* Ursula K. Le Guin'in Temmuz 2005'te, CBC Magazine'de yayınlanan yazısını 6 Ocak 2006'da Tolga Korkut bianet için Türkçe'ye çevirmişti. Arşivimizde yıllar önce fantastik biçimde kaybolan yazıyı yeniden yayınlıyoruz.
Bir süre önce kendim için bir not düştüm: "Çocuklar böyle bir kitap istiyor" veya "Çocukların böyle bir yazıya ihtiyacı var" dendiğini duyduğumda, kibarca gülümseyeceğim ve kulaklarımı tıkayacağım. Ben yazarım, yiyecek içecek servisi değilim. Bir sürü yiyecek içecek servisi var. Ama çocukların en çok ne istediği ve neye ihtiyaç duyduğu, bizim de onların da istediklerini bilmediği, ihtiyaç duyduklarını düşünmedikleri şeyler; bunu da onla yalnızca yazarlar sunabilir.
Benim kurgu yapıtlarım, özellikle çocuklar ve gençler için olanları, sanki küçük, yararlı bir vaaz vermek için varmış gibi görülüyor ("Büyümek zordur, ama başarabilirsin" türünden şeyler). Acaba böyle görenlerin aklına, öykünün anlamının, eli yüzü düzgün bir öğüt parçası yerine, dilin içinde, okundukça öykünün ilerleyişinde, dışavurulamaz bir keşif duygusunda yatabileceği hiç gelmiş midir?
Okurlar –çocuklar da, yetişkinler de- bana şu ya da bu öykünün mesajının ne olduğunu soruyorlar. Onlara "Bu soru doğru dilde değil" demek istiyorum.
Bir kurgu yazarı olarak, ben mesaj dilini bilmiyorum. Ben öykü dilini biliyorum. Elbette öykümün bir anlamı var, ama anlamını öğrenmek istiyorsanız, sorunuzu öykü anlatımına uygun terimlerle sormanız gerek. Mesaj gibi terimler, izahatçı yazıya, didaktik yazıya ve vaazlara –bunlar kurgudan farklı dillerdir- uygundur.
Öykünün bir mesajı olduğunu söyleyen görüş, öykünün birkaç özet söze indirgenebileceğini, okuldaki sınavda veya kıvrak bir eleştiri yazısında derli toplu bir şekilde özetlenebileceğini varsayar.
Bu doğruysa eğer, neden yazarlar karakterler, ilişkiler, olay örgüleri, dekorlar gibi şeyleri yaratma zahmetine katlanıyorlar? Neden yalnızca mesajı iletmiyorlar? Öykü, fikri içine saklayacak bir kutu, çıplak bir fikri güzel gösterecek hoş bir elbise, acı bir fikrin boğazdan kolay geçmesini sağlayacak şekerli bir kaplama mı? (Aç ağzını güzelim, sana iyi gelecek.) Kurgu, yegane gerçekliği ve varlık nedeni halindeki bir rasyonel düşünceyi, bir mesajı saklayan, dekoratif sözcükler toplamı mı?
Kurguyu birçok öğretmen öğretiyor, birçok eleştirmen de (özellikle de çocuk kitapları eleştirmenleri) eleştiriyor, böylece birçok insan da bu inanışla okuyor. Sorun şu ki, bunlar yanlış.
Kurgunun anlamsız ya da yararsız olduğunu söylemiyorum. Hiç de değil. Elimizdeki en kullanışlı anlam kazanma araçlarından birinin öykü anlatmak olduğuna inanıyorum: Kim olduğumuzu sorarak ve söyleyerek toplumlarımızı bir arada tutuyor; bir bireyin de, kim olduğunu, hayatın ondan ne istediğini ve buna nasıl yanıt vereceğini anlamak için, elindeki en iyi araçlardan biri.
Ama mesaj almakla aynı şey değil bu. Ciddi bir öykünün, romanın karmaşık anlamları, ancak öykünün kendi diline katılarak anlaşılabilir. Bir mesaja tercüme etmek veya vaaza indirgemek, bu anlamları bozar, ihanet eder, mahveder.
