9 Kasım günü Brand week etkinlikleri kapsamında, Nihal Bengisu Karaca, İsmail Saymaz ve Nevşin Mengü’nün konuşmacı olarak katıldığı oturumun moderatörlüğünü yaptım. Oturum başlığımız Siyasal Söylemin Şekillenmesinde Medyanın Rolü idi. Bu vesileyle ay yazımda medya-siyasi söylem ilişkisine dair bir çerçeve çizmek istedim.
Post-Truth (Hakikat sonrası), Popülizm ve Kutuplaşma baskın bir siyasi söylemi devreye soktu. Bu söylem, genellikle kriz anlatısını oluşturan güçlü olumsuz mesajları kullanıyor, durumun karanlık bir resmini çiziyor ve halka neden endişelenmesi veya neden bir grup insanı suçlaması gerektiğini gerekçelendirerek açıklamaya çalışıyor.
Siyasi güç ve editöryal çizgi
Medya-siyaset simbiyotik (ortak yaşam) ilişkisi içerisinde medya, güç ve ideolojinin temsillerini aktarmanın yanı sıra, farklı politikaların özendirilmesinde ve tartışmaya açılmasında önemli bir siyasi rol oynar.
Öte yandan, siyasi güçlerin medyanın editoryal çizgisi üzerinde etkisi -hatta bu etki zaman zaman bir baskıya dönüşebiliyor-, haberlerin nasıl oluşturulduğu ve aktarıldığı da dahil olmak üzere tüm gazetecilik uygulamalarında ortaya çıkıyor.
Her ideolojinin kuşkusuz kendine karşılık gelen bir söylemi mevcut (her söylemin de ideolojisinin olduğu gibi). İdeolojiler genellikle söylemle açıkça ifade edilir, edinilir ve çoğaltılır.
Siyasi söylemler, belirli dil stratejilerini kullanan ideolojik çerçeveleri yansıtırlar. Zaten söylemi işte bu yüzden dil içinde kurgulanan toplumsal kökenli ideoloji olarak tanımlarız.
Siyasi söylem, kasıtlı bir eylem olarak tanımlanabilir. Başka bir deyişle, belirli politik bir söylemin üretimi, belirli çıkarları koruma, bunlara meydan okuma, yapısını bozma gibi amaçlara hizmet eder.
Siyasi söylem, teşvik etmeye çalıştığı ideolojilere göre sınıflandırıldığı gibi, -Sosyalist, Liberal / Demokratik, Muhafazakar, Totaliter veya alt türlere örnek olarak LGBTI+'ler, Feministler, Yeşiller, Milliyetçiler vs. gibi- ayrıca gücün veya hiyerarşinin varlığına ve/veya yokluğuna göre baskın olabilirler.
Siyasi söylem türlerinin sınıflandırılması, siyasi alanın ne anlama geldiğinin tanımıyla ilintili. Siyasi söylem türlerini sadece politikacılar tarafından üretilen kelimeler ve metinler olarak tanımlamaktansa, seçmenlerin, baskı gruplarının, medyanın, siyasi partilerin ve tüm siyasi aktörlerin faaliyetlerine bakarak incelemek çok daha sağlık olacak.
Siyasal söylem tanımının içine, siyasi gösterileri, sivil itaatsizlik girişimlerini de katmak gerekir. Medya, sivil itirazlar ve protesto girişimleri süzgecinden geçirir, olaya karışanlar kızgın kalabalıklar olarak göstererek toplum vicdanına havale eder. İktidarın ekonomik uygulamalarına yapılan protestoları da çoğu zaman haksız bir eylem olarak gösterip hükümetin haklılığını vurgular.
Siyasi söylem örneklerine, hükümetin iç ve dış ilişkilerle ilgili duyuruları,-bunlara politika duyuruları ve yasa tasarısı duyuruları da dahildir-, dış politika beyanları, antlaşma müzakereleri, barış görüşmelerini de katmak gerekir.
En çok aşina olunan siyasi söylem türlerinden biri, parlamento konuşmaları ve tartışmalarını içerir. Van Dijk Söylemin ve İktidarın Yapıları adlı makalesinde; birçok iktidar sahibinin (ve konuşmalarının) haber medyasında yeknesak bir şekilde yer aldığını ve böylece iktidarlarının daha da onaylanabileceğini ve meşrulaştırılabileceğini vurgular.
