Ahmet Altan, Nezih Demirkent ve Çetin Emeç dönemlerinde Hürriyet gazetesinde kadrolu olarak editörlük yapmış eski bir gazeteci. Daha sonra da bir süre Milliyet gazetesinde köşe yazdı. Dolayısıyla Doğan Grubunu, belki de bugün kendisine saldıranlardan daha iyi tanıyor.
Ahmet Altan'ın bir başka kişisel niteliği de babası ve ağabeysinden geliyor: Bugün Fatih Altaylı'nın yazdığı köşenin eski adı 'Bir Günün Hikayesi' idi ve bir zamanlar bu köşeyi imzasız olarak Çetin Altan yazardı.
İktisat profesörü olan ağabeyi Mehmet Altan da Kemalizmin ve rejimin olumsuzluklarını sistematik olarak eleştirip sergileyen bir yazar.
Altan'ın Atakürt yazısı
Ahmet Altan, sonuç olarak son derece öznel bir alan olan edebiyat beğenisi açısından, her halükarda popülerlik boyutunu yakalamış, kitapları çok satan bir yazar.
Mağdur yazarın temel özellikleri arasında bir de siyasi-ideolojik konumu var ki, bugünkü medya kampanyasının en önemli unsurunu oluşturuyor: Ahmet Altan, benim yakından izlediğim 80'li yıllardan bu yana, Kürt meselesinden ordu sorununa, 'şeriat' paradigmasından azınlıklar sorununa, ekonomiden kültüre kadar neredeyse her alanda, esas olarak egemenlerin karşısında saf tuttu.
'Atakürt' yazısı nedeniyle de yargılandı. Altan ayrıca, her zaman bağımsız bir aydın olmasını bildi. Altan'ın, Özal, liberalizm, küreselleşme ya da diğer alanlardaki tutumlarını herkes hatta hiç kimse benimsemek zorunda değil. Ama hiç kimsenin de 'Türk değildir' yalanıyla onu hedef göstermesi kabul edilemez. Altan, bir açıklamasında 'Edebi Andıç' deyimini boş yere kullanmıyor.
"Aldatma" bahanesi
Altan'ın son romanı 'Aldatma'ı bahane ederek, kitabı okumayanların yazarı hırsızlıkla suçlamaları ciddiye alınamayacak kadar hafif bir perde. Altaylı ya da Çölaşan gibilerinin edebiyat bilgi ve gustosu onların bu konunun yanına bile yaklaşamayacak kişiler olduğunu gösteriyor.
Şair kimliği nedeniyle edebiyattan teorik olarak anlaması beklenen Özdemir İnce'nin talihsizliği ise Hürriyet ailesine mensup olması. İnce'nin, kimilerinin kıskançlıkla açıklamaya çalıştığı, Altan'a yönelik küçümseyici saldırısı aslında, Hürriyet'deki diğer meslektaşları gibi öz olarak siyasi ve ideolojiktir.
Başta Doğan Medya Grubu yazarları olmak üzere çok sayıda medya 'sniper'i bugün Ahmet Altan'a saldırırken 'Atakürt' yazısının intikamını alıyor, çok satan ama karşı taraftan olan bir yazarın başarısı karşısında ezikliklerini telafi etmeye çalışıyor, beğenmediği belki de olumsuz bulduğu bir eser karşısında hoşgörüyle değerlendirme yapacağına, yazarın şahsiyetine yönelik tiksinti besliyor.
Ardıç, Çölaşan, Altaylı, Pulur, İnce
Üstelik tüm bunları, hiç bilmediği anlamadığı edebiyat eleştiri kural ve normlarının dışında, amiyane tabirle belden aşağıya vurarak yapıyor. Ahmet Altan düşmanları, Sartre'ın 'Büyük burjuvazi milliyetçiliği küçük burjuvaziye bırakacak kadar büyüktür' saptaması doğrultusunda, bu saldırı kampanyasında en kolay ve kısa vadede Türkiye'de en çabuk taraftar toplayacak bir ideolojinin şemsiyesi altına sığınarak, yani milliyetçilik yaparak sürdürüyor. Milliyetçilik kaçınılmaz olarak şiddeti de beraberinde getiriyor.
