Varlığını sürdürmek için iktidarın tutacağı ve göze alabilirse en çok tercih edeceği yol, seçim yapmak olacak.
İvmesini hızlandırdığı ve daha da yükselteceği anlaşılan toplumsal algı mühendisliği harekâtı ile iktidar, oylarını kendisi için tatminkâr bir düzeye getirebildiğini düşüneceği bir anı yakalayacak olsa dahi, en büyük metropolden en ücra mezraya kadar ülke genelinde sistematik seçim hilesi yapmayı, kazanmak için vazgeçilmez, tek garantisi olarak görüyor.
Sistematik seçim hilesi için tuttuğu yol, "sandık hakimiyeti" kurmak olan iktidarın bunun için seferber edeceği insan kaynağı var, ama bu insanların işe şevkleri düşük.
Şevk düşük
Bu şevk, bir 1 Kasım 2015 korku salma seçimine, 16 Nisan 2017 referandumuna, 24 Haziran 2018 baskın seçimine göre düşük. Bu durum ilk, 2019 yerel seçiminde görülmeye başladı; adını daha önce "metal yorgunluğu" koydukları yıpranmanın 'sandık bekleyen' yandaş kitleye yansımasıdır.
Bugün de şevk, yaşanan ekonomik kriz ve bunun sosyal yansımaları sebebiyle düşük.
İktidar toplumsal algı mühendisliği harekâtı ile bu şevki yükseltmeye çalışacak.
Bunun için bir yandan da, kesenin ağzını açarak, bu insan kaynağını seçim görevi için yevmiye hesabıyla fonlayacak; şevkin yetmediği yerde "emeklerini" kiralayacak.
Fonlama bundan ibaret kalmayacak – Kıbrıs seçiminde yaptığı gibi – para ile oy satın almayı da planlayacak.
Bu 'tedbirler' de seçimi göze almasına yetmeyecek.
Seçim gününde oy verme sürecinde işlerin iyi gitmeme ihtimalini göz önüne alarak, kelle sayısı ile kuracağı 'sandık hâkimiyetini' emrindeki sandık kurulu başkanlarının gerilimi arttıran keyfi uygulamaları ile yükseltecek.
Bunun yolu, yanlış uygulamalara itiraz eden kurul üyelerini, gözlemcileri tahkir etme, sindirme, kolluk çağırarak sandık başından uzaklaştırma gibi pratikler olacak.
Sandık başında yükseltilen gerilim
Nihayet yine de işlerin iyi gitmediği kanısı oluşursa, günün sonunu getirmeme planı devreye girecek. Sandık başında yükseltilen gerilim, birkaç bin sandıkta ölümlü, yaralamalı kavgalara vardırılacak.
Ya seçim ülke sathında fiilen yarıda kesilecek, yok eğer tamamlanırsa sayım "sonuçlarının" açıklanmaya başlandığı andan itibaren, SADAT ve benzeri gayri resmi kolluk güçleri, tıpkı 24 Haziran seçiminde sandıkların kapanmasından bir saat sonra Ankara ve İstanbul'un merkez meydanlarında olduğu gibi havaya sıktıkları binlerce mermi ile iktidarın zaferini kutlamaya başlayacak.
İktidar, yapmaya giriştiği toplumsal algı mühendisliği harekatından umduğu oy ve şevk toparlama sonucunu alırsa, bunu, yukarıda öngörülen plan ve uygulama ile taçlandıracak; ancak bu şekilde bir seçimi göze alacak.
Oy ve şevk toparlama sonucunu alamazsa dahi, sadece sistematik seçim hilesine ve seçmen baskılamasına dayanan, sokak gücü - bekçi, polis, jandarma, ordu, SADAT - eliyle günün sonunun getirtilmeyeceği bir seçimi de göze alabilir, kendisini buna mecbur görebilir.
Açık faşizm
Bu günün sonu, seçim ile rıza üretme mekanizmasına dayalı günümüz faşizminin, "maalesef bir seçimi dahi" tamamlayamayacak kadar raydan çıkmış nankör toplumdan, maalesef berhava olmuş seçimler sebebiyle artık onay sormayacağını, buna ihtiyaç duymadan "idareyi sürdüreceğini" ilan edeceği bir döneme geçiş ile kapanır; açık faşizm...
Açık faşizmin değil halkın kazanması, ancak iktidarın "sandık hâkimiyetinin" karşısına, halkın 'sandıkta adaletin hâkimiyetinin' dikilmesi ile mümkündür; seçim - sandık güvenliği...
