Karikatür olayının zamandizinine genel bir bakış atmak, incelemek bu açıdan anlamlı olabilir.
Karikatürlerin yayınlanmasına yol açan süreç, çocuk kitapları yazarı Kare Bluitgen'in, "Kuran ve Peygamber Muhammed'in Hayatı" adlı bir kitap yazması ve bu kitap için Hz. Muhammed'in resimlerini yapacak çizerler aramasıyla başladı. Bluitgen daha önceki kitaplarında Hıristiyan Tanrı'sını kahramanlaştırmıştı. Örneğin Cennet'ten Bir Ayakkabı Düştü adlı kitabında, dünyaya düşürdüğü ayakkabısını arayan Tanrı'nın büyüklerden yardım alamayıp çocuklardan ilgi görmesinin hikayesi anlatılıyor.
Bluitgen'in başvurduğu çizerler, Hz. Muhammed'i çizmenin tehlikeli olacağını öne sürerek teklifi kabul etmediler. Bunun ardından Jyllands-Posten gazetesi, bu olaydan esinlenerek, basın özgürlüğüyle ilgili bir makale yayınlamaya karar verdi. Ayrıca bu makaleye eşlik edecek karikatürler çizmeleri için bazı çizerlere sipariş verdi ve bunun sonucunda, 30 Eylül 2005 tarihinde ünlü 12 karikatür ve makale gazetede yayınlandı.
Bu karikatürlerin ortak konusu Müslümanlar ve İslam inancında Hz. Muhammed'in tasvirini yapmanın yasak olmasıydı. Fakat karikatürlere alışılmış oryantalist bakış açısı hakimdi: bir karikatürde, Hz. Muhammed'in başındaki türban patlamak üzere olan bir bomba olarak tasvir edilmişti, bir başkasındaysa, bir bulutun üzerindeki Hz. Muhammed ölerek cennete gelmiş olan intihar komandolarına "Yeter artık, cennette huri kalmadı" diyordu.
Ardından, 20 Ekim 2005'te Danimarka'daki İslam örgütleri (cemaatleri) bu yayını protesto etti. Danimarka yönetimine yaptıkları başvurulardan yanıt alamayınca, bu olayı uluslararası İslam cemaatinin gündemine getirmeye karar verdiler. Karikatürler İskandinav ülkelerinde de eleştiri konusu olmuştu. İslam Konferansı Örgütü, Danimarka yönetimine ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'na başvurdu.
10 Ocak 2006 tarihinde, Norveç'te Magazinet adlı bir dergi karikatürleri tekrar yayınladı. Norveç yönetimi bu yayını kınar ve özür dilerken, Danimarka yönetimi basın özgürlüğünü savunarak özür dilememekte ısrar etti. 26 Ocak'ta Suudi Arabistan Danimarka elçisini geri çağırdı. Ürdün dışındaki Ortadoğu ülkelerinde gazetelerde karikatürler yayınlanmamış, konu edilmişti. Ürdün'de karikatürlerden iki tanesini örnek olarak yayınlayan gazete editörü işten atıldı ve özür diledi. Bu süreçte Norveç ve Danimarka ürünlerine yönelik olarak Suudi Arabistan, Kuveyt gibi Ortadoğu ülkelerinde geniş çaplı bir boykot başlamıştı. Kopenhag'da gösteriler yapılıyordu. Kasım ayında başka Avrupa gazeteleri de aynı karikatürleri yayınladı. Libya Danimarka'daki elçiliğini kapattı. Pakistan'da işçi grevleri oldu. 30 Ocak'ta hala geri adım atmamış olan Danimarka'ya yönelik protestolar şiddetlenmişti, Gazze'de AB bürosunu basan silahlı kişiler özür talep ettiler. 31 Ocak'ta Danimarka Jyllan-Posten gazetesi özür diledi.
1 Şubat'ta Almanya, İtalya, Fransa ve İspanya gazetelerinde, Hz. Muhammed'in tasvir edilebileceği konusunda ısrar eden yeni karikatürler yayınlandı. Ortadoğu'daki protestolar kitlesel boyut kazandı. Filistin ve Şam'da gösteriler düzenlendi. Elçilikler önünde yapılan gösterilerin ardından, 4 Şubat'ta, Şam'daki Danimarka ve Norveç elçilikleri elçiliği, cep telefonlarına "Kuran yakılıyor, ama provokasyona gelmeyin" diye kısa mesaj (sms) gönderilen protestocular tarafından yakıldı. 5 Şubat'ta Beyrut'taki Danimarka elçiliği saldırıya uğradı. 6 ve 7 Şubat'ta Afganistan, Pakistan, Nijerya'daki şiddetli protestolar sırasında ölenler oldu.
