Türkiye, özellikle son dört beş yıldır ağır bir yükün altına girmiş ve yokuş tırmanmaya çalışan bir emekliyi andırıyor. Toplumsal uzaklaşmalarla birlikte öfke ve nefret gittikçe yükseliyor. Bunun biricik sorumlusu devleti idare edenlerin beceriksizliği, gerçekleri okumama inadı ve en önemlisi ileri görüşsüzlüğüdür.
Ülkede son dönemde artan linç tarzı eylem ve girişimleri, toplumsal ve sosyal kopuşun, etnik ve siyasi uzaklaşmaların en bariz ve en tehlikeli örnekleri olarak arşivlerde yerini almış durumda.
Türkiye, ya bu yokuşu az hasarla çıkmayı başaracak ya da devrilmiş bir araba gibi şarampole yuvarlanacak ve hepimiz bu yükün altında kalacağız.
Linç kültürsüzlüğü...
Linç kısaca, birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir ya da birden fazla davranışından ötürü bir ya da birilerini, yasa dışı ve yargılamasız olarak bedensel şiddet ile taş, sopa vb. araçlarla döverek öldürmesidir. Buradaki tanımda özenle üzerinde durulması gereken, linçin nedenine oturtulan "kendisine göre suç olan" kısmı ile sonuçlanması halinde hedefe ulaşmak ve linççilere haz verecek olan "öldürme" eylemidir. Bireysel rahatsızlıkla başlayan, toplumsal-devletsel çıkarlara kadar uzanabilen ve suç olduğu iddia edilen eylem, düşünce, tutum ve davranışın resmi veyahut yetkili makam ya da kişilerce savunmaya değer görülmemesi, yok edilmesinin şart koşulması linç kültürünü besleyen ve yaygınlaştıran en önemli faktördür. Linç, ötekini reddetmekle başlıyor. Kendisinden farklı olanı suçlu saymak ve bu faşist zihniyet etrafında çoğalıp saldırmak aslında korkaklığın da tam kendisini tescil etmektir. Fikir yerine şiddeti, akıl yerine kazmayı tercih etmektir. Linçte sorunun asli kaynağı iktidardır.
Yakın dönem itibariyle linç tarzı eylemlerin ilk halkası ve en çarpıcı olanı Trabzon'da yaşandı. Trabzon'da 2005 yılının Nisan ayında bir hafta içinde iki defa Tutuklu ve Hükümlü Aileleri yardımlaşma Derneği (TAYAD) üyelerine saldırılar düzenlendi. TAYAD üyelerine yönelik linç girişimleri 6 Nisan 2005 ve bu tarihten bir hafta yaşanmıştı. Şehirde, F tipi cezaevlerine karşı basın açıklaması yapan ve 'Tecridi kaldırmak için öldüler' pankartı açan TAYAD'lı 9 kişinin eylemi sırasında, Org. İlker Başbuğ'un geçtiğimiz günlerde Oruç Reis Firkateyn'i üzerinde yaptığı açıklamada 'mert ve hassas ulusalcılar' diye tanımladığı yaklaşık 200 yiğit Karadenizli, 9 kişiyi 'bayrak yakıyorlar' söylentisiyle linç edip öldürmek istemişti. TAYAD üyeleri polis tarafından kurtarılarak parktaki erkekler tuvaletine sokulmuştu. Mangaldaki son külleri manşet gücüyle yerinden eden aynı mertlikteki medyamız da linç girişimini "halkın tepkisi" olarak değerlendirmişti. Olaylarda linç grubu içinde yer alan 11 kişi gözaltına alınmış, haklarında dava açılmış ancak kendisini yargı makamının yerinde sayan ve kanunları açıkça çiğneyen bu kişilerin tümü beraat etmişti.
Bu olaydan 20 ay sonra Hrant Dink katledilmiş ve katillerinin Trabzon menşeli olması pek aydın ve pek muteber köşe yazarlarımızın dikkatinden kaçmamış, yapılan derin analizlerde linç eylemlerinin yeterince irdelenmediği ifade edilmişti. (Bakınız başta Ertuğrul Özkök olmak üzere o dönem Dink cinayetini yazan köşe yazarlarına...)
Sakarya'da ikinci Sivas girişimi...