Ancak, seçim güvenliğini sağlayacak bir 'halk hareketinin' yaratılması, milyonların bu hareket ile oy hakkını savunması, iktidarın planlarını boşa çıkarır, oyununu bozar.
Oy hakkının savunulması esasına dayanan bir halk hareketinin meşruluğu tartışma götürmez. Halkın örgütlü gücünün karşısında hiçbir kuvvet duramaz.
Burada kritik soru şudur: Seçim güvenliğini sağlamanın asli ögesi olan muhalefet partilerimiz, bunun için her şeyden önce, oy hakkını savunan bir 'halk hareketi' yaratılmasının gerekli olduğunu düşünüyorlar mı?
Başka bir deyişle, her birinin "seçim güvenliğinin önemini, kendilerinin buna ne kadar hazırlıklı olduklarını" belirttikleri tekil demeçler vermelerinin ötesinde, bunun için bir halk hareketi yaratılması gerektiğini kavrıyorlar ve dahası, bu hareketin çağrıcısı olmak sorumluluğunun kendilerinde olduğunu biliyorlar mı?
Bu çağrının halka ümit verecek, harekete geçirecek bir etkiye sahip olmasının, bu konuda aralarında hiçbir ideolojik, politik ayırım gözetmeksizin açık bir imece yapmalarına, çağrıları ile birlikte bunu da kamuoyuna duyurmalarına bağlı olduğunu görüyorlar mı?
Ve zamanı iyi kullanıyorlar mı?
Mesullenmek...
Yılın ikinci ayının yarısını devirdiğimiz bugün, sonbaharda olası bir seçime yedi ay kala, milyonları harekete geçirecek, bilgi ile donatacak, birbirleri ile tanıştıracak, yoldaş edecek bir halk hareketinin ne denli emek yoğun, devasa bir örgütlenme olduğunun farkındalar mı?
Bu halk hareketinin bir seçim güvenliği sağlama çabasının ötesinde, örgütlenmiş kötülüğü yenecek bir halk öz savunma gücünün yaratılması eylemi olacağını hissediyorlar mı?
Böyleyse mesele yok. Sorumluluklarını üstlensinler, rollerini oynasınlar.
Yoksa bu halk hareketini örgütlemek partilere bırakılmayacak kadar hayati bir görev olarak ortada durmaktadır.
O zaman bunu mesullenenler yapar.
2013'de Kazova direnişçisi Karadenizli emekçi Dursun Ceylan dilimize kazandırdı bu kavramı; mesullenmek. "Bende bir asilik ruhu vardır, hemen mesulleniyorum, asla tahammül edemiyorum" demişti Ceylan.(*)
Bugün hakları için mesullenen binlerce işçi yollarda, caddelerde, meydanlarda, şantiyelerde, atölyelerinde, fabrikalarda direniyor. İsyanlarının içine oy haklarını savunmak için örgütlenmeyi de katmayı bileceklerdir.
Hakları için mesullenen kadınlar, mahkeme önlerinden meydanlara kadar her yerdeler. Yaşam haklarını, eşitliği savunmak ile oy haklarını savunmak arasındaki diyalektiği de en iyi bilecek olanlar onlardır.
Ormanları kesilen, toprakları zehirlenen, dereleri vadileri yok edilen köylüler, rant projeleri ile yerlerinden edilen kent yoksulları, doğa ve yaşam kırımına karşı mesullenen bütün dinamikler, bu mücadeleleri ile oy haklarının gaspına karşı mücadele arasındaki bağı göreceklerdir.
Çek çek arabaları dağıtılan atık kağıt işçilerinden, köprüde IŞİD'çiler tarafından başları kesilen Kuleli öğrencilerinin analarına kadar saydığımız, sayamayacağımız, "tahammül edemeyerek" mesullenen milyonlar, öznel mücadele alanlarının birbirleriyle ortaklaşacağı çatıda, oy haklarını savunmak için bir araya gelmelidirler.
Bu çatı amaç için, tüm ezilenlerin bir araya gelmeleri, birbirlerine yapacakları bir çağrıya bakar. Bunu hangi dinamik yaparsa yapsın, şimdi mesullenmek zamanındayız.
(*) Kazova Direnişi – söyleşi, Express Dergisi, Sayı: 138, Eylül-Ekim 2013
(HA/AÖ)