Kamil Turanlıoğlu, hapishanede sağlık sorunu yaşayan, engelli mahpuslardan biri.
42 yaşında, toplamda 13 yıldır hapiste tutuluyor. Son olarak 2003 yılında sol bacağından vurulmuş olarak gözaltına alınmış ve tutuklanmış.
2000 yılında girmiş olduğu ölüm orucu nedeniyle Wernicke Korsakoff hastası. Sol bacağı dizinin altından kesik ve protez ile koltuk değneği kullanıyor.
Kendisi bacağının kesilmesinin nedenini, vurularak gözaltına alındıktan sonra yeterli bakım yapılmamasına bağlıyor. Rahatsızlığı ve engeli sadece Wernicke Korsakoff olması ve sol bacağının olmayışından ibaret de değil.
22 Haziran 2015 tarihinde Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’ne yazmış olduğu mektubunda rahatsızlıklarını şöyle dile getiriyor:
“Rahatsızlıklarıma değinirsem durum şöyle: Wernicke Korsakoff ve buna bağlı olarak sürekli baş ağrıları, uzun süreli göz kararmaları, baş dönmesi, kulaklarda çınlama, görme bozuklukları, uzun süreli açlığa bağlı olarak organik beyin sendromu, hafıza sorunu, unutkanlık, denge sorunu, bağırsak düzensizlikleri, ses ve ışığa duyarlılık, ani tepkisellik.
Uyku apnesi, çarpıntı, kan dolaşımı problemleri, eklemlerde ödem/şişme, böbreklerde iltihap oluşumu, karaciğerde büyüme/yağlanma, kolestrol, sol bacağım diz altından kesik, protez ve koltuk değneği kullanıyorum.”
Turanlıoğlu, mektubunda kendi yaşadıklarından yola çıkarak hasta mahpusların hapishanelerde yaşayabileceği sorunları dile getiriyor:
Revir günlerinin sınırlı oluşu
“Genelde bütün hapishanelerde revire çıkmaktaki, doktorla görüşmekteki en büyük sıkıntı revir günlerinin sadece iki gün ile sınırlı olması ve sürekli bir doktorun bulunmayışı.
“Kısacası doktorun hapishanede olmadığı ve mesai saatleri dışında hastalanmak yasak.”
Turanlıoğlu, doktorun olmadığı saatlerde hastalandıklarında olanları da yazmış:
“Böyle durumlarda 112, ambulans vs. çağrılıyor. Fakat Abdullah Kalay yoldaşın örneğinde olduğu gibi geç müdahaleden kalbinizin yüzde 70’ini kaybetme, sakat kalma, hatta ölme ihtimaliniz çok yüksek.”
Hastanelere sevklerde yaşanan sıkıntılar
Turanlıoğlu’nun dile getirdiği bir diğer sorun ise “bir üst kuruma sevk”:
“Revir doktoru bizi devlet hastanesine sevk etmekte. Lakin buradaki pek çok doktor doğru düzgün bizlerle ilgilenmemekte. Üniversite hastanesine sevk talebimizi de çoğunlukla yapmamaktalar.
“Hapishane doktorunca yapılan sevkle hastaneye gittim. Doktor ultrason ve çeşitli tahliller istedi. Ultrasonda doktor karaciğerimin sınırda olduğunu ifade etmişti.
“Daha sonra tahliller için tekrar gittiğimizde, bana daha önce bakan doktor yerine başka bir doktor tarafından kabul edildim. Yeni doktor sonuçlara bakıp anlattıklarımı doğru düzgün dinlemenden bana ‘Bir şeyimin olmadığını’ belirtip çeşitli ilaçlar yazdı. Verdiği ilaçlar ise beni daha beter rahatsız etti.
“Sonuç olarak böyle bir prosedür işletiliyor. Doğru düzgün hiçbir muayene, tetkik yapılmadan üzerimizde deney yapar gibi ilaç verilip, geri gönderiliyoruz.”
Teşhis ve tedavinin ilerleyemeyişi
“Hastalıklarımın teşhis ve tedavisindeki aksaklıklar hapishane değiştirdiğimde ya da farklı bir doktorla karşılaştığımda, bir sebepten doktora gittiğimde, farklı tedavi ya da ilaç vb. denemelerinden kaynaklı olarak rahatsızlığımın gelişmeden engellenmesi noktasındaki anlayışlardan kaynaklanıyor.
“Zira rahatsızlığını belirtince doğru düzgün bir araştırma yapmadan ilaçlarla ağrı sızı vb. geçiştirilmeye çalışılıyor. Daha önce uygulanan tedaviler dosyada bulunmasına rağmen ya aynı uygulamalar tekrar ettiriliyor ya da yeni doktor kendisi bir tedavi başlatıyor.”
Resmi görevlilerin olumsuz yaklaşımları
Turanlıoğlu, mektubunda başta kelepçeli muayene dayatması olmak üzere, doktor, hemşire ve askerlerden kaynaklı olarak yaşadığı sorunları da dile getiriyor.
