Elektronik basın şirketlerinin dörtte birinde yabancı sermaye payına konulmuş yüzde 25 sınırını kaldıran tasarı, TBMM'de ilginç tartışmalara da yol açıyor.
Çıkış noktası TMSF'ye geçen Uzanların Star'ının satışı olan, ama muhtemelen daha geniş uygulama alanı da bulabilecek bu tasarı, TBMM'de yoğun olarak tartışılıyor.
Medyada yabancı sermaye ilgili bu tasarı ile ilgili iki cephe var. Birinci cephede CHP, DYP, MHP'nin yanı sıra, AKP'nin içinde Yalçıntaş, Yalçınbayır gibi isimler yer alıyor.
Bu cephe, TV sektöründe yabancı sermaye payına sınırın kaldırılmasının kültür emperyalizmine yol açacağını, şeriatçılara, misyonerlere, Türkiye aleyhtarı propagandaya zemin hazırlayacağını savunarak bu mülkiyet tasarısına karşı çıkıyorlar.
Hükümet kanadı ise, uygulamanın mevcut kanalların dörtte biri ile sınırlandırılarak yabancı hegemonyasına imkan verilmediğini, yabancı sermayenin sektöre girişinin rekabeti getireceğini, bunun da medya çalışanlarının şartlarını iyileştireceğini savunuyor.
TV sektörüne yabancı sermaye girişi, Türkiye'deki medya ortamını nasıl etkiler? Bazı soruları sorarak tartışmayı ilerletelim.
Neden gelmediler?
Yüzde 25 pay olsa da bugüne kadar TV sektörüne neden yabancı sermaye gelmedi?
CNN, CNBC ve bazı dergi gruplarına küçük paylarla gelmiş yabancı sermaye payını dikkate almazsak, yabancı sermayenin Türkiye'nin medya sektörüne ilgi göstermediğini görüyoruz. Neden? Birincisi, medya sektörü iç pazara dönüktür, dolayısıyla iç taleple sınırlıdır.
İkincisi, bu sektörün maddi girdileri, ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile ilgilidir. Orta derecede gelişmiş bir ülke olarak Türkiye'de kültür endüstrisi (medya, müzik,sinema,kitap) henüz bebeklik çağındadır ve süreli yayın ürünlerinin satışı yılda 1 milyar doları ancak bulmaktadır.
Reklam gelirleri ise 2004 yılında 1.8 milyar dolar olmuştur. Böyle olunca 2.8 milyar dolarlık geliri olan bir sektörden söz ediyoruz.
Ancak bu kaynak, irili ufaklı çok sayıda TV, radyo, gazete, dergi tarafından, yanı sıra İnternet, sinema, açıkhava gibi mecralarca paylaşılıyor. Bunun yanı sıra, sektöre hakim Doğan Grubu, sektör gelirinin yaklaşık yarısına, sahip olduğu yazılı ve elektronik medya ile el koyuyor.
Böyle olunca, aslında yabancı girişimci açısından, sadece ekonomik saikler düşünülürse, Türkiye'deki medya sektörünün bir cazibesi yok. Ve aslında mevcut Türk grupları açısından da medyaya yatırımın ekonomik bir rasyonalitesi yok.
Çünkü, bu sektörde satışlar ve reklam gelirleri sınırlı, buna karşılık bunu paylaşan kuruluş ve mecra sayısı niceliksel olarak Türkiye gerçeğinin çok, çok üstündedir.
Silah olarak medya
Bu durumda medyada faaliyetin yegane gerekçesi ekonomi dışı saikler olmaktadır. O da nedir? Medyadan kar etmemenin, hatta zarar etmenin karşılığını medyanın sağladığı dışsal ekonomilerle dengelemek, telafi etmek.
Yani, siyasi iktidar üstünde etkinlik kurarak, rakipler üstünde etkinlik kurarak, yan şirketlere, banka, sanayi, hizmet, ticaret... medya desteği sağlayarak medyaya yatırımın karşılığını bulmak.
