Klasik kamu ekonomisi ders kitaplarında kıt kaynakların kamu ekonomisi (devlet) ile özel ekonomi (piyasa) arasındaki paylaşımının (mevcut teknoloji altında) mümkün olan optimal noktalarını gösteren (tabii ki belli varsayımlara dayanarak) bir içbükey eğri gösterilir. Burada teoriyi öğrenci için daha somut bir hale getirmek için kamu ekonomisi eksenini silah, özel ekonomi eksenini tereyağı ile simgeleştiren çok klasik bir yaklaşım vardır. Bu ne demektir? Ne kadar çok silah, o kadar az tereyağı!
Kamu ekonomisi daha çok mal/hizmet üretmek için özel kesimden kaynak (vergi ya da borçlanma yoluyla) çekmek zorundadır. Tabii burada neoklasik /ana akım teorinin her zaman yaptığı “diğer şeyler sabitken” (ceteris paribus) varsayımı vardır.
Koordinatları bu iki değişken (kamu ve özel ekonomi) olan eğri üzerindeki bu noktalar arasında hangisinin seçileceği toplumun tercihlerine bağlıdır. Toplum kamuya ne kadar kaynak ayıracağını ve bu ayırdığı kaynakların toplumsal/kolektif ihtiyaçlar için nasıl kullanılacağını bir siyasal mekanizma olan kamu bütçesi yolu ile belirler. Piyasa ekonomisi nasıl ki arz (üretim maliyetleri) ve talep (tüketici tercihleri) arasındaki denge dinamikleri üzerinden oluşan fiyat mekanizması ile işliyorsa (devletin müdahale etmediği koşuluyla) , kamu ekonomisi de toplumun tercihlerini doğru olarak yansıtan bir bütçeleme mekanizmasıyla işler. Gerçek hayatta bunların toplumun bütün kesimlerinin refahını sağlayacak biçimde işlemesi, bu kesimlerin, özellikle mülksüz ve yaşayabilmeleri sadece emek güçlerine bağlı kesimlerin siyasi düzlemde ne kadar temsil ediliyor olmalarına bağlıdır.
Bugünlerde tartışılan, kamu ekonomisinde maliyetlerin (mermi fiyatlarının) yüksek olmasının piyasadaki malların özellikle bazı tarımsal ürünlerin fiyatlarının artmasına neden olduğu gibi bir mantık yürütme ve buradan da savaş istiyorsanız bedeline (daha pahalı domates alma) katlanırsınız gibi bir sonuca varma biraz karikatürel gözüküyor. Çünkü kamu kesiminin özel kesimin kaynaklarını (emek, sermaye, toprak) çekmesi sonucu özel kesimin üretimi azalıp fiyatları yükselebilir ama bu uzun dönemde olur ve daha birçok faktöre bağlıdır.
Burada asıl önemli olan mesele toplumun kamuya ayrılan kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda karar verme yetkisi olması yani demokratik işleyen bir bütçe sistemi olmasıdır. Kamusal kaynakların askeri harcamalar için mi, yoksa eğitim, sağlık ve diğer sosyal harcamalar için mi kullanılacağı kararları, bu hizmetleri kullanan kesimlerin temsilcileri yeterli bir oranda Meclis’te bulunuyor ise sağlıklı bir şekilde alınabilir. Yoksa bu hizmetleri zaten piyasadan karşılama gücü olanlar tarafından kararlar bütün toplumun kararı sayılıyorsa buradan “toplumsal refah” sonucu çıkamaz.
Çıkarları iç ve dış güvenlik harcamalarını artırmak yönünde olan kesimler bu harcamaları toplum nezdinde doğru ve gerekli gösterebilmek için bu hizmetlere çok büyük bir ihtiyaç olduğu algısını da yaratmak zorunda kalırlar. Güvenlik devleti bu anlayışa göre zorunludur ve güvenlikten sadece askeri güvenlik anlaşılır. Oysa devletin gıda güvenliği, iş güvenliği, konut/inşaat güvenliği, ulaşım güvenliği gibi daha birçok konuda görevleri vardır. Bu alanlarda güvenlik daha çok denetim yapma, standart koyma işlemleri ile sağlanabilir. Bunlardan ayrı olarak, tarım gibi girdi ve üretim maliyetleri konjonktürel dalgalanmalara çok açık olan bir sektörün doğru şekilde desteklenmesi de devletin işlevleri arasındadır. Devlet bu görevlerini doğru bir şekilde yaparsa, piyasaların daha düzgün çalışmasını da sağlar. O zaman mermi fiyatı ile domates fiyatı arasında nedensel ilişkiler kurma ihtiyacı da olmaz. Daha fazla silah üretilmesini yaratan siyasi kararlar daha az tarımsal üretimi yaratan siyasi kararların nedeni olmak yerine bu her iki karar da aynı bütçe karar mekanizmalarının zaafının ve toplumsal asimetrik güç ilişkilerinin sonucudur. Bunun nedeni de sivil toplum alanında hak arama kanallarının tamamen kapatılmış olması ve siyasal alanda da doğru temsil mekanizmalarının ne iktidar ne de muhalefet kanadında işliyor olmasıdır. (HK)