Hapishanede mazgaldan uzanan mektup demetinden çıkan her bir mektup, duvarın ötesine açılan bir başka penceredir.
Elinize aldığınız her zarfı, ister bir başka hapishaneden, isterse de dışarıdan gelsin; sizi bir başka dünyaya alır götürür.
Dışarıdaki için mektup; ya ödenmesi gereken bir faturadır ya da antika, Nostaljik bir iletişim aracıdır.
"Silah çıktı mertlik bozuldu" özdeyişini çağrıştırır dışarıdaki hayatın biricik tercihi haline gelmiş kısacık mesajlar, e-mailler... Aslına bakarsanız yabancılaşmanın da adıdır bunlar.
Oğlumuz Aktaş'ın tutsaklığımızın ilk günlerinde soyadı farklı olduğu ve bu gerekçeyle babasıyla görüştürülmediği için babasına yazdığı ilk mektubu postalama macerası, mektupla olan tanışıklığa (!) dair iyi bir örnek.
Ne yapsın çocuk? Hayatında ilk defa mektup postalayacak. Zarfın üzerine isim ve adresini alıcı yerine yazınca mektup Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Hapishanesi yerine eve gitmişti. Dedesi mektubun zarfını değiştirerek yeniden postalayarak, Akocan'ın mektubunu doğru adrese ulaşmasını sağlamıştı.
Tutsaklığımın ilk günlerinde kıdemli tutsakların mazgaldan uzanan mektuplara koşuşunu, çölde susuz kalmış birinin suyu gördüğünde coşkuyla ona doğru koşmasına benzetmiştim.
Tabi bu manzaraya ilk anda biraz şaşırmıştım. Garip karşılamıştım.
Ancak aradan birkaç gün geçince, her yeni tutsak gibi bende hapishanede mektup almanın ne demek olduğunu anlamıştım. Üstelik "boynuz kulağı geçer" misali, her gün mektup beklemeye başlamıştım.
Kendi deneyimimden hareketle de tanıdığım her hangi birinin tutuklandığını duyduğumda, bir faks çekerek tutsaklıklarının ilk günlerinde posta almanın tadını yaşatmaya çalıştım, çalışıyorum.
Sıra mektupların yanıtlamasına geldiğinde ise, bir başka gerçekle karşılaştım.
Eee her gün mektup beklemenin, fazla mektup almanın da bir karşılığı vardır elbette. Sağ elimin orta parmağındaki nasır bugünlerin armağanı olarak kalacak bende. Ve bu güne kadar mektup beklemeyen, istemeyen bir tutsakla karşılaşmadığımı belirtmeliyim.
Gebze Hapishanesinde mektupları Mektup Okuma Komisyonu'ndaki görevli dağıtırdı.
Mektup dağıtma günleri ve saatini bilirdik. Görevlinin gelişini de mazgalı açışından anlardık.
Mektup dağıtım saati genellikle koğuştaki çalışma saatine denk gelirdi. Bu nedenle de, günün nöbetçisi hariç hepimiz üst katta çalışıyor olurduk.
Görevlinin mazgalı açmasıyla, hepimiz önümüzdeki işle meşgulmüş gibi görünsek de; esasında herkesin dikkati mazgala yönelirdi.
Mektupları alan nöbetçi ile görevli arasındaki diyaloga kulak kabartır, mektubumuzun gelip gelmediğini anlamaya çalışırdık.
Hele bir de yolu gözlenen mektup sevgiliden ya da çok yakın birindense. O birkaç dakikacık zaman geçmek bilmezdi.
Nöbetçinin ayak seslerine konsantre olurduk. Merdivenleri hızla çıkışı ranzalar arasında dolaşıp mektup dağıtması, beklemenin dayanılmaz heyecanı.
Bazıları soğukkanlılığını koruyarak önündeki işle uğraşıyor-muş gibi yapıp, nöbetçinin ayak seslerinin kendisine yönelmesini beklerdi. Benim gibi tez canlılar ise bana var mı diye seslenip bir an önce mektuplarımıza kavuşmaya çalışırdık.