Böyle olunca, Türkiye medya sektörüne girecek yabancı sermayenin de bu gerçeğin farkında olması ve ancak ve ancak aynı saiklerle gelmeye niyetlenmesi gerekiyor.
İyi de, bunun için medyaya yatırıma gerek var mı? Özelleştirme uygulamalarından, ABD'nin BOP, İran, Suriye politikalarına kadar birçok örnekten biliyoruz ki, "yabancılar" medyadan murat ettiklerini, burada medyaya yatırım yapmadan da elde edebiliyorlar.
Birçok TV'de, gazetede, hem mikro hem makro politikalarını savunacak, hislerine tercüman olacak patronlar, kalemler, yönetmenler bulabiliyorlar.
Bu konuda bir güçlükle mi karşı karşıyalar ki, sektöre bizzat girip mülkiyet egemenliği ile istediklerini yapmaya mecbur kalsınlar? Sanmıyorum.
Hem, dikkat çeken bir şey daha var. Yabancı sermayenin sektöre girişine mevcut medya girişimcilerinden hiçbir itiraz gelmemektedir. Tersine bazıları ellerini ovuşturarak, kanallarını yabancılara iyi bir fiyatla satmanın hesabını bile yapmaktalar.
Ne yapmalı ?
Özet olarak, Türkiye'deki elektronik medyayı ele geçirmek için yanıp tutuşan bir yabancı medya olduğunu sanmıyorum. Olsa da, bunun ortaya çıkaracağı arızaları önlemenin yolu, mülkiyete sınırlar, yasaklar koymaktan geçmez.
Belli komplolar peşinde olanlar, mevcut medyayı ele geçirmeden de, yerli ajanlar kullanarak amaçlarına ulaşırlar, ulaşmaktalar.
Paravan isimler kullanarak istedikleri kuruluşun dümenini ellerine geçirirler. Bunun yasalarla, mevzuatla önüne geçmek mümkün değildir.
Medyadan gelecek zararları önlemenin yolu mülkiyet ilişkilerini düzenlemekten değil, bir yandan medya çalışanlarının editoryal bağımsızlıklarını sağlayıcı düzenlemelerden, bir yandan da medyanın hedefi kitleleri medyatik saldırılardan korumaktan geçiyor.
Medyada yok edilen editoryal özerklik için medya çalışanlarının iş güvenlikleri önemli. Bunu sağlayacak olan sendikal örgütlenmenin önündeki işverenden gelen manevi baskıların önlenmesi gerekiyor.
Medyada yeniden bağımsız sendikacılığın tesisi, hem medya çalışanlarının ekonomik haklarını korumaları için hem de bağımsız bir yayıncılık için şart.
Öte yandan izleyici, okuyucu, dinleyici olarak kitlelerin medya filtrelerine sahip olmaları gerekiyor.
Günümüz medya endüstrisinin ne mene bir şey olduğunu, mevcut sömürü ilişkilerini sürdürme ve yeniden üretmede medyadan nasıl yararlanıldığını, kitlelerin nasıl yönlendirildiğini, dezenformasyonu, kitlelere, ilkokullardan başlayarak göstermek ve kendilerini medyadan korumalarını öğretmekle bu işin üstesinden gelinebilir.
Medyaya karşı filtrelere sahip olmanın, her şeyi izlemenin, her şeyi okumanın, her şeyi dinlemenin iyi bir şey olmadığını ve medya ile istismarın tehlikelerine dikkat çekilmeli.
Yanı sıra, kamu yayıncılığına sahip çıkılmalı, kamu yayıncılığının objektifliği, halk için yapılması talep edilmeli. TRT'nin olanakları, bir dizi dernek, sendika, vakıf gibi kamusal kuruluşun seslerini duyurmalarına açık olmalı.
Öte yandan, bağımsız medya girişimlerinin, küçük girişim yayıncılığının önündeki engeller kaldırılmalı, dağıtım tekellerine karşı, PTT imkanlarından ayrıcalıklı olarak yararlanmaları sağlanmalı. (MS/BA/TK)