Bağdat cayır cayır yanıyor. Irak topraklarında üstüne yağan bombalardan yaşamını yitiren çocukların, kadınların, sivillerin kısaca "ölenlerin gücü" dünya üzerinde barışı yeniden kurabilecek mi?
Acaba Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 12 Kasım 1984 tarihli 39/41 sayılı "Halkların Barış Hakkına dair Bildiri"si çok mu eskidi? 5 Kasım 1988 tarihinde Genel Kurul tarafından kabul edilen "Uluslararası Barış ve Güvenliği Tehdit Edebilecek Uyuşmazlık ve Durumların Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılmasına ve Birleşmiş Milletlerin Bu Alandaki Rolüne İlişkin Deklarasyon" artık unutuldu mu?
Genel Kurul 9 Aralık 1994 tarihinde benzeri bir karar almamış mıydı? Bu kararda Uluslararası barışın ve güvenliğin korunması hakkındaydı... Yoksa Birleşmiş Milletler ve kararları artık önemini yitirmeye mi başladı? Barışın sağlanması amacıyla kurulmuş koruma kalkanları örgütler yerlerini savaş tamtamlarına terk ediyorsa, biz bu dünyayı cehenneme çevirmek için nerede hata yaptık? Sorumluluk kimin? Kim sorumsuzca davranıyor?
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 12 Kasım 1984 tarihli ve 39/41 sayılı kararıyla onaylanan "Halkların Barış Hakkına dair Bildiri"sinde şunlar yazılı:
"Genel Kurul,
Birleşmiş Milletlerin asıl amacının uluslararası barış ve güvenliği sürdürmek olduğunu yeniden teyit ederek,
Birleşmiş Milletler Şartı'nda belirtilen temel hukuk prensiplerini akılda tutarak,
Savaşın insanoğlunun yaşamından silinmesi ve her şeyden önce dünya çapında bir nükleer maceranın önlenmesi konusunda bütün halkların iradesini ve bilincini ifade ederek,
Savaşsız bir dünyanın, ülkelerin maddi anlamda ilerlemeleri ve gelişmeleri ile Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen insan haklarının ve temel özgürlüklerin uygulanması için öncelikli bir uluslararası önkoşul olduğuna kanaat getirerek,
Nükleer çağda, insan uygarlığının korunması ve insanlığın idame ettirilmesi için öncelikli şartının dünyada devamlı bir barışın kurulması olduğunun farkında bulunarak,
Halkların barışçıl bir yaşam sürdürmelerini sağlamanın her Devletin kutsal bir görevi olduğunu kabul ederek,
1. Gezegenimizde yaşayan halkların kutsal barış hakları bulunduğunu ilan eder;
2. Halkların barış hakkını korumanın ve bu hakkın uygulanmasını sağlamanın her devlet için temel bir yükümlülük oluşturduğunu beyan eder;
3. Halkların barış haklarını kullanmalarını sağlamanın, devletlerin politikalarını her türlü savaş tehdidinin, özellikle nükleer savaş tehdidin tasfiye edilmesine uluslararası ilişkilerde zor kullanmaktan kaçınmaya ve uluslararası anlaşmazlıkları Birleşmiş Milletler Şartı'na dayanarak barışçıl vasıtalarla çözmeye doğru yöneltmelerini gerektirdiğini vurgular;
4. Bütün devletleri ve uluslararası örgütleri, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gerekli tedbirleri alarak, halkların barış haklarını uygulamaya yardım etmek için ellerinden geleni yapmaya çağırır."
Emekli paşalar "uzman" olarak ekranlara çıkarılıyor. Onlara soruluyor "bu savaş nasıl bir savaştır?". Ekranlarda boy göstererek bu savaşın "stratejilerini" gülümseyerek anlatıyorlar. Naklen savaş yayınının canlı yorumlayıcıları ve aktarıcıları. Ne dün, ne bugün ve ne de yarın hiçbirisinin aklına savaşa karşı barışı savunmak gelmemiş ve gelmeyecek.
İnsanlar ölüyor, Bağdat yanıyor, bombalar kentin ortasında patlıyor. Seyrediyoruz. Gazeteciler, kameramanlar, Iraklılar savaşta ölüyor. Beyaz bayrak sallamakta geç kalmışlar... Uzmanlar aldırmıyor. Bu konuda herhangi bir yorumları yok. Amerikanın gücüne güç katan inanılmaz yorumlarıyla siren seslerinin ne anlama geldiğini anlatırken, yaşanan savaşın "benzersiz" olduğunu vurguluyorlar.
Emekli "savaş uzmanları" ekranların sanki sanal savaşçıları. Taktikler veriyorlar. Bağdat'ın nasıl ele geçirileceğini meğer nasıl da iyi biliyorlarmış. Amerikanın kara, deniz hava kuvvetlerini ne kadar iyi tanıyorlar. Irak savaşını da avuçlarının içi gibi biliyorlar. Ne kadar çoklarmış... Kanalın her birinde birisi var. Tümenlerin numaralarını ve silahlarının ağırlığı ile hafifliklerini, kaç günde nereye kadar gelip mevzileneceklerini ne kadar iyi anlatıyorlar...
ABD silahlı kuvvetlerinden daha kuvvetli yorumlarıyla "benzersiz" olarak niteledikleri savaşı ekranlarda kutsuyorlar. ABD; benim memleketimin ekranlarında, önce medya ve sonra da bulup çıkardıkları uzmanlar sayesinde savaşı kazandı.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Birleşmiş Milletler halkların; "barış hakkını" kabul ederken, haklar ve kararlar artık yok mu sayılıyor? Kabul edilen deklarasyonlar aldatmaca mı? Yoksa bu kararları imzalayan devletler halklarıyla dalga mı geçiyor? Yoksa bunca kan ve gözyaşından sonra "barış" ve kararların tümü sadece düş olarak mı kalacak? Dünyayı koca bir ayyaşla, benzersiz bir diktatöre teslim ederken nerede hata yaptık?
Medya ekranlara taşıdığı emekli uzmanlarıyla savaşı "benzersiz" ve olağan kılarken, barışı gerçekleşmesi olanaksız bir "düş"e çeviriyor. Barışı bir düş, savaşı ise olağan gösteriyor. Bu medyanın sorumsuzluğudur. Medya; kendi sırtına yüklediği ve yaşadığımız yüzyılın en büyük sorumsuzluğu olan "savaş çığırtkanlığından" sorumludur. (EÖ/NK)