İşlerine iade talebiyle 190 gündür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın tutuklu, ihraç edilen öğretmen Acun Karadağ'ın tutuksuz yargılandığı davanın duruşması için 13 Eylül’de gece geç saatlerde Ankara’ya indim.
İner inmez telefonuma düşen mesajlar HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılan saldırıyı anlatıyordu. Ankara göğsümün orta yerine ağırlığını indirdi.
Adliye önü
Ertesi gün erken saatlerde Ankara Adliyesi önüne gittiğimde barikatlar adliyeyi çevrelemişti. Duruşma için henüz gelen yoktu.
Önce arama noktasından geçip adliye bahçesinde bekledim. Adliye önündeki gölgelik alanda polisler vardı, burada durmak “yasak”tı. Güneşli alanda bir süre durduktan sonra geri çıktım.
Adliyeye gelen uluslararası basın mensuplarına arama noktasında içeriye kamera alınmayacağı söyleniyordu. Genel bir uygulama değildi, “bugüne özeldi”.
Alana ilk gelen basın mensupları arama noktasının karşısına kameralarını kurdu. “İzniniz var mı?” soruları ve “Yabancı” görünenlerin basın kartlarına yönelik “titiz” incelemelere tanık oldum.
Amir olduğu söylenen biri geldiğinde ise günün kelimesini ilk kez duydum; “Mesele”. Gazeteciler kısa görüş almak ya da basın açıklaması olursa onu izlemek üzere yerleştiklerini söylediğinde amirin ağzından döküldü; “Meseleyle ilgili basın açıklaması olmayacak zaten bugün.”
“Mesele” dediği Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ydı.
İnşaat
Kalabalık olmadan adliyeye girdim. Tarifle duruşma salonunu bulmaya çıktığımda bir binada ne kadar kaybolunabilirse o kadar kayboldum. Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nin o kadar büyüklükte insanı kıstırılmış hissettirmesinden hiç hoşlanmasam da ilk kez orayı aradım.
Filmlerdeki eski devlet dairesi binaları gibi bir binada, boş, birbirine bağlı koridorlar, danışabileceğin birini bulamamak, toz kokusu.
Bir süre sonra duruşma salonunu arayanlar birbirini bulmaya başladı, aralarında Nuriye Gülmen’in anne ve babası da vardı. Sonunda inşaatın sürdüğü, işçilerin çalıştığı, etraftan kabloların çıktığı koridordan geçmemiz gerektiğini anladık.
Duruşma salonun önünde dolaplar ve sandalyelerin üstüste sıralandığı dar alanda insanlar sıkış tepiş bekliyordu. Avukatlar, hakim, savcı, avukat adaylarının önce alınacağı söylendi. Açılan koridordan aileler zorla geçebildi. Sıcak ve tozun içinde İstanbul Adliyesi’ni hatırlatan içeriye girme mücadelesi başladı.
Salona telefonlar alınmayacaktı, bilgisayarlar da, basın mensupları kağıt ve kalemle girebilirdi, çantalar arandı, insanlar telefonlarını bırakacak yer bulamayınca milletvekillerine, avukatlara teslim etti.
“Basın alıyor musunuz?” sorum olumlu yanıtlanınca, bir anda kendimi içeride buldum. Duruşma salonu İstanbul Adliyesi’ndekilerin aksine büyük, amfi şeklinde, tahta sıralarla doluydu. Ancak klima çalışmıyordu. Salona girebildiğimi ancak telefon kullanamadığımı duyurabildiğim ilk anda ofisteki arkadaşlarımın merak ve endişe dolu mesajlarını gördüm. Duruşma salonu dışında olanlardan sonra haberdar olacaktım.
Salon
Salona giren herkes mengeneden kurtulmuş gibi kendini içeri atıyordu. Yüksel Caddesi eylemcilerinden, ihraç edilen sosyolog Veli Saçılık’ın salona girdiğini gördüm.
Dışarıda içeriye girmeye çalışanların sesi, mahkeme başkanına avukatların dışarıda kaldığına dair açıklamalar uzun süre devam etti.
Mahkeme başkanının duruşmanın başladığı, salon önünde duranların uzaklaştırılmasına dair duyurusuna içerideki avukatlar “aman uzaklaştırma demeyin, darp edilirler, lütfen uyarıda bulunun” çağrısının yanıtı kısa süre sonra dışarıdan gelen darp sesleri ile kendini gösterdi.
Baro başkanlarının hakimle konuşması sonucu, kalan avukatlar sonunda salona girdiğinde adliye önünde olduğu gibi duruşma salonu önünde de darp edildiklerini anlattı.
Duruşmadan iki gün önce 18 avukatın gözaltına alınmasına bir çok ilden avukatlar duruşmaya gelerek yanıt vermişti. Salonda 200’den fazla avukat vardı. Bin 30 avukat yetki belgesi verdi.
Acun Karadağ, avukatları saldırıyla gözaltına alındığı için savunma hakkını gaspedildiğini ve savunma için ek süre istediğini anlattı. “saldırı” ve “savunma hakkını gasp” ifadelerinin tutanağa geçmediğine itiraz edince hakim bunları da ekletti.
Savunma
Savcının tutuklulukların devamını isteyen mütalaasının ardından avukat Murat Yılmaz bir buçuk saat sürecek savunmasına adliye önünden itibaren yaşadıkları polis saldırısını anlatarak başladı.