Karikatür olayı artık büyük bir uluslararası gündem konusu. Asya'da Buddha heykelleri yıkıldığında ya da Irak işgal ordusu Babil'in asma bahçelerine girdiğinde, kütüphaneleri yağmaladığında ortaya çıkandan çok daha büyük bir gündem oluşturdu. Avrupa ve dünya ölçeğinde daha da karmaşık, şiddetli olaylar yaşanabilir. Fakat bu noktada bir düşünmek gerek: Ne oluyor?
Irak'ın işgal edilmesine, Ramazan ayında Felluce'nin bombalanmasına, İran'a nükleer enerji konusunda uluslararası baskı uygulanmasına.. .diye uzatılabilecek ve İslam dünyasını altüst eden bir dizi olaya görece sessiz kalan Ortadoğu ülkeleri ve İslam Konferansı Örgütü, neden Avrupa kıtasındaki bir ülkede, bir gazetede yayınlanan karikatürler konusunda bu kadar hassas davranıyor?
Dahası, Danimarka gazetesi bu karikatürleri ve makaleyi başka bir dile çevirmemiş, başka bir dilde yayınlatmamışken, yayın nasıl Ortadoğu ülkelerinin ve uluslararası İslam cemaatinin gündemine girdi?
Bu sorunun yanıtını, Ortadoğu'ya giderek bu karikatürleri konu eden bazı isimler sayesinde kısmen alıyoruz: Ahmed Akkari, Şeyh Yusuf Mustafa El-Kardavi, Ebu Laban. Kopenhag'da yaşayan bir Müslüman tanrıbilimci olarak anılan Ahmed Akkari, Danimarka yöneticileriyle yaptığı görüşmelerden bir sonuç alamadıktan sonra bazı Ortadoğu ülkelerine gitmiş ve Danimarka'da Müslümanların kötü koşullarda yaşadığını anlatmış. Dolayısıyla, bir bakıma bir çevirmenle karşı karşıyayız: Ortadoğu ülkelerinde yayınlanmayan, Danca olan karikatürleri bu dillere çeviren bir çevirmen.
İkinci bir çevirmen de Şeyh Yusuf Mustafa El-Kardavi olsa gerek. El-Kardavi, El-Cezire televizyonunda "Şeriat ve Yaşam" adlı bir program yapıyor ve İslam online adlı İnternet yayınının sahibi. Radikal görüşleri nedeniyle El Ezher Üniversitesi'nden ayrılmak zorunda kaldıktan sonra, Katar'a yerleşmiş ve Doha Üniversitesi'nde hukuk bölümünü kurmuş. 2004 yılında, İrlanda, Dublin'de Uluslararası Müslüman Alimler Birliği'ni (IAMS) kuran da yine El-Kardavi. El-Kardavi bu karikatürleri kınayan ve haberin yayılmasına yardımcı olanlardan biri. Ebu Laban da Kopenhag'da yaşayan ve Ahmed Akkari'yle birlikte Ortadoğu'ya giden imamlardan biri. Ebu Laban, 1990'larda, Mısırlı İslamcı militanlardan biri olarak anılan Talat Fuad Kasım'a çevirmenlik ve yardımcılık yapmış. 2 Şubat 2006 tarihinde, Ebu Laban'ın Katar'a giden heyette, gazetede yayınlanmamış karikatürleri de yayınlanmış gibi gösterdiği öne sürülmüştü.
Olasılıkla bu şaşırtıcı bağlantılar ve karmaşık çeviriler listesi uzayıp gidecek. Fakat bu kadarına bile bakmak, karikatür tepkisinin Katar'dan İrlanda'ya uzanan çok dallı bir ağın içinde örgütlenmiş olduğunu gösteriyor.
