2016 Kasım’ında yayınladığı ilk sayısından bu yana kültür, sanat ve edebiyat alanında yayın yapan Yeni e, yolculuğuna devam ediyor.
Yeni e'nin öyküsünü ve yayıncılığını derginin yayın kurulu üyesi Rojhat Turgut ve son sayısının editörü Servet Kaplan ile konuştuk.
*Yeni e dergi, gazete, dergi ve televizyonların KHK ile arka arkaya kapatıldığı bir dönemde yayın hayatına başladı. Yeni e’nin nasıl bir yayın politikası var, neler yapıyorsunuz?
Yeni e, elbette 2016’da ortaya çıkan bir fikir değil. 25 yıllık sosyalist kültür yayıncılığına ve dergiciliğine dair önemli bir birikimi ve aynı zamanda bu yolu yürüyecek başka insanlara da yol gösterecek değerli bir fikir, bir yöntemin birikimini taşıyor. Biz de Yeni e dergisi olarak sadece bize değil ama bütün bir kültür sanat alanına miras kalan bu birikimin, deneyimin, fikrin ve inancın sürdürücüsü olmak arzusuyla başladık yayın hayatımıza.
Bu sadece kapatılan dergilerimizden değil, insanlığın tarih boyunca ürettiği bütün ileri kültür birikiminden devraldığımız bir miras. Nâzım’dan aktaracak olursam “bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan düşünüyorum ve anlıyorum ki / bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri / sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur.” Biz de bu ulu ırmaktan beslenen ulu bir ağacın henüz körpe sayılabilecek dallarıyız yani.
Yeni e’nin yayın politikasında taşıdığı gelenek ile ortaklıkların yanı sıra farklılıklar da var elbette. Öncelinin çıktığı koşullar, o günün ihtiyaçları ve tartışmaları ile bugün arasında hem kültür sanat alanının yapısı hem de emekçi sınıfların, gençlerin, işçilerin bu alanla ilişkisi üzerinden düşünüldüğünde büyük farklar var.
Yeni e de bu farka uygun olarak en başta bugünü anlamaya çalışıyor diyebiliriz. Kültür sanat alanındaki dönüşüme, yeni aktörlere, tekelleşmeye, buradaki ideolojik mücadeleye odaklanıyor. Özellikle dosya konularına bakıldığında bu daha iyi anlaşılacaktır. Dosyalar dışındaki bir diğer yönü ise genç yazarların, edebiyatçıların, şairlerin, öykücülerin -elbette kendi estetik ve politik yaklaşımının süzgecinden geçirerek- ürünlerine yer vermeye gayret etmesi. Bugün ilk kitabını yayımlayan pek çok şairin biyografisinde şiirlerinin ilk adresi olarak Yeni e dergisini görmek de büyük bir kıvanç bu yüzden. Yayın politikamız daha uzun uzun konuşulabilir elbette ama sanırım bu kadarı yeterli şimdilik.
"İşçi sınıfının yaratıcılığını ön plana çıkarıyoruz"
*Peki sizi diğer sosyalist kültür dergilerinden ayıran özellikler nelerdir?
Her dergi kendi kulvarında bir fark yaratmayı sürdürüyor kuşkusuz. Biz de geçmişin saklısındaki bu mirası ortak kılma çabasıyla yayın hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Her sanat dalında, eleştirinin geliştirilmesi, insanlığın bilimsel sosyalist dünya görüşüyle donanması için yayınlar yapıyor ve bu yöndeki eğilimleri destekliyoruz. Böyle bakarak belki de farklardan çok diğer sosyalist kültür dergileriyle ortak amaçlarımızdan bahsedilebilir.
İşçi sınıfının ve emekçilerin, işçi sınıfı saflarında mücadele eden devrimcilerin, felsefe, bilim, sanat, edebiyat konularına ilgi duymasını, estetik beğeni düzeylerinin yükselmesini, yaratıcı yönlerinin açığa çıkmasını sağlayacak bir yayın çizgisi izlemeye özen gösteriyoruz. İşçi ve emekçiler içinde sanat ve edebiyatla uğraşanları öne çıkarıp sınıf içinde sanat ve edebiyata ilginin gelişmesi için çalışıyoruz. Diğer sosyalist kültür ve sanat dergilerinden ne kadar ayrıştığımız ise okurun takdiri.
