"2014’ün işsizlik getirdiği 50/d’li Araştırma Görevlisi” hikayelerinden biri de benim başımdan geçti. Hikayem çok önemli olduğu için değil, ancak her hikayenin bir yerlerde kayıt altında olması gerektiğini düşündüğüm için sizlere anlatmayı tercih ediyorum.
ODTÜ Tanıtım Ofisi koordinatörlüğü yaptığım iki yıla yakın sürenin sonunda yüksek lisans mezuniyetimin ardından görev sürem 2013 Aralık sonuna kadar uzatıldı.[1] Ancak işsiz kalacak herkes gibi iş aramam gerekirken, ben son ana kadar hazırlıksız olarak çalışmaya devam ettim çünkü doktora yapmamayı kabul edersem çalıştığım ofiste kalıcı bir kadro verileceği söylendi. Bunu kabul ettim. Ancak Ekim ayından itibaren her an sonuçlanacakmış gibi gösterilen süreç uzatıldıkça uzatıldı.
27 Aralık tarihine kadar bağlı olduğum rektör danışmanı tarafından işe devam edeceğim, ancak kadromun nasıl halledileceği konusunu kendisinin Rektör ile görüşmeye fırsat bulamadığı şeklinde bilgilendirildim. Elbette bu sırada yönetim bana yazılı olarak görev süremin yılsonunda bittiğini belirten bir tebligatı imzalatmış, ama sözlü olarak bu konunun halledileceği telkinlerine devam etmişti.
27 Aralık tarihinde ise bağlı bulunduğum rektör danışmanı Doç. Dr. Barış Sürücü, hukuken mümkün olsa da, görev süremin uzatılmasının Rektör tarafından uygun görülmediğini tarafıma bildirdi.[2] Yıllık izin kullanmadığım, iş aramadığım, bir araştırma görevlisi olarak hakkım olmasına rağmen doktora derslerime devam etmediğim için, tüm hak kayıplarım için de bir kusura bakmama temennisi ve iş arama sürecinde yüksek-geniş çevrelerinden yararlanma hakkı sundular.
İşsiz kaldığım kesinleştiği anda bir aydınlanma yaşadım. Sağ olsun hocalarım, tam sekiz yıl öğrenim görüp iki diploma aldığım okulumda öğrenemediğim son bir dersi uygulamalı olarak öğretmişlerdi bana: “Profesyonellik”. Eğer bir kereye mahsus benim görev sürem uzatılırsa emsal teşkil edeceği açıkmış. Kötü niyetli birileri yarın öbür gün bunu kullanabilirmiş. (Ben herhalde iyi niyetli olduğum için ben benden önce böyle uygulamalar olsa da yararlanamadım).
Son dersimde öğrendiğime göre, bir yöneticinin amacı kimseye iş vermek değilmiş. Ders notlarıma bakarak yaptığım çıkarım, hatanın bende olduğu. Bu hikayede profesyonel davranmayan bir tek ben vardım. Rektörlük benim yapacağım işi yapabilecek başka bir araştırma görevlisi alana kadar benim işlerimi aksatmama izin vermemiş oldu.
Rektör danışmanı Doç. Dr. Barış Sürücü dönüp de Rektör’e, “Ben bu insana dört aydır işine devam edeceksin diye söz veriyorum. Nasıl olur da şimdi kusura bakma bir yanlış anlama olmuş derim” demeyerek kariyerinde bir pürüz yaratmamış oldu. Dedim ya, hata bendeydi. Görev süremin bitmesine iki ay kala yıllık iznimi kullanmalı, bir tanıdık doktordan rapor temin etmeli, iş aramalıydım. Sözde kalan güvencelere ise kulak asmamalı, yoluma bakmalıydım(!).
Bütün bu yaşadıklarımın altında elbette en temelde hepimizin bağlı bulunduğu koşullar yatıyor. Benim çalıştığım ofiste de neo-liberal dünyanın görüntüleri kişisel konularmış gibi yaşandı. Kasım 2013’te işyerimizde asgari ücret ile çalışmakta olan bir arkadaşımıza ve bize yapılan dedikodu ve mobbing içerikli ayıbın ardından, çalışanlar olarak bağlı olduğumuz rektör danışmanına hitaben bir çağrı metni kaleme aldık. Söylediğimiz iddia edilenleri reddettik ve rektör danışmanı hocamıza bağlı çalışanlar olarak çalışma koşullarımızdaki diğer somut sorunlardan da bahsettik.
