Geçtiğimiz haftadan beri gerek sosyal medya, gerekse geleneksel medyada en çok okunan ve en çok işlenen konu Meryem Üzerli'nin hamileliği oldu. "İşte hamile Hürrem" ve "İşte hamile Meryem" başlıkları her gün bilgisayar ekranımda kırmızı kırmızı yanarken en çok dikkatimi çeken nokta medyanın buna neden ilgi gösterdiğiydi...
Belki filmi bir miktar başa sarmak gerekiyor. Son üç senedir en çok izlenen dizilerden Muhteşem Yüzyıl'ın Hürrem Sultan'ı Meryem Üzerli'nin "tükenmişlik sendromu" sebebiyle diziyi bırakıp Almanya'ya dönmesiyle başladı her şey.
Flaş! Hürrem artık yok!
Öncelikle pek tabii olarak bu "tükenmişlik sendromu"nu tükettik. Öyle ki günde 10-12 saat asgari ücret karşılığında çalışmaya alışmış bir toplum olarak isyan edip gitmek çok da bize uymazdı, hem yoksa film tadında 90 dakika dizileri nasıl izlerdik?
Keza ardından Meryem'in o dönem sevgilisi olan Can Ateş'ten Meryem'in nasıl yorulduğuna, sette bayıldığına, koşulların zorluğuna dair açıklamalar geldi. Bir miktar empati yapsak da yeni Hürrem olan Vahide Gördüm'e pek ısınamamaktan Meryem'i geri çağırmaya çalıştık.
Bugünden bakınca son bir haftada hamilelik meselesinin tartışıldığı kadar tartışılmadı bu "dizi setlerinin vahşi çalışma koşulları". Ha bu setlerde insanlar hastalandı, iş cinayetleri yaşandı ancak sütunlarımıza taşıyacak kadar ilgilendirmedi bizi.
Sonra Ayşe Arman'ın röportajında asıl "haber" ortaya çıktı. Artık Can' Ateş'ten ayrılmış olan Meryem hamileydi.
Bu tabii ki Hürrem'in eski Hürrem olmasını isteyenler için "tatmin edici" bir açıklama oldu. Pek tabii bir kadının –şartlar ne kadar vahşi olursa olsun- toplumun taleplerini yerine getirmemesinin yolu (bu örnekte dizideki role, ve ağır çalışma koşullarına geri dönmek) toplumun bir diğer talebini yerine getirmekti* (anne olmak).
Ama biz asıl medyanın bu "haberi" nasıl gördüğüne dönelim.
Arman'ın daha röportajı yayımlanmadan Meryem Üzerli'nin hamile olduğunu "çıtlatmasının" hemen ardından kollar sıvandı. Acaba Can Meryem'den bu yüzden mi ayrılmıştı? Bak bak üstelik başka kadınlarla geziyordu? Baksanıza Meryem'in babası "gerekirse çocuğu kendi nüfusuma alırım' demişti, bu Can'da hiç mi erkeklik yoktu?
Can Ateş'in "Sorumluluğumu yerine getireceğim" açıklaması bile tatmin etmedi bizleri. Bu tartışmalar devam ederken – sonunda – röportaj yayımlandı da, hepimiz bir rahatladık, gözlerimiz doldu, ağladık, Can Ateş'ten nefret ettik.**
Ama röportaj bize şunu gösterdi. Evet Can Ateş bir çocuk daha istememişti, ancak Meryem Üzerli çocuğunu doğurmaya karar vermişti. Ve her ne kadar kürtaj tartışmalarında "O da bir can", "Her kürtaj Uludere'dir", "Kürtaj cinayettir", "İşte kürtaj böyle yapılıyor +18" başlıklarına sığınsak da söz konusu "Kadının bedeni, kadının kararı"na gelince ilk tartıştığımız konu yine "Erkeğin söz hakkı" oldu.
İşin enteresan tarafı, taraflar yani Meryem Üzerli ve Can Ateş bu konuda son derece "sakin"di. Birbirlerini suçlamadılar. Birlikte olamayacaklarını ancak sorumluluklarını bildiklerini söylediler. Ve tartışmayı uzatmadılar.
Ama medya öyle yapmadı.
Söz konusu "kadının kararı" olunca birçok psikiyatriste, jinekoloğa danışmak zorunda kaldılar: Nasıl yani, gerçekten kadının kararı mı?
Doğurma ve doğurmama hakkına dair bu tartışma son iki haftada bize medyanın en gerçek yüzünü gösterdi: Erkek yüzünü.
Tartışma artık doğurup doğurmama hakkı değil, kadının iradesine dair bir tartışma. Kendi bedenine, kendi hayatına dair ne yapacağına karar verme, seçim yapma hakkında dair bir tartışma. Bir saniye hani bize seçme hakkı verilmişti? Doğru o ancak sandık için geçerli.
Son iki haftalık tartışma, kürtaj hakkını "hayatı kutsamak" ya da "bir canı kurtarmak cümlesine sıkıştırıldığını ama asıl meselenin erkeğe danışılmadan bir kadının bir çocuk yapıp yapmamayı seçmesine dair bir rahatsızlık olduğunu gösterdi.
Bu yüzden her ne kadar Üzerli ve Ateş konu hakkında yorum yapmasalar da o kırmızı kutucuklara "Bu kararı alırken babaya da danışılmalı" yazmadan edemezdik. Çünkü kadınlara verilmesi gerek mesaj Meryem Üzerli örneğinde de görüldüğü gibi yanlış anlaşılmıştı.
Kadınların alması gereken mesaj "kürtaj cinayettir" değil, "sen kendi bedenin hakkında bana sormadan karar veremezsin" demekti.
Bu noktada "kadının bedeni kadının kararı"nın ne olduğunu, kürtajın zorlaştırıldığı ya da engellendiği ülkelerde kadın ve bebek ölümlerinin oranlarını, namus bahanesiyle işlenen cinayetleri ya da kadının kendi hayatı üzerindeki söz hakkını tekrar açıklamayacağım. Bunun için bianet'te ve daha bir çok yerde binlerce vuruşluk uzman görüşleri, yaşanmış hikayeleri okunabilir.
Ama tekrar etmek istediğim bir nokta var:
Tapılası bebek imgeleri ya da kanlı kürtaj görüntüleri ile ajitasyonu yapılan kürtaj karşıtlığı iki haftada patladı. Meselenin "o da bir can" olmadığı ortaya çıktı. Doğursak da doğurmasak da erkek egemen sistemi memnun etmemizin tek bir yolu var: Kendi bedenlerimiz ve kendi hayatlarımız ile ilgili kararlarda erkeklere de sormak, onlara da söz vermek. İrade mi? En iyisi biz gidip sandıkta oy kullanalım. (EA)
* Tabii ki burada Meryem Üzerli'nin "toplumun taleplerini yerine getirmek" için doğurmaya karar verdiğini söylemiyorum.
** Ben de röportajı okuduğumda Can Ateş'e karşı "pek nahoş" duygular beslemeye başladım.