"Dergiciliğin yeniden yeşereceğini umuyorum"
*Dergi, gazete gibi basılı yayınlara olan ilgi düşüyor. Siz de matbu olarak yayın yapan bir dergisiniz. Aylık yayın yaparken son iki yıldır iki aylık periyodlar ile çıkma kararı almıştınız. Dijitale eğilim bu kadar artarken matbu yayın yapma zor olmuyor mu?
Özellikle pandemiden beri kâğıt, matbaa gibi doğrudan dolar kuruna endeksli giderlerdeki aşırı artış basılı dergi çıkarmayı maddi olarak epey zorluyor. Bu süreçte pek çok köklü edebiyat dergisi de ya kapandı ya dijitale taşındı ya da bizim gibi periyod değiştirdi. Hâlâ ayakta kalabilenler ise ancak okurların dayanışmasıyla, aboneliklerle, bazı destek kampanyalarıyla yahut yazarlarının bağışladıkları teliflerle yarına çıkmaya çalışıyor. Basılı dergide özellikle son yıllarda yaşanan gerilemeyi dijitale ilgiden çok bunlarla ilişkili düşünüyorum ben. Bizim mevcut durumumuz da böyle diyebiliriz.
Dergimizi, Kültür Bakanlığı ya da belediyelere bağlı kütüphanelere nasıl sokarız, kimlerden ilan alabiliriz, abonelik sayımızı nasıl artırırız, daha ucuza basan bir matbaa bulabilir miyiz, kapaktan selefonu kaldırsak ne kadarlık bir yükten kurtuluruz, renkli formalarımızı azaltsak mı…? Buna benzer daha onlarca soru her gün aklımızın bir yanında dönüp dolaşıyor. Kalan zamanda ve bu dertlerle boğuşmaktan fırsat kaldıkça da derginin içeriğiyle uğraşıyoruz. Şartlar yeniden bir nefes alma imkânı sunduğunda matbu dergi yayıncılığının da kesildiği yerden yeşereceğini ümit ediyorum bu yüzden.
"Eleştiriler, dergimizi geliştiriyor"
*Uluslararası Yayıncılar Birliği 2023 Raporuna göre genç kuşakların fiziksel kitap ve dergi okuma alışkanlığı giderek azalıyor. Yeni e hangi yaş gruplarına ulaşıyor?
Genç kuşakların okuma alışkanlıklarının azalmasından ziyade değişiminden bahsetmek daha doğru gibi bu meselede. Daha kısa, okurdan daha az çaba isteyen metinlerin, gittikçe de daha yoğun biçimde dijitalden okunduğunu söylemek mümkün belki de. Ama bu durumu “ya, şimdiki gençler okumuyor” gibi değerlendirmemek gerek. Tam tersi örnekler de oldukça yaygın.
Bizim okurlarımız ve hatta yazarlarımız arasında da hatırı sayılır ölçüde genç var. Onların önerileri, eleştirileri dergimizi geliştiriyor. Diğer bir yandan da okurlarımızı yaş gruplarına ayırmak yerine herkesle ortak ve eşit bir zeminde buluşmayı, kültür sanat kritiği yapmayı daha önemli buluyoruz.
"Okurlarımızla pasif bir ilişki kurmuyoruz"
*Peki okurlarınızdan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz, yayıncılık hayatınızdan unutamadığınız bir anıyı paylaşmak ister misiniz?
Okurlarımızla pasif bir yayıncı-okur ilişkisi kurmuyor oluşumuz en önemli yanlarımızdan biri bana kalırsa. Onlardan gelen ilgiye ve övgüye sevindiğimiz gibi eleştirilerine ve önerilerine de mümkün olduğunca alan açmaya çalışıyoruz. Bu ilişkimizden kaynaklı da herkese nasip olmayacak denli zorlayıcı ve takibiyle, eleştirisiyle ya da takdiriyle dergiyi hep bir adım ileriye taşıyan bir okura sahibiz.