İş yoğunluğu nedeni ile yüksek lisansını zamanında bitiremeyip işsiz kalan 50/d’li arkadaşlarımızdan; araştırma görevlisi olacağı söylenerek işe alınmış, bir yıldır asgari ücret karşılığında çalışan ve halen iş akdinin uzatılacağı bile belli olmayan arkadaşlarımızdan; planlama eksikliği sonucu, son anda çıkan işleri fedakarlık yaparak yetiştirmemiz istenmesinden bahsettik.
Ofisimizdeki bu ve benzeri sorunların çözümü temennisi ile bir toplantı talep ettik. Talebimiz ciddiye alınmadı; toplantı yapılmadı. Bu metin bir terbiyesizlik ve saygısızlık olarak değerlendirildi. Teker teker görüşüp bizden özür bekledi hocamız. Hatta benim küçük hikayemde bu metin, bağlı bulunduğum rektör danışmanına iş durumumun ne olduğunu sorduğum zaman (23 Aralık 2013’te) “iyi oluyor sana, biraz kıvran!” diye karşıma çıktı.
Bu hikayede ODTÜ gibi sembolik bir mekanda da durumun her yerdekinden farklı olmadığını bir örnek üzerinde gördük. ODTÜ’de de yöneticiler güvencesizliği bir insan kaynakları yönetimi sanıyor. Sanmayın ki sadece bir örnek var. ODTÜ’nün türlü birimlerinde araştırma görevlilerinin hocalarımız tarafından kişisel işler yapmaya zorlandığını, proje ödeneklerinde “kağıt üstündeki” bursiyerler olarak gösterildiklerini, tanıtım broşürlerinde on öğrenciye düşen bir öğretim elemanı arasında sayılsa da, yeri geldiğinde bursiyer öğrenci, yeri geldiğinde hizmet personeli sayıldığını biliyoruz. Konuşurken haftada 20 saat çalışması yeterli olduğu söylense de derse gitmelerine lütuf olarak izin verildiğini, hatta yeni alınan araştırma görevlilerine iki yarım gün izinli olabileceklerinin söylendiğini biliyoruz.
Bu yaşadıklarımızı işe olan bağımlılığımızdan dolayı her zaman dile getiremiyoruz. Bazen kişisel meseleler zannederek bir kenara bırakıyoruz. Bir takım hakaretlere, haksızlıklara boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Fakat başına böyle şeyler gelen, başına bu gelenler için “nereye gitsem başıma bunlar gelir, dayanmaktan başka çarem yok” diyen bizler birkaç kişi değiliz. Çoğuz ve çoğunluğuz. İşimiz zor, yolumuz uzun. Mücadele etmeye devam edeceğiz.
Aslında anlatılan sadece benim değil, sizin de hikayeniz..
“de te fabula narratur”
[1]Yani doktora yapmıyormuşum gibi. ODTÜ’nün ilgili senato kararına göre 50/d’li araştırma görevlileri 3 yıl içinde yüksek lisanslarını bitirip doktoraya başlamadıkları durumlarda görev süreleri en fazla yılsonuna kadar uzatılıyor. Anadolu Üniversitesi’nde kayıtlı olduğum Sinema ve Televizyon doktora programı ise görev süremin normal bir şekilde bir yıl uzatılması için yeterli bulunmadı. İl dışında olması sebep gösterildi.
[2]Doktora öğrencisi olduğum için istenirse görev süremin uzatılabileceği daha önce de Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Nevzat Özgüven tarafından yaptığımız bire bir görüşmede ifade edilmişti. Bana açıklama yapan Doç. Dr. Barış Sürücü hocam bunun farkında olduklarını ve Rektör’ün bu çözümü uygun bulmadığını açıkça ve vurgulayarak belirtti. (FDS/ÇT)