O zaman insanın aklına tekrar tekrar aynı sorular takılıyor: Neden bu aynı ağ, Irak'ın işgalini önlemeye çalışmadı, neden İran'a yönelik uluslar arası tehdit konusunda sessiz kalıyor? Neden bütün bu karikatür krizi sırasında, "basın özgürlüğünün başlıca savunucusu" olan ABD ve Britanya, karikatürlerin yayınını kınamaya özen gösteriyor? Bir başka nokta da şu: Bu olay, tam da İran uluslararası denge açısından önemi büyük bir değişimi gerçekleştirmeye, Mart 2006'da bütün banka rezervlerini dolardan avroya çevirerek "petrodolar" sistemini alt üst etmeye hazırlandığı sırada gerçekleşti.
Dahası: İran, neden bu karikatürlere tepki olarak bir Yahudi soykırımı karikatür yarışması açtı? Müslüman peygamberine yönelik hakaretin karşılığı çağdaş dünyada bu mudur? Yoksa, eğer bu basit bir yanlış yorumlama, sözgelimi karikatürlerde tasvir edilen intihar bombacıların Filistinli olduğuna inanma sorunu değilse, İran bu olayları Müslüman inancına yönelik bir hakaret olarak yorumlamıyor mu? Bu olay çok yönlü bir psikolojik harekatın varlığına işaret ediyor, ama kim kime karşı ve en önemlisi ne için yapıyor?
Medeniyetler çatışması ekseni emperyalizmi gizliyor
Robert Fisk, The Indepent'ta yayınlanan "Aldanmayın, Konu İslam Laiklik Karşılaşması Değil" başlıklı yazısında, "Samuel Huntington'ın eski safsatası 'medeniyetler çatışması'nı alevlendirmenin zamanı değil" diyordu. İran'daki, Irak'taki yönetimlerden, Mısır'da Müslüman kardeşler'in parlamentodaki koltukların yüzde 20'sini kazanmasından, Filistin'de Hamas'tan söz ediyor ve soruyordu: "Burada bir mesaj var, değil mi?"
Fisk'e göre mesaj, ABD'nin Ortadoğu'da rejim değişikliği politikasının beklediği sonuca ulaşmamasıydı: "Milyonlarca seçmen, İslam'ı onlara dayattığımız yozlaşmış rejimlere tercih ediyor."
Fisk, "her halükarda, sorunun peygamberin resminin yapılıp yapılmaması olmadığını" yazıyor ve soruyordu:
"Milyonlarca Müslüman yasaklıyor olsa da, Kuran peygamberin görüntülenmesini yasaklamıyor. Sorun, bu karikatürlerin Muhammed'i Bin Ladin türü bir şiddet imgesiyle göstermesi. İslam'ı bir şiddet dini olarak tasvir ettiler. İslam böyle bir din değil. Acaba o hale mi getirmek istiyoruz?"
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu'ysa, BBC Türkçe'ye verdiği röportajda, " Bizim dini geleneğimizde, resim, bilhassa peygamberlerin ve hatta dört halifenin resminin çizilmesi doğru bulunmamıştır. Müslümanlar, 14 asırdır, peygamberlerinin hatta, bütün peygamberlerin resminin çizilmesini doğru bulmazlar. (...) Ama burada sadece resim meselesi değil. Burada tezyif, aşağılama, kötüleme içeren bir karikatür söz konusu. (...) Onun için resme karşı gösterilen bir tepki değil bu, tamamen yapılan saygısızlığa bir tepkidir" diyordu.
Medeniyetler çatışması sorusuna da şöyle yanıt veriyordu:
"İnsanlığın kavga ederek sorunlarını çözmesi mümkün değil. Medeniyetleri çatıştırmak, dinleri çatıştırmak isteyenler, hep insanlığın hayrına değil, insanlık için büyük sancılar açacak yollara insanlığı sevk ediyorlar.
"Belki hesapları silah tüccarlarının işine gelebilir. Veya bu uluslararası strateji açısından daha kısa yol olarak görülebilir. (...)Sadece güçlü olanlar kazanır değil, bundan herkes kaybeder, herkes yara alır."
Genel kaygılar, medeniyetler çatışması adlı tuhaf paradigma çevresinde toplanıyor. Bu açıdan Ortadoğu'dan yükselen sesin tonu oldukça önemli.
Bütün bu yaşananlar "medeniyetler çatışması"nın meşrulaştırılması için ideal zemin oluşturuyor. Anlaşılan, ikinci perde -"medeniyetler uzlaşması"- açılıyor. Türkiye'nin rolünü tahmin etmek güç değil, çünkü bu oyun ikinci kez, bir fars olarak oynanıyor. (SG/TK)