Trabzon'daki linç eylemlerinden 3 yıl sonra yaşanan bir başka 'ulusalcı hassas saldırı' Sakarya'da meydana gelmişti. Şehirde daha önce Ahmet Kaya'nın resmi bulunan tişörtleri giyen iki Kürt gencine saldırılar düzenlenmiş, ilçesi Akyazı'da Kürt olan fındık işçileriyle yaşanan tartışma etnik çatışmaya dönüşmüş ve gözaltına alınan bu gençlerin kendilerine verilmesini isteyen bir grup hassas ulusalcı, emniyet binasını kuşatmıştı. Yine aynı şehirde duvarlara Mahir Çayan posterlerini asan gençler, ülkücüler tarafından şiddet içeren çağrılarla protesto edilmişti.
Sakarya'daki en ciddi linç girişimi Nisan 2008'de meydana geldi. Şehirde DTP'liler, "Barış ve Kardeşlik" sloganıyla bir düğün salonunda düzenlediği geceye ülkücüler tarafından baskın düzenlenmiş ve düğün salonunda bulunan DTP'liler öldürülmek istenmişti. Önce, ellerinde Türk bayrakları olan ve Alperen Ocakları üyesi oldukları iddia edilen yaklaşık 30 kişilik grup gelmiş, düğün salonunun önünde İstiklal Marşı'nı söyledikten sonra ayrılmış, ancak yarım saat sonra bu kez yaklaşık bin kişi yeniden salonun önüne gelerek 'Kahrolsun PKK' diye bağırarak salona girmek istemişti. Salonda havasız kalan ve fenalaşan DTP'lileri almak için gelen ambulanslara da saldırılar düzenlenmiş, araya giren Vali Hüseyin Atak'ın, "rica minnet dağılın" sözleri para etmemiş, çevre illerden gelen takviye kuvvetlerle olaylar güçlükle engellenmişti.
Düğün salonunda bulunan DTP Ş.Urfa Milletvekili İbrahim Binici, il valisiyle emniyet görevlilerini pasif davranmakla suçlamıştı.
Olay medyada geniş ele alınmadığı gibi, gazetecilerin kullandığı dil, Trabzon'da yaşanan saldırıdan sonra kullanılan dilden pek farklı değildi. Faşizan tutkularla gerçekleşen linç girişimi, bugün "tehlikeli tırmanış" argümanına sarılan yaygın medyada, 'halkın tepkisi' mantığıyla verilmişti.
Aynı hassasiyette bulunan ulusalcı hassas ülkücü vatanseverler, Kasım 2009'da İzmir'de DTP konvoyunun geçişi sırasında, Aralık 2009'da Malatya'da DTP'lilerin açıklama yapma isteğinde ve son olarak Edirne ve Erzincan'da solcu öğrencilere yönelik önceden tertiplendiği açıkça belli olan saldırılarda yine sahne aldılar.
Şiddet çağrıları ve 'ulusal hassasiyet'
Halkın yanlış bilgilendirilmesi, Kürtlerin bölücü ve düşman, solcuların dinsiz ve imansız diye lanse edilmesi, yargının linç eylemlerine katılanları cezalandırmaması, bu tür eylemleri savunan ve "her şehit için 5 DTP'li" şeklinde ölüm çağrısında bulunan Bolu Expres'in yazarı Işın Ersen gibi isimler hakkında takipsizlik kararı vermesi, Diyarbakırspor için PKK dışarı diyen Bursaspor taraftarının alkışlanması, ülkede sivil bir kesim ile devlet içinde görev alan ve ülkeyi böyle kurtaracağını düşünen erkanın hala baştacı edilmesi endişenin büyüklüğünü anlatmaya yetiyor.
Anımsanacağı gibi, Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmış olan Org. Yaşar Büyükanıt, bir takım kulübü başkanı edasıyla, kendi dönemde gerçekleşen Dağlıca baskınından sonra sivil halkı tepki göstermeye, sokaklara dökülmeye davet etmişti.
Geçtiğimiz ay '3 kiralık silahşör'ün gösteri yapan Kürt gençlerine kuru sıkı tabancalarla saldırı düzenlediği Dolapdere'de, iki yıl önce de Kürt gençlerinin korsan gösterisi sırasında yapılan pompalı tüfek saldısını savunan Başbakan Recep Tayip Erdoğan, 28 Mart 2006'da Diyarbakır'da meydana gelen olaylar sırasında da "Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa kim olursa olsun terörün maşası haline gelmişse, gerekli müdahale ne ise bunu yapacaktır' demiş ve bu sözlerinin ardından bağımsız kaynakların iddiasına göre 10'u aşkın çocuk sokak ortasında vurularak öldürülmüştü.
