye değişir. Mevsimden mevsime de değişir. Ama bana dağ mı aile mi diye sorsalar, dağ derim. Aile bir yere kadar. Ya evlenip ya bir iş bulup ayrılıyorsun. Ama yoldaşlık daha derin bir şey.”
Gerillalık artık bir yaşam tarzı
Akşam yemeği için barakada tekrar bir araya geliyoruz. Menüde et-pilav-salata var. Yemeğin ardından çay-kahve eşliğinde sohbete devam ediyoruz.
Dağların ve gerillanın artık onlar için bir yaşam tarzı olduğunu anlatıyorlar. Yani zaman zaman medyada yer alan “evlerine dönecekler” haberleri hikaye. Kimsenin öyle bir niyeti yok. “Şimdi düşünsenize, bu kadar sene dağda yaşadıktan sonra şehre dönüp evlenip çoluğa çocuğa karışıyoruz” diyorlar hafif gülümseyerek, “Bu haksızlık olmaz mı bizim için?”.
Konu silahların bırakılmasına gelince, “Biz bu dağlarda silahları nasıl bırakalım. Yılanı var, vahşi hayvanları var. Kendimizi korumamız lazım” diyorlar. Silahlar, sadece askeri bir güç değil, dağ yaşamının bir parçası anlayacağınız.
Kimsenin eve dönmeye niyeti yok ama Önderlik çağrı yaparsa onu da kabullenmeye hazırlar. Yine de belirtiyorlar, “Bu müritlik gibi anlaşılmasın. Bazen Önderlik de kızıyor ama kesinlikle öyle değil. Ama şöyle düşünmek lazım, Önderlik olmasaydı Newroz’da iki milyon kişi nasıl bir araya gelirdi? Kürtler yaşadıkları tüm zulme karşı bir önder olmadan bir araya gelemedi. 1980’lerde kimse hiçbir şeye ses çıkaramıyordu. 1990’larda bir uyanış başladı. 2000’lerde doğan Kürtlerin isimleri ise Agit, Beritan, Zilan olmaya başladı…”
Saat ilerliyor, sohbet koyulaşıyor ama yağmur dinmek bilmiyor. Dağda yürürken yaptığım acemiliklerden hala sırılsıklamım. Kadın gazeteciler (sayımızın çok az olduğunu da söylemeden geçmeyeyim) çadırlarımıza yerleşiyoruz.
Nihayet karşılama töreni
Sabah saat 4’te “Rojbaş” sesiyle uyanıyoruz. Kahvaltı sofrasında hızlıca bir şeyler atıştırıp, ateşin başında çaylarımızı içtikten sonra, ilk gerilla grubunu karşılamak üzere Metina’nın virajlı yollarına koyuluyoruz.
Heror’a vardığımızda en ön sırada kadınların bulunduğu 30 gerilladan oluşan tören grubu beklemede. HPG Basın İrtibat Merkezi, ortalıkta deli danalar gibi koşuşturan biz gazetecilere bilgilendirmede bulunuyor: “Grup buraya vardıktan sonra kimse yerinden hareket etmesin. Çekim için pozisyonlarınızı alıp bekleyin.” Tahmin edilebileceği gibi böyle olmuyor.
Grubu beklerken kendi aramızda hangi yönden geleceklerini tartışıyoruz. Sonra bir kadın gerillaya “Türkiye ne tarafta kalıyor?” diye soruyorum. Eliyle işaret edip “Kuzey Kürdistan oradadır” diyor benimle hafiften dalga geçerek.
Gerillalar dağın eteklerinden inerek görüş alanımıza girdiğinde, önceki akşam yapılan “Hasan Cemal de gerillaya katıldı” esprilerini o anda anlıyorum! Tabii günlerdir yollarda, internetten uzak yaşadığım için gündemden bir haberim.
30 kişilik grubun komutanı Kürtçe bir konuşma yapıyor. Arada Newroz ve demokrasi kelimelerini seçebiliyorum ama merak edenler ve Kürtçe bilenler videoyu izleyebilir.
“Kuzeyden çıktık, güneyden devam edeceğiz”
Altı kadın ve yedi erkekten oluşan grup, onları bekleyen gerillalarla tek tek el sıkışıp onlar için ateşte pişirilen çaylarını içiyorlar. Ayakkabılarımızdaki çamurlara baktığımızda sanki onlar değil biz dağdan inmişiz gibi bir durum var ortada. Ne de olsa Mekap’lar çamur tutmuyor.
Sınırı geçenler dinlenmeye çalışıyor ama biz pek rahat vermiyoruz tabii. Herkes birileriyle röportaj yapıyor. Ama çekilme çağrısına bu gruptaki gerillaların hepsi çok şaşırmış. Aralarından biri gülerek “Az daha kalpten gidiyordum yani” deyince öyle bir kahkaha atıyoruz ki “şşşt” uyarısını alıp susuyoruz.
Üç senedir dağda olan başka bir gerilla şöyle anlatıyor durumu: “Bu sene kış boyunca eğitimlerde savaşa hazırlandık. Önderliğin çağrısı bize biraz zor, biraz da tuhaf geldi ama yapacak bir şey yok. Süreci Önderlik başlattı bizim de adapte olmamız gerekiyor. Türkiye’ye şunu söylemek istiyorum: Artık Kürt halkı ve Türk halkı kardeş gibi yaşayabilirler. Kürt halkı sürekli eziyet altında. İnsan gururuna yediremiyor. Dağları bırakmak zor çünkü alışmışız. Havası, coğrafyası güzeldir. Ama sorun değil. Kuzeyden çıktık, güneyden devam edeceğiz.”
Türkçe basın açıklamasını yapan kadın gerillayla konuşuyorum biraz da. “Türkiye’ye mesajım şudur: tüm dünya halklarının kardeşliği ve barışı için, Önderliğimizin başlattığı sürece bir cevap vermeleri gerekir” diyor.
Yoldan gelenlerin dinlenmesi için bizim gitme zamanımız geliyor. HPG basın görevlileri gazetecileri toparlamaya çalışırken, onlara da gazetecilerle uğraşmak zor oluyor mu diye soruyorum. Birbirlerine bakıp gülüyorlar. “Yok yani iyi anlaşıyoruz gazetecilerle. Ama farklar var tabii. Mesela çok üşüyorlar, çabuk yoruluyorlar…”
Ardından kamyonetlerin arkasına doluşup, üşüye üşüye, Duhok veya Zaho’ya doğru yola çıkıyoruz. (ÇT)