Medya ne üretir?
Bir çoğumuz ilk bakışta gazetelerin ve dergilerin;haber, televizyonun;programlar ürettiğini söyleyecektir-haber programları, eğlence programları, sinema kuşakları, dizi filmler, belgesel filmler, tartışma programları vb. Bu cevap medyanın ürettiklerine dair bir cevap değildir, haberler ve programlar asıl üretim için araçlardır sadece.
Medya gerçekleri yansıtır diye düşünüyorsanız, en azından görevi bu olmalı diyorsanız, bir kez daha düşünelim derim. Aslında, medya gerçeklikleri üretir.
Evet, medya izleyenler ve okuyanlarda, belli türde kanaatler, görüşler oluşturarak gerçeklikler üretir. Bu ne demek? Nedir gerçeklik? Belgesel sinema dergisinin kış 2003 sayısında M. Sadık Aslankara'nın bu konuda yazdıkları, bir fikir verebilir:
"Gerçek", bizi kuşatmış nesneler evreninde nesnelerin yalınkat yer alışıdır. Bizim dışımızda varlıklar olarak kendilerini koymalarıdır. Bu belki de bizim dışımızda sürüp giden o en genel anlamdaki "hayat" tır
Kaba bir yaklaşımla diyelim ki, gerçek, nesnenin kendisidir. Oysa "gerçeklik", bu nesnelerin, tam olarak yalnız kendileri değil, birbirleriyle ilişkilenişleri de değil ama öznenin bakışı doğrultusunda sıralanışı, nesneler evrenindeki düzleme yerleşimi, özneyi sarmalayan ya da kuşatan yanlarıyla ortaya koydukları etkidir, etkimedir, bütün bunların yarattığı karmaşadır.
Yani canlısı, cansızıyla süregiden varlık evreniyle bize düşen yaşamsal paydır. Kaba bir yaklaşımla diyelim ki, gerçeklik, nesnenin özneyle ilintilenmişliğidir."
Medyanın yasak bölgeleri
Medya gerçeklikler üretebilen bir özne midir? Her medya kuruluşunun hiyerarşik yapısını, organizasyon şemasını, işleyişini, karar mekanizmalarını dönem dönem inceleyebilme olanağımız olsaydı her medya "şirketinin" gerçeklik üreticileri, özneleri hakkında bir fikrimiz olabilirdi. Tabii, bu bilgiye isteseniz de ulaşamazsınız, yasak bölgedir-girilmez!
Başta sorduğumuz soruya geri dönelim; medya ne üretir? Hala asıl ürettiği şeye yaklaştığımız söylenemez. Medya izleyici ve okuyucuları üretir. Peki bu ne demek? İzleyici ve okuyucu olarak medya bize ürettiği ürünleri;gazete, dergi, tv programları satar diyorsanız, emin misiniz diye sormalıyım. Medyanın asıl sattığı ürün izleyici veya okuyucudur. Belli tür kanaatler ve görüşler doğrultusunda hazırladığı, paketlediği ve sunduğu ürün biz izleyici ve okurlarız.
Biz izleyici ve okurları nasıl ürettiği ve paketleyip sunduğuna dair birkaç örnek vereyim.
Savaş öncesi yayınına dönelim, izlediğimiz programlarda, reality showlar, haberler, diziler, holywood filmleri, vahşete, korkuya, şiddete saatlerce katlanabildiysek, Marshall Macluhan'ın hatırlattığı gibi nefes almak, biraz mutlu olabilmek için tek program reklamlardır, mutluluk konforlu arabalarla, kredi kartlarını rahatça kullanabildiğiniz alışverişlerle, lezzetli makarnalar ile evinize kadar gelecektir.
Medyanın ürünü olarak izleyici
Öyleyse haydi alışverişe, mutluluğu bizde yakalayalım. Paketlendik bile, şimdi büyük uluslarötesi şirketler-sermaye için satışa hazır bir ürünüz demektir.
Yeryüzünün kirli savaşlarından birini daha yaşadığımız bu günlerde medyada Amerikanın savaş teknolojisinin muazzamlığı konusunda yüzlerce haber duyuyoruz, bilumum savaş aygıtlarının detaylarını, güçlerini, teknolojik üstünlüğünü ezberledik nerdeyse, evet ABD "hiper bir güç"tür diye söyleyecek hale getirildik sanırım, hazır mıyız, yeterince iyi paketlendik mi, çaresizlik duygusu eşliğinde bu "hipergüç"'ün kölesi olduğumuzu kabul ettiysek, korku imparatorluğuna teslim edilmek üzere beyaz saraya satış için uygunuz ve hazırız demektir. Satış gerçekleşti, medya bizde bir gerçeklik üreterek, bizi üretti.