Düşünün, iktidarın en tepesindeki isimler, TSK'daki en yetkili ağızlar ve bir kısım medya kolkola girerek alenen, bugün Edirne ve Erzincan'da meydana gelen linç girişimlerine kasten ya da kastı aşarak zemin hazırladılar. Ve bu zemin giderek yaygınlaşma eğiliminde... Bu eğilimin sonu yukarıda sözü edilen şarampoldür.
Buna karşılık, PKK-TSK savaşının sürdüğü Kürt illerinde bugüne kadar Türk memur, asker ve polislerine yönelik sivil kesimlerce ciddi bir linç girişiminin olmaması ise düşündürücüdür.
Linçte baş sorumlu iktidarlardır
Aydınları düşüncelerinden dolayı cezaevine tıkayan devletin, linç kültürüyle flört etmesi elbette şaşırtıcı gelmemeli. Şanlı tarihine 6-7 Eylül, Maraş ve Çorum Katliamları, Kanlı Pazar ve Sivas'ı da katan Türkiye Cumhuriyeti'nde, linç kültürüne çanak tutanların bir durup düşünmesinde fayda var. Keza bugün olası bir katliam ve geniş çaplı saldırıda ülke dönülmesi zor bir kanlı kazana girebilir.
Gazeteci Yazar Ragıp Duran, bianet'te yayımlanan Linç Kültürü ve Medya başlıklı yazısında şöyle diyordu:
"*Linç'i iyi tanımlamak gerek. Kriterleri var: Hukuksuzluk, şiddet, kitlesellik...Meşru ve yasalmış gibi gösterilen şiddetli bir cezalandırma aslında. Halkın tepkisi, yurttaş infialde edebiyatı...
Geçmişi de var tabi. Ortaçağ'da Cadı Kazanları mesela. Belki de Engizisyon. Ama dikkat, önemli bir kriter bireyselliksizlik. Birey yok sürü var linç kültüründe.
* Linç sanıldığı gibi aniden, kendiliğinden gelişen bir olay değil. Sinsice planlanmış hatta örgütlenmiş bir edim. 6-7 Eylül'de mesela Beyoğlu'nda azınlık mensuplarının dükkanlarını talan edenlerin ellerinde bir örnek sopalar var. Öyle aşka gelip Kıbrıs'ı kurtarmak isteyenler ya da koyu Atatürk sevgisi ile ne yaptığını bilmeyen insanlar değil söz konusu olan.
Linç önceden psikolojik olarak hazırlanıyor. Siz medyada, geleceğim medyaya, sürekli olarak mesela Kürt karşıtı yazılar, bilgiler okursanız, Kürtlere karşı koşullanırsınız, ortam müsait olduğunda da saldırabilirsiniz.
* Linç nerede, ne zaman yapılmış? Kim linç edilmiş? Kim ya da kimler linç etmiş? Neden linç edilmiş? Bu sorulara verilecek yanıtlar linç hakkında daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Ben şahsen saydığım örneklerde kendimi ideolojik ve duygusal olarak her zaman linçzedelerin yanında buluyorum.
Dikkat edin linç edenler ise her zaman saldırgan ve haksız. Amerika'da zenciler, Türkiye'de Kürtler ya da solcular, ya da eşcinseller ya da Aleviler linç ediliyor. Linç sadece toplumsal bir mesele de değil. Linç, iktidarla ilgili bir mesele. Çünkü, iktidar kapışmasında, ki hayatın tümü aslında bir iktidar kapışmasıdır, bükemediğin eli öpeceğine o eli kırmaya çalışıyorsun.
Bakın mesela naylon fatura zanlısı Maliye Bakanı linç edilmiyor. Sivas Katliamının sanıkları da linç, cinayet filan gibi suçlardan mahkumiyet almadı. Devletin düzenini bozmaktan hüküm giydiler. Linçzede ölüyor, linci gerçekleştirenler ise genellikle yargılanmıyor bile...
* Psikologlar, psikanalistler incelemiş bu konuyu: Linç aslında korkanların benimsediği bir yöntem. Rakip ya da ötekinden korkan ona yenileceğini anlayınca, baş edemeyince onu ortadan kaldırmak istiyor.
Demokratik tepki gösteremeyen, fikre fikirle yanıt veremeyen şiddete sarılıyor.
* Linç bence fikrine, inancına, siyasi-ideolojik ya da kültürel konumuna, yapısına, hazinesine güvenemeyenlerin başvurduğu bir yöntem. Çünkü, sen fikrine, inancına güveniyorsan, rakibin zaten seni alt edemez, hatta sen güçlüysen fikren, karşıtını bile belki ikna edebilirsin. "
Bir daha düşünelim...(FA/EÜ)