Yakın geçmişte de Türk medyası, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Mina Urgan ve Orhan Pamuk'a yönelik benzeri kampanyalar düzenlemişti. Bugün saldırganlar, bu dört şahsiyet karşısında hala yeniktir.
İlginçtir, tüm kampanyaları gözden geçirdiğimizde, saldırganlar Altaylı, Ardıç, Çölaşan, İnce, Pulur gibi isimler taşıyor, mağdurlar ise siyasi-ideolojik yelpazenin hep muhalif kanadında yer alıyor. Ayrıca saldırganların daha çok mahalli lig düzeyinde olması, mağdurların ise Şampiyonlar Liginde oynaması da kayda değer.
Tepki ve dayanışma!
Benim büyük bir hüzünle izlediğim bir başka gelişme ise, Ahmet Altan'ın edebiyatçı, romancı, şair meslektaşlarının bu saldırı karşısında her halükarda yeteri kadar tepki ve dayanışma göstermemeleri. Yazar örgütlerinin yan ısıra, tek tek yazarların, böylesine iğrenç bir saldırı karşısında çok daha açık ve sert bir tutum takınması beklenir.
Hele kimilerinin, sözmona edebiyat eleştirisi adı altında saldırgan cepheye hak verir nitelikte yazılar yayınlaması bu memleketteki yazarların siyasi-ideolojik kumaşı konusunda derin kaygılar uyandıracak cinsten.
Hoş, Doğan Kitapçılık mensubu yazarları da tamamen anlamıyor değilim... Ama meslektaşlarını medya saldırganları karşısında yalnız bırakanların, bir gün aynı akıbete uğrama ihtimalini de unutmamak gerek. Sadece gelecekteki bu yalnızlık tehlikesi değil ama özel sohbetlerde saldırganlara karşı çıkanların, söylediklerinin yarısını yazmalarını beklemek doğal değil mi?
Yayın ilkeleri
Burada bir başka olumsuzluk daha var: Meraklılar, Altan'ın kitabının ciddi bir edebi eleştirisini de okuyamayacaklar. Çünkü, medya bu eserin edebi yanını, açtığı siyasi-ideolojik kampanya ile örttü. Zaten aslında, medya, Altan'ın siyasi-ideolojik duruşuyla baş edemediği için böylesine dürüst olmayan bir yönteme başvurdu.
Daha önce yazmıştım. Tekrar edeyim: Doğan Medya Grubunun temel, asal, tali yayıncılık ilkeleri, uygulanmak için değil, sıkışmışlıktan ve göz boyamak amacıyla tazelenmişti.
Altaylı'nın hiç bir somut bilgi ya da belgeye dayanmayan yazısını sür manşete çeken Özkök, aynı konulu eski bir yazısı nedeniyle daha önce mahkemece suçlu bulunan Çölaşan'ın yazısına itiraz etmeden sayfaya koyan Özkök, İnce'nin yazısına da onay veren Özkök, DMG'nin Yayın Grubu Başkanı sıfatıyla Gözcü gazetesinin tek manşette tüm yayıncılık ilkelerini çiğneyen yazısına bal gibi içten destekleyerek evet diyor. Aydın Doğan'ı, TV8'deki yayına müdahale etmeye yönelten de işte budur!
Çok değil, yakın bir gelecekte, yaşlı bir adam oğluna ya da kızına şöyle diyecek: - Ahmet Altan, o zamanlar Altaylı, Çölaşan, İnce ve Ardıç'ın saldırısına uğramıştı...
- Kim bu saldıranlar baba? (RD/NM)