“Ayrıca kelepçeli muayene dayatması doktor, asker vb. ideolojik yaklaşımları, koltuk değneği kullanmama rağmen (bazı yerlerde) bir elimden askere kelepçelenme dayatmaları vb. tedavimizin önünde en büyük engeli oluşturuyor.”
“Doktor, hemşire gibi sağlık çalışanları asker vs. görevlilerinden birçok olumsuz tavırlarla karşılaştım.
“Kelepçeli tedavi konusunda kimi doktorlar durumu anlatmamıza rağmen kelepçeli olarak muayene etmek istiyor.
“Bazıları ise hasta hekim ilişkisi dışında duruma ideolojik yaklaşıp hakarete varan söylemler, pansuman vb. yaparken can yakıcı hareketler, tavırlar sergileyebiliyor.”
Protez bacağını çıkar dayatması
Görevlilerin olumsuz yaklaşımlarından bir diğeri de hastaneye veya mahkemeye sevk esnasında X-Ray cihazından geçirilirken Turanlıoğlu’ndan protez bacağının çıkarılmasının istenmesi.
Turanlıoğlu, bunun her seferinde “ayrı bir işkenceye” dönüştüğünü söylüyor.
“Hastane, mahkeme vb. gidiş ve gelişlerde X-Ray cihazından geçerken protezimin çıkarılması dayatılıyor.
“Daha önce kaldığım F tipi hapishanelerde böyle bir uygulama yoktu. Sağlık personeli bacağımın protez olduğuna dair tutanak tutar ben de cihazdan geçerdim.
“Fakat burada ‘güvenlik’ gerekçesiyle böyle bir dayatma uygulanmakta. Saatlerce protez içinde kalan bacak, her protezi giyiş çıkarışta ayrı bir işkenceye dönüşüyor.”
Hapishane mimarisinden kaynaklı sorunlar
Turanlıoğlu, mektubunda hasta mahpusların sadece uygulamadan kaynaklı değil, mimariden kaynaklı sorunlar da yaşadıklarını anlatıyor.
“Hasta olduktan sonra, hapishane yaşamı benim için özellikle mekânsal yani merdiven, banyo ve tuvaletin engelli ve hastalar için kullanımı uygun olmayışı vb. koşullar epey zor oluyordu, oluyor.”
Hasta ve engelli mahpuslar için uygulama ve mimariden kaynaklı sorunları “dayanışma duygusuyla” hallettiklerini söylüyor Turanlıoğlu.
“Dışarıda olsaydım...”
Turanlıoğlu, bütün bu sorunları dile getirdikten sonra, “dışarıda olsaydım” diyerek hastalıklarının aslında ilerleyemeyebileceğini, bacağının kesilmeyebileceğini, tedavi olabileceğini belirtiyor.
“Dışarıda olsaydım elbette ki bütün tedavi sürecim farklı olurdu. Daha uygun koşullarda ve zamanında yapılan müdahale, tedavilerle hastalıklarım bu seviyede olmazdı. Bacağım kesilmezdi.
“Ya da şu an kullandığım protezin daha kullanışlısına, sağlığa daha elverişlisine ulaşma şansına sahip olurdum...”
Turanlıoğlu’nun “dışarıda olsaydım” diyerek yazdıkları bir yanıyla can yakıyor ve vicdanlarımızı zorluyor olsa da diğer yanıyla devletin yerine getiremediği, getirmediği sorumluluklara da dikkat çekiyor.
Demek ki teşhis ve tedaviye erişim önündeki engeller kaldırılsa veya artık hapishanede teşhis ve tedavi imkanı kalmamışsa “ceza ertelemesi” yoluyla tahliye edilebilse insanların hastalıkları ilerlemeyecek, uzuvları kesilmeyecek ve insanlar ölmeyebilecekler.
Hapishanelerden neredeyse her gün bir tabut çıkıyor. Mahpuslar, bu devletin yasaları gereği yargılanmış, haklarında hüküm verilmiş ve içeriye kapatılmış olabilirler ancak bu onların da insan olduğu, onların da hakları olduğu gerçeğini değiştirmez. Hangi fiil nedeniyle hapsedilmiş olurlarsa olsunlar, hangi siyasi görüşten veya ırktan, milliyetten, dinden, mezhepten olurlarsa olsunlar “içerideki” insanlara hapsedilmenin ötesinde bir eziyet anlamına gelecek davranışta, tutumda bulunulamaz ve bu anlama gelecek bir şekilde teşhis ve tedavileri engellenemez.
Bu nedenle devlete yerine getiremediği, getirmediği sorumluluklar tekrar ve tekrar hatırlatılmalı, teşhis ve tedavi engellinin “cana kast” anlamına gelebilecek bir “suç” olduğu belirtilmelidir.
Hasta mahpusların teşhis ve tedavilerinin önündeki engeller kaldırılmalı, hapishane koşullarında tedavisi mümkün olmayan mahpusların hapishane dışında tedavisini sürdürmesinin koşulları sağlanmalıdır.
Bu, vatandaşlarının “yaşam hakkı”nı koruma görevi devletin başlıca sorumluluklarından birisidir. (ME/BEK/YY)