Melis Alphan geçtiğimiz Pazar günü Hürriyet gazetesinde yayınlanan yazısında, 10 Aralık günü Beşiktaş'ta yaşanan saldırılardan kıl payı ile kurtulduğunu ve mevcut şiddet ortamında yaşamından endişe edeceği bir çocuğu olmadığına şükrettiğini yazdı. Bunun ardından hükümete yakınlığı sır olmayan Yeni Şafak, Melis Alphan'ı hedef göstererek onun terör korkusu yaydığını iddia etti ve yazısında kullandığı ifadeleri „skandal ifadeler“ olarak adlandırdı.
Yeni Şafak'ın kadın yazarı açık hedef olarak göstermesinin ardında tek bir neden yatmıyor. O hem bir kadın olarak, hem de yaşanan katliamın eleştirisini, darbe girişiminin ardından demokrasi nöbetlerini güzelleyen Hürriyet gazetesi gibi bir mecrada yazma cesaretini gösterebilmiş bir yazar olarak hedef gösteriliyor.
Evet, korkuyoruz. Öldürülmekten korkuyoruz. Sokakta yürürken, iş yerimizdeyken, evde TV izlerken yani yaşarken öldürülmekten korkuyoruz. Bir maden göçtüğünde altında kalan kendi çocuğumuz olmadığında ciğerimize iğne batarak da olsa bir nefes alıyoruz. Kaçak ve yasa dışı yurtlarda yakılarak öldürülen bizim çocuğumuz olmadığında gözümüzden yaş akarak da olsa öldürülenin bizim çocuğumuz olmadığına şükrediyoruz. Hapse atılmış istismarcıya af gelip yeniden üzerine salınan kendi çocuğumuz olmadığında öfkemiz daha az olmuyor fakat evet, o çocuk bizim çocuğumuz olmadığı için şükrediyoruz. Yalnızca silahlarla değil, aynı zamanda hükümetin iç politikaları yoluyla tüm ülke vatandaşlarına karşı yürütülen bir savaş, sağ kalma içgüdülerimizden dolayı bizi bu kadar bencil bir hale getirmiş olabilir. Fakat bundan tek utanç duyması gerekenler gerçekten de bizler miyiz?
Kadın eşittir anne değildir
Bir kadın anne olmamayı tercih edebilir ve bu tercihinden dolayı her gün yeniden şükran duyabilir. Buradaki sorun kadının anne olmaması, anne olmadığı için haline şükretmesi veya bunu kaleme alacak cesareti gösterebilmesi değil, doğacak her çocuğun her an her yerde katledilebileceği veya korkunç bir yaşam sürmek zorunda bırakılabileceği gerçeği. Ve bu gerçeğin üstü, Yeni Şafak tarafından örtülmeye çalışılıyor. Melis Alphan'ı açıkça hedef olarak göstermelerinin amaçlarından biri de budur.
Biz kadınlar türlü nedenlerden dolayı anne olmamayı tercih edebiliriz. Fakat Türkiye sınırları içerisinde yaşayan bir kadın geleceğinden endişe edeceği bir çocuğu doğurmamayı tercih ediyorsa burada sorun kadının tercihi değil, bu tercihe yol açan faktörlerdir. Hükümetin iç ve dış politikalarının bizleri her gün öldürdüğü apaçık bir hakikatken bomba patlatılan tepeye „Şehitler Tepesi“ adı verilmesinin bir sebebi var.
Her saldırının ardından katledilen sivillere şehit sıfatı atfedilmesinin amacı isyanı henüz başlamadan susturmak. Bu milliyetçi beyin yıkama operasyonunu yürütenler işlerini öylesine sağlama alıyorlar ki, bizler daha bağırmadan kısıyorlar sesimizi: „Sevdiklerin kutsal bir amaç uğruna öldü!“ diyorlar cenaze sahiplerine. Fakat hayır! Beşiktaş'ta katledilen 19 yaşındaki Berkay Akbaş'ın babasının da dediği gibi „Herkese şehit hapı yutturularak insanların acıları bastırılıyor.“
Katledilenlere şehit denerek hem kayıp sahiplerinin acılarını dile getirme hakları ellerinden alınıyor hem de yaşanan katliamlar meşrulaştırılıyor. Katledilenler „vatan“ için değil, hükümet iktidarda kalabilsin diye katlediliyorlar. Onlar iktidarda kalabilsinler diye. Yalnızca ve yalnızca bunun için.
İş böyleyken bir kadın yazarın anne olmama tercihinden dolayı şükrettiğini dile getirmesi elbette hükümetin yayın organının işine gelmiyor. Erk sahiplerinin en çok korktuğu şey eleştiri ve meşru sorulardır. Bir zihinde uyanan bir soru tıpkı bir virüs hızıyla yayılarak hükümetleri devirecek bir sivil harekete dönüşebilir. Bu bakımdan Melis Alphan'ın yazısından dolayı hedef gösterilmesi bize aslında çok değerli bir mesaj veriyor. (SS/ÇT)