“Mesele”yi ikinci kez burada duydum.
Yılmaz, adliye önünde emniyet amirinin “Meseleyle ilgili açıklama yaptırmam” dediğini, adliye önündeki kısa açıklamalarında Gülmen ve Özakça’nın isimlerinin geçmesinin saldırı gerekçesi olduğunu söyledi.
Tutuklu iki eğitimcinin duruşmaya getirilmemesine gerekçe olan cezaevi jandarma komutanlığı tutanağının mahkemeye ulaşmasından önce başsavcının bir avukata “Duruşmayı Sincan’da yapmayı düşünüyoruz’ dediğini aktardı.
Güvenlik, personel eksikliği gibi getirilmeme gerekçelerinin doğru olmadığını, Gülmen ve Özakça’nın açlık grevinde ve tek başlarına ihtiyaçlarını gideremez durumda olduklarının ise doğru olduğunu söyledi. Getirilmemelerindeki asıl nedenin 59 kilodan 40 kiloya düşen Gülmen’in ve 25 kilo veren Özakça’nın görülmesinin istenmediği olduğuna dikkat çekti.
Ardından iddianameye dair savunmasına başladı. Sosyal medyadan haklarında yapılan paylaşımların örgüt üyeliğine delil olamayacağını, Gülmen Özakça hakkında birçok kişi ve kurumun paylaşımlar yaptığını, lehteki delillerin iddianamede olmadığını, suç olmadığını, şiddete başvurmadıklarını, “işimi istiyorum” dışında slogan kullanmadıklarını ve dahasını anlattı.
Hukuk
Ardından farklı illerden gelen avukatlar, baro başkanları söz aldı. “Açlık grevi haktır, suç değildir, iddianame ‘Gezi olabilir’ diyor, ceza hukukunda kıyas olmaz” şeklinde süren hukuki değerlendirmelerinin yanı sıra daha çok hakimin vicdanına seslendiler.
“Öyle bir karar verin ki, ‘Ankara’da hakimler var’ desinler.”
“Bu ülkede hukukun zerresinin kaldığına inanmak istiyorum. Yargının bağımsız, tarafsız, karar vermekten korkmadığına dair bir işaret fişeği atalım buradan.”
Hakim hepsini dinledi, zaman zaman karşılıklı gülüşmeler oldu, her şeyin mevzuata uygun şekilde tutanağa geçeceğini anlattı, tutanağa geçişteki itirazları dinleyip düzeltti.
Hakimin “Toparlamak ister misiniz?” sözüne avukatların “En güzel toparlamayı tahliyelerle siz yaparsınız” lafıyla gelen gülüşmelerin ardından ara verildi.
Semih Özakça’nın kendisi gibi ihraç edilen ve açlık grevinde olan eşi Esra Özakça kendisine selam verenlere gülümsüyordu. Yaşıtım genç bir kadın.
Karar
Mahkeme heyeti yerini aldı.
Savcının mütalaasına uygun kararını açıkladı. Gülmen ve Özakça hakkında “kuvvetli suç şüphesinin varlığı, tutukluluğun ölçülü olması…" sözlerinin ardından salonda sessizce bekleyenler yerlerinden kalkmaya başladı.
Alkışlar ve “bravo” sözlerinin ardından hakim kararın son sözlerini söylerken salondakiler ayrılmaya başladı.
Duruşma salonu kapısından adliye bahçesinden çıkışa dek oluşturulan polis koridoru içinden çıktık. Sessizce ilerledi herkes. Sözler salonda çokça söylendiğinden belki.
Polisin bekler göründüğü sloganlar, polise yönelik tepkiler olmadı. Barikatları toplamaya, mesaiyi bitirmeye başladılar. “Mesele” kapanmıştı.
Sokak
“Birazdan tekrar anıtın önünde olacağım. Ciddi güvenlik önlemleri var. 100 kadar çevik kuvvet polisi var. Tek başımayım, gidip oturacağım, muhtemelen tekrar gözaltına alınacağım.”
Nuriye Gülmen, 9 Kasım 2016’da Yüksel Caddesi’nde tek başına eyleme başladıktan bir gün sonra haber için telefonla kendisine ulaştığımızda böyle demiş, telefonu kapattıktan sonra da gözaltına alındığı haberi düşmüştü. Tanışmıyorduk, hak ihlallerine dair yaptığımız haberlerle, çok kez telefonda konuşup taleplerini, eylemlerini, yaşadıklarını haberleştirerek görmeden tanıştığım insanlardan oldu.
Avukatları duruşmada eyleme başladığında 59 kilo olan Gülmen’in "40 kiloya düştüğünü” söyledi. Jandarma tutanağında “tek başlarına ihtiyaçlarını gideremedikleri, sadece tuvalet ihtiyacı için kalkabildikleri, aşırı kilo kaybı, kas kaybı olduğu”na dair bilgiler yer aldığını anlattı. Duruşma sabahı, duruşmaya gelmek için hazırlandıklarını, sabah onları gören avukatın Gülmen'in sürekli kustuğunu aktardığını onlardan dinledik.
Ben dün gece Ankara’dan ayrılırken, Hatun Tuğluk için hazırlanan mezar boş, Gülmen ve Özakça hala cezaevi hastanesindeydi. Bugün, Hrant Dink'in doğum günü.
“Mesele” bitmedi. (BK)