"Gazetecinin ilk görevi doğruya ve kamunun doğruyu bilmesine saygıdır."
Bu cümleyi Uluslararası Gazeteciler Federasyonu'nun (FIJ-IFJ) "Meslek İlkeleri"nden aldım. Bu yükümlülük en az gazeteci kadar gazeteciye bilgi veren başta kamu kuruluşlarının yetkilileri ve sorumluları olmak üzere "kamusal bilgiye sahip olan" herkes için geçerlidir.
Önce devletin kontrolüne geçen, sonrasında da "tartışmalı" bir şekilde bir özel kuruluşun sahip olduğu bir gündelik gazetede, üç gündür "Sosyal Güvenlik Kurumu"nun üyelerine ve artık zorunlu olduğu için tüm vatandaşlara verdiği hizmetler anlatılıyor.
Sunumu, manşetleri ve spotları bir yana, yukarıdaki ilkenin gereği yerine getirilmeden yapılan bu dizi haber, tanıtımın ya da reklamın da ötesinde "seçim öncesi" pek çok başka yerde yapılan ve tartışılanlara benzer şekilde bir tür "propaganda" faaliyeti örneği olarak rahatlıkla gazetecilik okullarında ders olarak işlenebilir.
* * *
Kuşkusuz "iktidarda olan" dahil, her partinin bir seçim döneminde "propaganda" yapması, yaptıklarını ve yapacaklarını anlatması hem bir hak hem de bir ödevdir. Ancak bunun sınırları vardır ve bunları da yine hepimizin ortaklaşa uymakla yükümlü olduğumuz yapılar, başta da seçim sürecini düzenlemek ve kontrol etmekle yükümlü kuruluşlar yapmaktadır.
Bu yükümlülükleri ortaya koyan metinlerden birisi de kamuya yönelik bilgi veren, bir anlamda bir habercilik faaliyeti yapan, bir radyo programcısı olarak bana da tebliğ edildi.
O metnin içinde yer alan cümlelerden birisi de "Tarafsızlık, gerçekçilik, doğruluk ilkelerine uygun davranmakla yükümlü radyo ve televizyon kuruluşlarının, tek yönlü, taraf tutan yayınlar yapamayacaklarına, bu kuruluşların yayınlarında demokratik kurallar çerçevesinde, kamuoyunun siyasal beklentilerine cevap verecek şekilde siyasi partiler arasında fırsat eşitliğini sağlamak zorunda olunduğu" şeklindeydi.
Kuşkusuz bu yalnız "sesli-görüntülü" yayıncılık için geçerli değildir. Kamuya yönelik bir bilgilendirme faaliyeti içinde olan, başka bir deyişle "kamunun bilgi edinme" hakkının gereğini yerine getiren gazete ve gazeteciler de burada söz edilen "tarafsızlık, gerçekçilik ve doğruluk" ilkelerine uymak zorundadır.
* * *
Haberin ayrıntılarına girmek gereksiz. Çünkü mevcut düzenlemenin sağlamadığı ya da yetersiz kaldığı "sağlık hakkı"nın gereği olan pek çok yaşamsal kamusal hizmetlere ulaşılamadığı birçok örnek söz konusudur.
Bunlar her gün medyada kendisine yer bulamasa da "her sağlık kuruluşunun içinde", ama bunlardan daha fazlası da "sağlık ocağının, hastanenin" olmadığı yerlerde yaşanmaktadır.
Ayrıca basit bir hesaplama yaparsak, haberde yazıldığı gibi işsiz, çalışmayan bir kişinin ayda 25 YTL ile kendisi ve aile üyelerinin sağlık hizmetlerinden yararlanamayacağını, dolayısıyla sağlığına kavuşamayacağı açıktır.
Çünkü GSK aracılığıyla alınan sağlık hizmeti ve tedavileri en azından "katkı payı" ödenmesi gereklidir.
* * *
GSK aracılığı ile sunulan sağlık hizmetlerine bakarak "bu alanın" sorunsuz, güllük, gülistanlık, tüm hizmetlerin sunulduğunu ileri sürmek eğer "bilgisizlik" söz konusu değilse, olsa olsa kasıtlı bir "propagandif" faaliyet olarak kabul edilmelidir.
Gazeteci incelediği konunun farklı yanlarındakilerin bilgilerine başvurmalı, eğer bunların eksik olduğunu düşünüyorsa, "gerçeği gözlemlemek ve onu göstermek durumunda" olmalıdır. (MS/TK)