Seçmeci kaynak kullanımı, tekdüze haber temposu ve haber başlığının seçimi yoluyla haber medyası hangi haber aktörlerinin kamuya yeniden sunulacağına, onlar hakkında neler söyleneceğine karar verir.
Toplumlar demokrasi, eşitlik, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi temel değerler üzerine inşa edilmiştir. Özellikle seçim dönemlerinde demokrasinin etkililiği ve etkinliği siyasi tartışmalar ve kampanyalarda ifade özgürlüğünün ne denli işler olduğuna bağlıdır. Siyasi parti liderleri ve temsilcilerinin, insanların özgürce konuşma haklarını savunmalarının yanı sıra, tartışma ortamı yaratma ve yürütme konusunda sorumlu bir tavır sergilemeleri ve hatta bu süreçte buna öncülük etmeleri gerekir.
Diğer yandan, düşmanlık, ayrımcılık, önyargı, ayrıştırma, kutuplaştırma yaratmaları; küfürlü, aşağılayıcı dil kullanmaları, klişeleri, kalıp yargıları ve önyargıları özendirici, yalan, yanlış ve yanıltıcı bilgi yaymaları, özellikle de dezavantajlı, kırılgan grupları hedef göstererek nefret söylemi üretmeleri kabul edilemezdir.
Kamuoyunun, bu denli kutuplaşmanın yaşandığı bir süreçte, yankı odaları tuzağına da düşmemeye dikkat etmesi gerekir. Yankı odalarında, kişinin yalnızca kendi fikirleriyle aynı fikirde olan görüşlere maruz kalması, birçok demokratik ülkede siyasi söylem için artan bir endişe kaynağıdır.
Gazeteciliğin temel işlevi
Paylaşılan görüşün yankılanması, yani ağda yeniden paylaşılması ile izin veren odanın yani sosyal ağın nasıl etkileşime girdiğine dair yapılan çalışmalar, Twitter kullanıcılarının büyük ölçüde kendileriyle aynı fikirde olan siyasi görüşlere maruz kaldıklarını ortaya koymakta.
Bir başka gözden kaçırılmaması gereken husus da, günümüzde çoğunlukla çevrimiçi faaliyet gösteren Ulus Ötesi Popülizmin ardında gizlenen bariz aktör olan medyanın rolüdür. Özellikle ulus ötesi popülizm söz konusu olduğunda, medya kendini ‘halkın sesi/halkın vekili olarak, konumlandırarak, tüm yetkiyi elinde bulundurmak istiyor ve siyasi kurumlarla yakın ilişkiler içinde olduğunu gizlemeye çalışıyor. Yani görünüşte “halk adına sarf edilen tüm çabalar, aslında “halkı” yerinden etmekten başka bir şey değil.
Gazeteciliğin temel işlevinin, insanların kendilerini özgürce yönetebilmeleri için, ihtiyaç duydukları enformasyonu sunmak olduğu, bu işlevi yerine getirebilmek için de gazetecinin en önemli yükümlülüğünün sadakatle bağlı olması gereken yurttaşa karşı olduğunu hatırlatmakta yarar var. İnisiyatif kullanması ve bağımsız bir gözlemci olması gereken gazeteciden yalnız nesnel olması değil, aynı zamanda kamuoyuna açık bir eleştiri platformu sağlayabilmesi de beklenir.
Gazetecinin görevi özellikle seçim kampanyaları döneminde adaylar hakkında kamuoyunda oluşan soru ve endişeleri yanıtlayacak her türlü soruyu kamu adına sormaktır.
Zira siyasilerin kamuya hesap verme yükümlülüklerinin asıl takipçileri, kamuoyunu bilgilendirme yükümlülüğü taşıyan gazeteciler olmalı, aksi durumda medya iktidarın söylemini meşrulaştırarak bizlerin bilgi edinme hakkını ihlal etmiş olmaz mı?
Seçim öncesi ve seçim sürecinde alternatif siyasi düşüncelerin, parti ve adayların söylemlerinin seçmene iletilmesinde medyanın rolü her zamankinden daha çok önem taşıyor.
(YGİ/EMK)