Savaş uzmanlarının çağrılı olduğu programları izledik, spikerlerin konuk uzmanlarına, savaş çadırında karar veriyormuş veya komuta merkezinde söz sahibiymiş gibi sordukları soruları duyduk.
Ve bu soruları farkında bile olmadan cevaplamaya başladık mı, güzel, artık insanlık adına veya kendi adımıza soru üretecek halimiz kalmayacak şekilde bu sorulara ve cevaplara yeterince maruz kaldıysak, biz de, devletlerin, orduların her hamlede yaptıklarının stratejik olarak haklılığı üzerinde yorum yapabiliyorsak, üretim tamamlanmış, paketlenmiş, gerekli devletler ve silah tacirleri için satışa hazır hale gelmişizdir.
Askeri brifingler, gerçekler ve aradaki reklamlar
Daha pek çok örnek verilebilir, tüm bunlara rağmen paketlenmeye direniyorsak, hala sorular üretebiliyorsak, ses efektleri, üst üste imajlar, animasyonlarla desteklenmiş bir yığının içinde, hergün birbirini yalanlayan haberlere hazır olun.
Tek haber kaynağımız askeri komuta merkezlerinden verilen brifingler veya devlet başkanlarının açıklamaları, ya da askeri eğitim almış bağımsız olmayan, özenle seçilmiş "gömme muhabirler" ('askeri leyliler') olduğu için sürekli birbirini yalanlayan açıklamalar, deklarasyonlar için de, hangisi ne yalanlar söylemeye çalışıyor diye avcılığa başladıysak, bir süre sonra, kafa karışıklığı, çaresizlik hissine kapılacak, bu dünya da herşey yalan diye bağırmak isteyeceğiz.
Günlerdir sokaklarda haykırıyor, sadece polisin biber gazı sıkmak zorunda kaldığı haberinden başka sesimizi duyuramıyoruz, güçsüzüz, çaresiziz, elimizden birşey gelmiyor, bizde birşeyler tükeniyor.
İçimize yerleştirilen bombalar patlamaya hazır, paketlenemeyenlere özel kendini imha süreci başlasın. Fransız film yönetmeni J.L.Godard'ın Çılgın Pierrot Filminden bir diyalog;
Ferdinand/pierrot(Jean Paul Belmondo) -Merak ediyorum polisleri tutan nedir? şimdi hapishanede olmalıydık.
Marianne(Anna Karina) - Akıllıca, kendimizi yok etmemiz için izin veriyorlar.
Medyanın ürettiği düşler
Medyanın ürettiği gerçeklikler ile, aslında düşler demeliyim(devletler ve ordularının, ABD ve küresel sermayenin düşleri) paketlenmek istemediğimizden, başkalarının düşlerine yakalanmamak için, medyatik mide bulantısı, kafa karışıklığı, çaresizlik tuzaklarına düşmeden, ne yapabiliriz sorusunu artık sorabiliriz.
Medya konusunda Ragıp Duran'ın önerdiklerini okumalısınız . Yapılacak çok şey var. Düşünmeye cüret etmeliyiz herşeyden önce ve sorularımızı üretmeye.
Günah keçisi teması üzerine eski bir soruyu hatırlatmak istiyorum;
Milyonlarca insan sürekli mutlu yaşasın, ama bir şartla;uzaklarda bir yerde bir yitik ruh tek başına eziyet çekmek zorunda olsun. Böyle bir dünyada mutlu olabilir miydiniz?
Günümüzde tek bir yitik ruh değil, binlerce yitik ruh eziyet çekiyor, mutlu, sevinçli, coşkulu olabilir miyiz, olabiliyor muyuz?
Sorularımızı üretmeliyiz ve insanlık adına daha derin ölçütler bulmak için çoğaltmalıyız soruları. Yeryüzünde verili ve daimi hiçbirşey yok, tekrar tekrar sorular üretmeli, bize veriliymiş gibi kanıksatılan herşeyi, düşünülür hale getirmeliyiz.
Leibniz'i hatırlayalım ve soralım;
Dünyaların en iyisini ne tanımlar? En sürekli dünya olması. Dünyanın kıstası süreklilik olacaktır. Birbirleriyle birarada mümkün olmayan ve kendi içlerinde mümkün olan bütün bu dünyalar arasından azami sürekliliğe sahip olanı varoluşa kavuşturacaktır.
Bugün mümkün olmayan bir dünya için, "sürekli" olmalıyız, çaresizlik hissinden kurtulup, soruları çoğaltmalı, daha derin ölçütler geliştirmeyi denemeliyiz insanlık için. Devam! Sürekli olan biz olabiliriz! (NK/BB)