"Umudu gerçeğe dönüştürmenin tek yolu mücadele"
Yayıncılığın geleceği ve yayınevi emekçilerinin durumuna dair bir önceki sayınızda özel bir dosya hazırlamıştınız. Biraz önce konuştuğumuz koşulları göz önüne alırsak Yeni e mali zorluklar yaşıyor mu? Yeni e emekçileri de yayıncılığının geleceğine dair endişe duyuyor mu?
Tabii ki. Yukarıda bahsettiğim üzere aklımızın bir ucunda daima derginin içeriğine ilişkin olmayan, maddi durumumuzu nasıl rahatlatabileceğimize, masraflarımızı nasıl azaltabileceğimize ya da nasıl bir kaynak yaratabileceğimize ilişkin -çoğu zaman yayıncılık dışına da çıkan- fikirler dolaşıyor. Bu bir endişe de yaratıyor elbette. Ama “Yayınevi Emekçileri” başlıklı dosyamızda da sıkça ifade edildiği üzere ondan daha fazla da umut taşıyoruz. Tıpkı her sektörde olduğu gibi kültür sanat alanında da yayıncılıkta da bu şartlarla ve kaygıyla başa çıkmanın ve umudu gerçeğe dönüştürmenin tek yolu mücadele.
"Hafıza suistimale açık bir konu"
Son sorum son sayının editörü Servet Kaplan'a olacak. Yeni e'nin 84. sayısı, “Hafıza Çerçeveleri: ’90’lardan Günümüze Türkiye’de Hafıza Temsilleri” başlığıyla çıktı. Neden böyle bir dosya çıkardınız?
![](https://static.bianet.org/2025/02/servet-kaplan.jpg)
Hafıza, Türkiye’de özellikle ’90’lı yıllardan bu yana “popüler” bir konu. Sanatsal üretimlerden akademik araştırmalara, oradan insan hakları mücadelesine kadar pek çok alanda konu edilmesiyle hızla genişleyen bir hafıza sahası ortaya çıktı.
Bu dönemde bireysel boyuttan toplumsal, siyasal, hukuki ve sanatsal alanlara taşınan hafıza, Türkiye’deki sömürgeci ve ulus devlet pratiklerinin yanı sıra otoriter ve baskıcı rejimlerin sebep olduğu felaketler ve inkâr ile yüzleşmede, adalet ve hakikat arayışında başvurulan önemli bir unsur oldu.
Ermeni Soykırımı, ulus-devlet inşası sürecinde uygulanan Türkleştirme politikaları ve şiddet pratiği, askerî darbeler, Kürdistan’daki devlet şiddeti ile 2015’teki çatışmalı süreç, yakın dönemde yaşanan cinayetler, patlamalar ve çatışmalar gibi toplumu derinden etkileyen olayların, bireysel ve toplumsal travmaların, bastırılarak unutturulmaya çalışılan geçmişin tekrar ele alınarak hatırlanması ve kamusal alanda konuşulması için çaba gösterildi. Egemen anlatıların yerinden edilmesi, tarih sahnesinden silinen, sessizleştirilen ve görünmez kılınan “kırılgan” öznelerin (precarious) kamusal alanda görünür ve duyulur kılınması amaçlandı.
Ancak tüm bunlara rağmen, hafıza önemli ölçüde suistimale açık bir konu haline de geldi. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak, hâlâ ziyarete açık olan Feshane’deki Ahmet Güneştekin sergisi gösterilebilir.
Dosya bu sebeple, 1990’lardan itibaren hafızanın kamusal anlam kazanarak edindiği toplumsal, siyasal, hukuki ve sanatsal çerçevelerin bir muhakemesini yapmaya girişirken öte yandan bu çerçeveler ile temsil rejimi arasındaki ilişkileri sorguluyor. Bir yandan Türkiye’de hafıza sahasının geçmişten bugüne neden sıkıştığını ve bunun sonuçlarını ele alırken, diğer yandan bu sorunların nasıl aşılabileceğine dair önemli tartışmalara yer veriyor. Ayrıca dosya, Türkiye’deki hafıza çalışmalarına katkı sağlayacağı düşünülen yazıları da içeriyor.
Yani bütün bu tartışmaların ve özellikle son 35 yıllık birikimin bir muhakemesini yapmak ihtiyacından hasıl oldu bu dosya.
(AV/RT)