Sağlık hizmeti sürecinin her evresi bir "ticari" faaliyet haline getiriliyor. Pasta giderek büyütülüyor. bedelini ödeyen ise her zaman olduğu gibi vatandaş. Sağlık Bakanlığı şimdi de hekimlere "mesleki sorumluluk sigortası"nı dayattı. Hem de 10 gün içinde kendilerini sigortalamazlarsa "cezalandırılacaklarını" söyleyip, sonra da bunun 10 günde gerçekleşmeyeceğini görmesi üzerine, "makul bir süre" içinde bunun tamamlanmasını "zımnen" de olsa kabul etmek zorunda kaldı.
Başka bir ülkede olsa böylesi bir durum, en başta idarenin "beceriksizliği" olarak görülüp sorumluları hakkında düşünülür, işlerini iyi yapmadıkları gerekçesiyle en azından değiştirilirdi. Ama bizde işler "işleri bilen"lerce değil, "işini bilen"lerce yapıldığı için buna "atamaya yetkili" kimselerin sesi çıkmıyor, çıkamıyor.
* * *
Hekimlere ve sağlıkçılara yönelik "mesleki uygulama sorumluluk sigortası"nın neden doğru olmadığını, neden, yaşanan hasta hakkı ihlâllerinin ve kötü uygulamanın çözümü olamayacağını, bir "hasta hakları aktivisti" olarak dilimiz döndüğünce defalarca anlatmıştık. Hâlâ da bunun neden böyle olduğunu merak eden zaman ayırırsa ulaşıp okuyabilir.
Aklın yolu birdir, günün birinde önce konulan, sonra kaldırılan başka uygulamalar gibi bu da kaldırılır ve o zaman "ağayla marabanın hikayesi" bir kez daha yaşanmış olur ama, bu arada birileri de bundan epey rant sağlar ve nemalanır. Sonra da giden o paraya "ah"lanır, "vah"lanırız.
Hesap ortada: Bu ülkede yaklaşık 134 bin hekim olduğu söyleniyor. Bunun beş on bini benim gibi "hekimlik mesleğini aktif biçimde uygulamadığını kabul edersek, en az "125 bin hekim" bu sigortayı yaptırmak zorunda kalacaktır. Bir hekimin ödeyeceği prim en az 150, en yüksek 750 TL olacaktır. Ortalama bir oran kabul edilirse toplam olarak yaklaşık "elli milyon" TL'lik bir meblağ hekimlerden toplanacak ve onları sigortalayan şirketlere aktarılacaktır. Üstelik bu en alt düzey sigorta olacak, çeşitli branşlarda "ihtiyari ek sigortalama" söz konusu olacaktır. Tabii ki bu hekimlerin cebinden çıkmayacak, ödeyen yine sağlık hizmetine gereksinimi olan vatandaş olacaktır.
* * *
Peki vatandaş dolaylı olarak ödediği bu paranın karşılığında ne elde edecektir. Yanıt "hiçbir şey"dir; bunu en iyi sigorta şirketleri biliyor. Öncelikle söz konusu sigorta poliçesinin ödemekle yükümlü olduğu tazminat miktarı olgu başına en çok 300.000 TL ile sınırlıdır. Ama bunun ötesinde asla bir tazminat ödemeyeceklerini onlar da, bu uygulamayı zorunlu kılanlar da bilmektedirler. Çünkü söz konusu sigorta, "sözleşme süresi içerisinde meydana gelen olay sonucu doğmuş olup bu süre içerisinde ya da 2 (iki) yıl sonrasına kadar talep edilen zararlarla, sözleşme yapılmadan önceki 1 (bir) yıl içerisinde meydana gelen olay nedeniyle sözleşme süresi içerisinde doğabilecek talepler"i karşılayacağı hüküm altına alınmıştır.
Başka bir deyişle her durumda en çok "üç yıllık" bir dönem içinde "gerçekleşmiş, ortaya çıkmış, yasal soruşturması sona ermiş ve işlemin bir mesleki hata sonucu olduğu kanıtlanmış, bunun yarattığı mağduriyetin tazminat miktarı net olarak ortaya konulmuş ve sigorta kapsamı içinde olduğu anlaşılmış" durumların yarattığı olaylarda tazminat söz konusu üst sınıra kadar ödenecektir.
Bu ülkede herhangi bir tıbbi kötü uygulama örneği için yukarıda söz ettiğimiz sürecin "üç yıl içinde" tümüyle sonuçlandığı "tek bir örnek" olmadığını yaklaşık 10 yıldır hasta hakları konusuyla ilgilenen bir kişi olarak söyleyebilirim. O zaman bu sigortanın mağduriyet halinde bir karşılama yöntemi olarak konulmadığını,sağlık hizmetinin ileri derecede ticarileştiği ülkelerde olduğu gibi bu süreçte var olan yeni bir "pastadan pay alma" işlemi, dolayısıyla "rant kaynağı" olarak düzenlendiğini söyleyebiliriz.
* * *
Burada "etik, mesleğin kurallarına göre" hizmet veren hekimler, "nasılsa hata yapacak bir uygulayıcı" olarak kabul edilerek, bir anlamda "aşağılanmakta", diğer yandan sağlık hizmetinden yararlananlar da buna maruz kalacak bir "olası kurban" olarak ön görülmektedir.
Sağlık hizmetinin amacının "sağlık" olmaktan çıkararak bunu bir "ticari kazanç yolu" sayan, giderek "kâr"ı "meşru bir işlem" haline getiren bu sürece en azından "sağlık hakkı ve hasta hakları" bakışıyla itiraz edilmesi gerekir.
Hekimlerin meslek örgütleri haklı olarak üyelerinin bu süreçte en az mağdur olmaları için bir çaba harcamaktadır; ancak bu çabanın süreci "zımnen" de olsa kabul etmek yerine, bir yandan bu uygulamanın, en azından bu şekilde gerçekleşmesinin önlenmesine yönelik yasal başvuruları yaparken, diğer yandan halkı aydınlatmalı ve birlikte toplu "sivil itaatsizlik" yöntemleriyle ve halkı ve toplumu da yanlarına alarak bu uygulamayla ilgili gerçekleri ortaya koymalıdırlar. Sağlık hizmetinin de, "sağlık hakkı ve hasta hakları"nın da gereği budur. (MS/TK)