Varlık Vergisi yürürlüğe konduğunda küçücük bir çocuk olmasına rağmen annem Tarlabaşı’ndaki eve gelen memurların, salonu içindeki eşyalarla birlikte mühürlemiş olmalarını hâlâ unutmuş değil.
Bankaya olan borcunu ödeyememiş bir babanın evine giren iri kıyım haciz memurlarının, mesele hakkında hiçbir fikri olmayan evdeki çocukların bilhassa sahiplendiği eşyaları veya buzdolabındaki yiyecekleri alıp götürmesi de fazlasıyla travmatik olabiliyor.
Günümüz bankacılık sisteminin acımasızlığını bankacıların yüzüne vurmak, ağır bedelleri olan uygulamalarını afişe etmek ve hukuki olarak aslında haksız olduklarını ispat etmek için yola çıkmış beş kafadarla karşı karşıyayız.
“Going to the bankers” adını verdikleri hareket zamanla toplumsal bir protestoya, bir sivil itaatsizlik pratiğine dönüşüyor; foyalarının meydana çıkmasından korkan üst düzey bankacıların paniğe kapılmasına, hatta demirbaş gibi yerleştikleri CEO’luk makamlarının sarsılmasına sebep oluyor.
The Bankers Trial adlı belgesel İsrail’deki bankacılık sistemini layıkıyla sorgulayan gayet zevkli bir seyirlik. Yönetmenliği, senaryosu ve sinematografisinde imzasını gördüğümüz Eliav Lilti, Stav Meron Morag ile birlikte belgeselin prodüktörlüğünü de üstlenmiş. 2022 İsrail yapımı 93 dakikalık film Docaviv’in programında yer aldı, sistemi sorgulayabilen aktivistlerin var olduğu tüm coğrafyalarda empatiyle karşılanacaktır.
Çifte standartlar
Bardağı taşıran damla, yıllardan beri bankasıyla gayet yoğun ve verimli bir işbirliği halindeki Barak Cohen’in borcunu ödeyememesi sonucunda sevgilisinin eşyalarına haciz konması oluyor. Bunun üzerine Barak, sistemin bir kabadayıya dönüştüğü, hukuku çarpıtarak müşterilerine yönelik korkutma, sindirme ve mobingle harmanladığı bu ve buna benzer pratiklere karşı engin avukatlık donanımını kullanmaya başlıyor.
Yasalar çerçevesinde kalmasına rağmen ahlaki açıdan kabul edilebilir olmayan uygulamalara karşı Don Kişotvari mücadelesinde dört aktivist arkadaşıyla gücünü birleştiriyor.
Film boyunca beş kafadarı bilhassa ülkenin en güçlü bankalarından Bank Leumi’nin CEO’su Rakefet Russak-Aminoach’la uğraşırken görüyoruz.
Kahramanlarımız barışçıl protesto haklarını kullanarak meşhur bankacının mahallesine gidip evinin önünde megafonla duygularını ifade ediyor, bankacılık sektörünü resmen hırsızlıkla itham ederek hatalı buldukları pratikleri gayet yüksek sesle duyurmuş oluyorlar.
Filistinli olsalar, duruma müdahale etmek üzere olay yerine çağrılmış güvenlik kuvvetlerinin Cohen ve arkadaşlarına davrandığı kadar nazik davranmayacağını tahmin etsek de, İsrail’de bazı muhaliflerin düşüncelerini aktivist çerçevede ifade edebilmeleri ne güzel!
Öyle ya, filmin esas oğlanlarına göre bankacılar oyunun kurallarını kendi çıkarlarına göre belirlemiş finans suçluları, maaşların en yükseğini alan hırsızlar, kendilerini Tanrı sanan ve rezil edilmesi gereken yüzsüzler…
Bankaların sınırsız gücü
Tahmin edilebileceği gibi, günümüz kapitalist dejenerasyonunun baş aktörlerinden bankacılık sektörünün belirli bir eşik aşıldıktan sonra kahramanlarımıza kayıtsız kalamadığını görüyoruz. Arkalarında adalet sistemi, askerî otorite, polis gücü, maliye, taraflı medya ve kodamanlar olunca hınzır kafadarlarımızı kolaylıkla sindirebileceklerine şüpheleri yok.
Mesele, hırslı bankacı Rakefet’in 17 yaşındaki kızının, annesini karalama kampanyası kapsamında duvar ilanlarında kullanılmış olması. Hassas mevzu olan çocuğun, sistem tarafından aşağılanan bu kişilerce çirkin emellerine alet edilmesi lanetleniyor; beş kafadarın bir an önce susturulması, itham edilmesi, ihbar edilmesi ve yasa dışı ilan edilmesi en medyatik şekilde isteniyor. İşte o zaman, başta avukat Barak’ın olmak üzere aktivist arkadaşların cengâverce savunması başlıyor ve aleyhlerinde açılan dava kısa zamanda yön değiştiriyor. Haciz sırasında ufacık çocuklar en başta olmak üzere evdeki ahalinin başına gelenler bankacıların çifte standardının ispatı oluyor…Bu arada banka karşıtı kampanya yurt sathında çok daha geniş çevrelerce duyuluyor ve kahramanlarımız kalabalık bir yandaş topluluğu edinmiş oluyorlar; kirli çamaşırlarının tek tek ortalığa saçılmasından korkup sıkışan bankacıların uluslararası çaptaki diğer rezillikleri de cabası! Adeta iftiraya maruz kalmaktan dolayı rencide olmuş halleri, mağdur edebiyatına sığınıp kendilerini acındırma kolpaları geride kalacaktır. Aslında onlara en çok yakışan, hem suçlu hem güçlü tavırlarıdır!
Sanki gerilla belgesel
Birbirinden şirin, cesur, hatta tacizkâr kahramanlarıyla gerilla filmi hissini veren belgeselde, samimiyet ve dürüstlükten nasibini almamış “kötü adamlar”ı bilhassa afişe edilirlerken doya doya izliyor veya dinliyoruz. Ayrıca, gayet medeni (!) sayılabilecek kahramanlarımıza karşı abartılı bir tedbir olarak anti-terör uzmanı görevlendirilince, iktidardakilerin korkuyu popülist tavırlarlarla emellerine rahatça alet ettiği bir kez daha kanıtlanıyor.
Filmde yalnız bankacılığın değil, tüm devlet kurumlarının sorgulanması gerektiği irdeleniyor; sistemin tüm unsurları insaflı olmaya davet ediliyor.
Çünkü evdeki televizyona bağımlı çocuğun üzülmemesi için, haciz memurlarını vazgeçirmek üzere büyükanne ve teyzeyi boyunlarındaki altın kolyeleri çıkartarak memurlara teslim etmeye zorlayan insani ve vicdani dinamiklerle karşı karşıyayız.
Çocukken ahşap bir evde yaşadığı yangın yüzünden bir travması daha olan annemin de, misafir edildiği ve eski haline sadık şekilde tamir edilip hizmete aynen devam etmesi umulan Balıklı Rum Hastanesinin yanmış İhtiyarhanesine tekrar dönüp dönemeyeceği kör talihinin insafına kalmış! (MT/AS)