Sonra mı?
Mektubunu kapan ya ranzasına çekilirdi ya da hava koşulları uygunsa, soluğu havalandırmada alırdı.
Bazı mektupları birlikte okusak da, çoğunlukla her birimiz tutsaklığımızın kabuğuna çekilmeyi tercih ederdik.
Beyaz, renkli desenli çeşitli ebatlardaki zarflardan neler çıkmazdı ki?
Atilla İlhan'ın dizelerindeki;
"O sözler ki acıdır/ mapusane avlularında/ demirli kırbaçlar gibi şarklar / O sözler ki sırasında / çiçek açmış bir nar ağacıdır/dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı/ sırasında gizemli bıçaklar/ ..." gibidir.
Yalnızlığımıza açılan bu pencereden geçeriz sessiz bir sevinçle, coşkuyla.
Kah bir başka hapishanedeki sevgilinin, dostun yalnızlığına ortak olursunuz.
Kah duvarların arsında bulursunuz kendinizi.
Zarftan sevgilinin dizeleri çıkmışsa şayet:
"Ak kâğıt üzerinde hasret / Kırlangıç dalışı / Selamın düştü yalnızlığıma / Çınladı/ Köpürdü/ Kıskandı demir/ Şu demir var ya / Yok yok öbürü / Diğeri diğeri / Ne yazar / Tutkusu meydanlara dokunur / Demir gibidir yalnızlığım / tutuşur usulca / alev alev çoğalır." Dizelerindeki birlikte anılar okyanusunda kulaç atarken bulursunuz kendinizi.
Sevincinize hasretin hüznü eklenir. Ayrıca, sizi sevdiklerinizden koparan zindancı zihniyete, uygulamalara, haksızlığa, adaletsizliğe bir kez daha isyan edersiniz.
Önce hızla okursunuz mektubunuzu. Bu arada mektupsuz kalan koğuş arkadaşlarınızın sizi göz hapsine aldıklarında habersiz, mimiklerinizle kendinizi ele verirsiniz.
Mektubuna göre ikinci, üçüncü... Okumalarla sürer bu fasıl.
Bazen sevinçli kahkahalarınız komşularınıza izah etmek ihtiyacı duyarsınız. Arada bir de bazı cümleleri, paragrafları paylaşarak ortak edersiniz sevincinize koğuşu.
Hapishanedeki rutin yaşamı, yalnızlığınızı bir anda değiştirir MEKTUP!
Denk gelirse şayet; okunan mektupların ardından yağmurda volta atmanın tadı da başka olur.
Her adımda kafanızın içinde dans eder sevgilinin satırları...
"Küheylan düşler kurarım / Gündüz düşleri / Ne duvar tanır / Ne kapı / Ulaşılmazlığın uzaklığını aşan / Yâre ulaşan düşler." Kurarken voltanızın hızını da iyice arttırdığınızın farkına varırsınız.
Yüreğinizdeki sevgi dalgalarının oluşturduğu coşkuyla adımlarınız havalandırmayı.
Mektuplardan uzaklaşıp tutsaklık gerçeğine döndüğünüzde; inceden bir hüzün çöker yüreğinize.
İçinde özlem!
İçinde yoksunluk!
İçinde bütün bunların sebebi duvarlara, o duvarları yapanlara öfke ve isyan vardır.
Ve özcesi; hapishanede mektup beklemek de almak da güzeldir.
* * *
Seçim günü sandıkların açılması merakla, heyecanla takip ettik. Ekranda 36 rakamını görünce kendi çapımızda kutlama yaparak, dışarıdaki sevinç ve coşkuya kattık bizimkini de. Bütün baskı ve zorluklara rağmen 36 milletvekilinin meclise göndermesi en başta Kürt halkının başarısıdır elbette. Halklarımızı kutluyor, milletvekillerimize başarılar diliyorum. (FE/Lİ/ŞA)
* Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi, 18 Haziran 2011