Kudüs’te Yahudi soykırımı kurbanları için inşa edilmiş Yad Vashem Müzesi’nde bir pano vardır. Gülümseyen yüzleri fotoğraf karelerinde donmuş, birazdan toplama kamplarına gönderilecek çocukların bakışları ile donakalırsınız. Bu bakışların altında, kısa bir diyalog yer alır. Bir yargıç, Nazi subayı Otto Ohlendorf’a Nüremberg’de yargılandığı sırada şöyle sorar:
“Çocukları da katletmeniz gerekiyor muydu?”
Ohlendorf, şu yanıtı verir:
“Başka seçenek yoktu. Çocuklar da bir gün büyüyecek. Potansiyel tehlike arz ediyorlardı.”
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) raporları ve basından derlenen rakamlara göre, 26 Temmuzile 30 Kasım arası Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkari ve Adana’da en küçüğü 3,5 yaşında olmak üzere en az 44 çocuk yaşamını yitirdi. Kimisi sokakta kimisi ise evinde anne kucağında vurularak öldürüldü.
O 44 çocuktan en küçüğü, annesinin kucağında vurulan Tevriz Dora idi. Tevriz bebek, Adana’da evlerine “isabet” eden bir kurşunla annesinin kucağında can verdi. Tanıkların ifadelerine göre, güvenlik kuvvetleri rastgele sokak aralarına ateş etmişti. O kurşunlardan biri evinde anne kucağında uyumakta olan Tevriz bebeğe saplanmıştı. Çatışmasızlık ortamının sona ermesiyle yalnızca sokaktakiler değil, evlerinde oturanlar da hedefteydi artık.
Yukarıda bahsi geçen ölümlere günler içinde yenileri eklendi. 16 yaşındaki Çekvar Çubuk, 17 yaşındaki Reşit Eren, 16 yaşındaki Axin Kanat, 16 yaşındaki Şiyar Baran…
Aylar önce, geçtiğimiz Mart ayında Cizre’de hayatını kaybeden 14 yaşındaki Ümit Kurt’a zırhlı araçtan ateş eden M.Ş, verdiği ifadede, “Hedef gözeterek ateş ettim” demişti. Kurt’un ölümü, yakın savaş tarihimize bir çentik atmıştı. O ölümden sonra hedef gözetilerek ateş edilen çocukların sayısı her geçen gün arttı.
Vaziyet, “Güvenlikçi politikalara geri döndük” meselesini çoktan aştı. Bir imha politikası yürütülüyor. Sadece insana karşı da değil, doğaya, tarihe, belleğe açılmış bir savaş bu. Ancak en önemlisi, bir statü mücadelesi bu... “Hendek” dediğimiz de bu mücadelenin yalnızca bir sembolü.
Bu savaşı, coğrafya kader olduğu için çekmek zorunda kaldığımız Ortadoğu çilesinden ayrı ele almak mümkün mü? Suriye’de, Irak’ta yaşananları, Şırnak’ı, Hakkari’yi düşünmeden değerlendirmek mümkün mü?
Peki, bu statü mücadelesinde çocuklar “arada kalarak” mı ölüyor yoksa öldürülüyorlar mı? Sorunun cevabı en başta aktardığım diyalogda. Eğer topyekûn savaş halindeyseniz, “yılanın başını küçükken ezmek” gerekiyor.
Ve fakat gözden kaçırılan nokta şu:
Yüzünü Rojava'ya dönmüş insanların çocuklarını eve hapsedemezsiniz. Kimse hapsedemez. O tren çoktan kaçtı.
Adına sınır denilen birkaç dikenli telin ötesinde akrabalarının nasıl yaşadığını bilen insanları silahla susturamazsınız.
O dikenli tellerin öte yanını işaret edip, "Kobani düştü düşecek" derken burada film, "Koptu kopacak" noktasına geldi. Hatta çoğu Kürt için kopup gitti bile. Yani çözüm/barış sürecinin filmini çekecek durumda bile değiliz. "Doğu’da katliam yaşanırken Batı ne yapıyor" aşamasında da değiliz. "Batı’dan" bir beklentisi yok göç etmek, ölmek, çocuğunu düşürmek zorunda kalanların. Hatta daha doğrusu şu: 90'larda yaşananlardan sonra bir beklenti hiç olmadı zaten.
Artık mesele, duygusal kopuşun nasıl onarılacağı değil. Mesele, bu Ortadoğu bataklığında nasıl bir yaşam kurulacağı. Herkesin şapkasını önüne koyarak bunu düşünmesi gerekiyor.
Burada siyasi partilerin ve hatta siyasi elitlerin büyük sorumluluğu var. Tabanlarına gerçekte ne olup bittiğini anlatmak herkesin sorumluluğu. Mesele, "3-5 terörist öldürmek" değil. Büyük resmi gören herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor.
"Kayıp kuşak" tehlikesi büyüdükçe büyüyor gözlerimizin önünde. Bunu Türkiye değil, Ortadoğu için söylüyorum. İşin özünü "terör" deyip geçiştirerek anlamazlıktan gelenlere, anne karnındaki canlıya bile tahammülü edemeyenlere, kara tahtaları faşist sloganlarla dolduranlara, "Siz de çocuklarınıza sahip çıkın" diyenlere neyle karşı karşıya olduğumuzu Gezi diliyle söylemek gerekirse, yaşanan savaşın Türkçesi şu:
"Mesele 3-5 hendek değil, sen hala anlamadın mı?" (BK/HK)
* Fotoğraf: Ömer Yasin Ergin - Diyarbakır/AA