TBMM'nin açılışının ardından basına açıklama yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aynı basından aleni bir şekilde sansür talebinde bulunuyor. "Terörün haberini yapmak yanlış, gündemden düşürmek lazım" diyerek, operasyonlarla ilgili haber ve programlara kısıtlama getirmeyi ön gören fikirlerini basın mensuplarına açıyor.
Medyaya yönelik bu açık sansür talebi öylesine 'normalmişgibilik' kazanmış ki, periyodik olarak medyaya verilen direktifler bir ezbere dönüşmüş durumda.
Erdoğan'ın şikâyetçi olduğu mevcut medya düzeni haddinden fazla savaşçı bir dil kullanan, nefret söylemini içinde barındıran, eşitlikçi olmayan, iktidarın yamağı olmuş bir kara çukur halindeyken dahi onu memnun edemiyorsa, o halde arzu edilen düzen nedir?
Aslında sorunun cevabını kısa bir süre önce medya yöneticileriyle bir toplantı düzenleyeceğini söyleyen Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü ya da bianet'in haber başlığıyla "Genel yayın yönetmenimiz" Bülent Arınç veriyor:
"Onlarla, bunun bir milli mesele olduğunu, batı ölçütlerinde bir haber verme tekniğinin Türkiye'de de mutlaka yerleşmesi gerektiğini konuşacağım. Terör örgütünün bu kadar büyük şeyi yapabileceği konusunda adeta propagandasına yönelebilecek başlıklardan, efektlerden, haber verilişinden uzak kalınması gerekiyor. Onların da vatanperverliklerine güveniyoruz, eminim beraberce müşterek bir noktaya varacağız."
Medyanın haber yapmaya dair sınırlarını çizen, basında neyin manşet, neyin başlık ya da haber olacağına kanaat getiren, hangi görüntülerin yer alabileceğine dair milliyetçi bir yön ve yönteme karar veren anlayış hâkim.
Olası bir çatışmada zayiat veren eğer karşı tarafsa medyanın bunu görsel, sözsel ya da yazılı olarak saklamasını, en mahrem depolarında gizlemesini istenirken, olur da tam tersi olursa -veya olmasa da- üzerine bir değil bin katarak vatana millete görsel bir şölenle aktarılması talep ediliyor. Arınç diyor ya,"Onların vatanperverliklerine güveniyoruz" diye; belli ki daha önce bu işin garantisini aldığı medya grupları, basın organları var, ama aralarındaki ilişkiyi bir üst raddeye, daha samimi bir boyuta taşımanın vaktinin geldiği de söylenebiliyor hiç sıkılmadan, çekinmeden.
"Başlıklardan, efektlerden, haberin verilişinden" de rahatsız olunduğundan, bunlara müdahale edilmesi gerektiğinden dem vuruluyor.
Yani kısaca, medyanın, hükümetin bir diğer sözcüsü, daha fanatik bir taraftarı olması talebinde bulunuluyor.
Gündem: Savaş
Yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı şu dönemde böylesi tartışmaların dönmesi planlanan anayasanın ne kadar 'özgürlükçü' olacağının sınırlarını da göstermiyor mu aslında?
Düşünceyi yayma hürriyeti ya da temel hak ve özgürlükler henüz niyetlenen yeni anayasanın arifesinde dahi böylesi bir sansürle karşı karşıyayken, ilerisi için bu işin daha az anti-demokratik yöntemlerle yürütüleceğine dair güvence nasıl verilecek?
'Yeni' demenin demokratik demek olmadığını biliyoruz artık; bunu, yapılan sözde açılımlardan biliyoruz örneğin ya da meclisten savaş tezkeresini geçirmek için sabırsızlanan hükümetin diğerlerinden farklı olduğunu söyleyip her defasında onlarla aynı paydada buluşmasından biliyoruz.
"Terörün haberini yapmak yanlış, gündemden düşürmek lazım" diyen bir Başbakan, bilmiyor mu ki gündemin değişmesi sorunun çözülmesiyle mümkün; mevcut sorun ortadan kalkmadıkça gündemin değişmesi gibi bir olasılığın olmadığını bilmiyor mu? Olsa olsa onu aktarmanın formu değişir. Zaten talep de bu doğrultuda.
Ontolojiden bahseden Başbakan, ontolojik çelişkilerle boğuşuyor. "Olmuş ya da olacak olanı değil, olması gerekeni verin izleyiciye" diyor. Olmasını istediği şey ise, biraz daha şiddet, biraz daha savaş ve biraz daha yalan; tüm bunlar olurken de medyadan daha çok destek.
"Bütünden ayrılanları ancak savaş yeniden toparlayabilir," diyor Emmanuel Levinas, devletin amaçlarından bahsederken. Bütünü sağlamanın kudretini savaşçı bir yönteme dayandıran devlet de, belli ki parçaları toplamanın yolu olarak onu seçiyor. Öyle ki Başbakanın bu parçaları bir araya getirmek için medyanın desteğini istemesinde de aynı niyet yatıyor.
Çünkü toplumsal tabakalar parçalı kaldıkça o bilindik doğaya, savaşsız basit doğaya geri dönerler. Onları toplamada, bütünleştirmede medyaya özel bir görev atfediyor Başbakan. Tüm bu 'sansür talepleri', 'müşterek noktalara varma hesapları' da bunun getirisi olsa gerek.
Oysa gene Levinas'ın sözleriyle devam edersek, "Savaş, doğayı aşan olumsuzluktur." Tıpkı yetkiler konusunda haddini aşmanın da bir olumsuzluk olması gibi. (BA/HK)