Çünkü sanat eserinin anlaşılması, yalnızca zihinle değil, ama duygularla ve bedenin kendisiyle olur.
Bunun diğer sanatlar için kabul etmek daha kolay. Bir dans, bir manzara resmi gibi –doğrudan bizde uyandırdığı duygular yerine mesajı üzerine konuşma ihtimalimiz daha düşüktür. Veya müzik: Bir şarkının bize ne anlam ifade ettiğini anlatmanın yolu olmadığını biliriz; anlam o kadar da rasyonel değildir; derinden hissedilir, bütün vücudumuz tarafından hissedilir ve entelektin dili bu anlaşılanları tamamen ifade edemez.
İşin aslı, sanatın kendisi, yüreğin, bedenin ve ruhun anladıklarını ifade etmenin dilidir.
Bu dilin entelektüel mesajlara her indirgenişi, radikal ve yıkıcı bir şekilde eksiklidir.
Bu durum, dans için, müzik için, resim için olduğu kadar, edebiyat için de geçerlidir. Ama kurgu sözcüklerden oluşan bir sanat olduğu için, bir kayıp olmaksızın diğer sözcüklere tercüme edilebileceğini düşünmeye eğilim gösteririz. Bu yüzden insanlar bir öykünün yalnızca bir mesaj iletme yolu olduğunu düşünürler.
Ve bu yüzden çocuklar bana, bütün iyi niyetleriyle "Mesajın olduğunda, içine koyacağın öyküyü nasıl uyduruyorsun" diye soruyorlar. Verebileceğim tek yanıt, "Bu iş böyle yürümüyor. Ben telesekreter değilim –sana mesajım yok! Sana bir öyküm var."
Bu öyküden anlama, algı veya duygu yoluyla ne alacağınız kısmen bana bağlı –çünkü, elbette, öykü benim için de tutkuyla anlamlı (neye dair olduğunu anlatıp bitirdikten sonra görüyor olsam bile). Ama aynı zamanda size de bağlı, okura. Okumak tutkulu bir eylemdir. Bir öyküyü yalnızca kafanızla değil, ama aynı zamanda vücudunuzla, duygularınızla ve ruhunuzla okursanız, tıpkı dans ederken veya müzik dinlerken yaptığız gibi, o zaman öykü sizin öykünüz olur. Ve herhangi bir mesajda sonsuz kez daha fazla anlamlı olabilir. Güzellik sunabilir. Acınızı dindirebilir. Özgürlüğe işaret edebilir. Ve her okuyuşunuzda farklı bir anlam ifade edebilir.
Eleştirmenler romanlarıma ve diğer ciddi çocuk kitaplarına şekerli kaplı vaaz muamelesi yaptığında, üzülüyorum, inciniyorum. Elbette genç insanlar için yazılmış olan ahlakçı, didaktik şeyler var; bunlar bu kapsamda tartışılırsa bir şey kaybetmiş de olmazlar. Ama çocuklar için yapılan edebiyatın The Elephant's Child* veya Hobbit gibi has örnekleri söz konusu olduğunda, bunları yalnızca fikirlerin aracı olarak öğretmek veya eleştirmek, sanat eseri olarak görmemek vahim bir hatadır. Sanat bizi özgürleştirir; ve sözcüklerin sanatı bizi sözcüklerle dile dökebileceğimiz her şeyin ötesine taşır.
Keşke öğretmenlerimiz, eleştirmenlerimiz bu özgürlüğü, bu serbestliği kutlayabilseler. Keşke bir öyküyü okuduğumuzda, mesaj aramak yerine şöyle düşünebilsek: "İşte yeni bir dünyaya açılan bir kapı: Acaba neler bulacağım orada?" (UKLG/TK)
* Ursula K. Le Guin'in Temmuz 2005'te, CBC Magazine'de yayınlanan yazısını Tolga Korkut Türkçeleştirdi.