“Bütçeyle desteklenmeyen eğitim, sadece kâğıt üzerinde ilerler.”
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesi Meclis’te uzun tartışmalarla kabul edildi. Rakam büyük: 2 trilyon 896 milyar lira. Kâğıt üzerinde böylesine devasa bir bütçe, “Eğitimin tüm sorunlarını çözecek güçte” gibi duruyor. Ancak bu rakama biraz yakından baktığımızda, fotoğraf hızla değişiyor.
Bütçenin yaklaşık %83’ü personel giderleri ve zorunlu ödemelere ayrılmış durumda. Yani bütçenin büyük bölümü eğitimde kaliteyi artıracak yeniliklere, altyapıya, modern okul ortamlarına değil; mevcut düzeni sürdürmeye gidiyor. Bir başka ifadeyle, bu bütçe yeni bir eğitim vizyonu inşa etmekten çok, sistemin zorunlu masraflarını karşılamaya çalışan bir “idare bütçesi”.
Daha çarpıcı olan ise yatırım payı. 2026 bütçesinde yatırımların oranı yalnızca %8 civarında. Bu, 20 yıl önceki yatırım payının neredeyse yarısı. Böyle bir tabloyla nasıl yeni okul yapılacak? Nasıl sınıf mevcutları düşecek? Nasıl okul öncesi eğitim yaygınlaştırılacak? Nasıl teknoloji ve laboratuvar altyapısı güçlenecek? Sorular ortada, cevaplar belirsiz.
Birçok sendika ve eğitim uzmanı, okulların en temel ihtiyaçlarını bile kendi imkânlarıyla karşılamaya çalıştığını söylüyor. Temizlik görevlisi yetersiz, hijyen eksik, bakım-onarım erteleniyor, yardımcı personel yok; çünkü bu alanlara ayrılan bütçe yok denecek kadar az. Üstüne üstlük öğretmenlerin ek ders ücretleri hâlâ “çorba parası” olarak anılıyor. Bu kadar büyük bir bütçede öğretmenin refahına, mesleki gelişimine, okulun günlük ihtiyaçlarına neden hâlâ bu kadar az yer ayrılıyor?
Bir de işin politika boyutu var. Her yıl artan özel okul teşvikleri, din ağırlıklı eğitim veren kurumlara yönelen kaynaklar, kamusal eğitimin giderek arka plana itildiği tartışmalarını güçlendiriyor. Oysa bu ülkenin en ücra köyündeki çocuk dahi nitelikli, eşit, çağdaş eğitimi hak ediyor. Bütçe ise bu eşitliği artırmak yerine, kimi eleştirmenlere göre, tam tersine eşitsizlikleri derinleştiriyor.
Elbette bütçenin büyüklüğü inkâr edilemez. Ama önemli olan “kaç lira ayrıldığı” değil, “o liranın nereye, nasıl ve kim için harcandığıdır.” 2026 bütçesi, parlak rakamlarla sunulsa da eğitimde yıllardır kanayan yaralara merhem olacak bir perspektif sunmuyor. Sınıfların kalabalıklığını, okulların fiziki yetersizliğini, öğretmenin ekonomik sorunlarını, adaletsiz eğitim ortamını çözmek bir yana; mevcut sorunların büyük kısmını olduğu yerde bırakıyor.
Kısacası 2026 bütçesi, eğitim için bir gelecek vizyonu değil; tam tersine, sorunları öteleyen bir “idare etme” belgesidir. Bu bütçede ne cesaret var, ne yenilik, ne de Türkiye’nin yarınlarına dair güçlü bir irade. Kağıt üzerinde büyük görünen rakamlar, gerçekte eğitimin çürümüş yapı taşlarını onarmaya bile yetmiyor. Çünkü bütçenin ruhu geleceği inşa etmiyor; günü kurtarıp krizi yönetmeye çalışıyor.
Her yıl aynı tabloyu izliyoruz: Öğrencilerin ihtiyaçları erteleniyor, öğretmenlerin talepleri duymazlıktan geliniyor, okullar kaderine terk ediliyor. Buna rağmen her yeni bütçe, “rekor artış” manşetleriyle sunuluyor. Oysa kimse şu gerçeği saklayamaz: Bu bütçe, eğitimin kaderini değiştirecek bir adım atmıyor.
Hâlâ kalabalık sınıflarla, yetersiz okul binalarıyla, personel eksikliğiyle, bilimsel donanıma sahip olmayan dersliklerle mücadele eden bir ülkede milyonların geleceği sadece rakamlarla kurtulmaz. Bu ülkenin çocukları, şansa ya da velilerin cebine bağlı bir eğitim sistemini hak etmiyor. Öğretmenler, emeği görünmeyen ve sürekli fedakârlıkla ayakta kalmaya zorlanan bir mesleki hayata mahkûm edilmemeli.
Eğitimin, ülkenin en stratejik gücü olduğu söylenir. Doğrudur. Ama stratejik alanlara stratejik bütçeler gerekir. Cesaret gerekir. Öncelik gerekir. Bu bütçede ise bunların hiçbiri yok.
Bütçenin %80’den fazlası zorunlu giderlere, geri kalanı ise göstermelik yatırımlara ayrılmış. Böyle bir dağılımla siz neyi çözeceksiniz?
Yeni okul mu yapacaksınız?
Nitelikli bir okul öncesi eğitim mi sağlayacaksınız?
Öğretmeni güçlendirecek bir politika mı uygulayacaksınız?
Eğitimde eşitsizliği mi azaltacaksınız?
Hayır. Bu bütçe bunların hiçbirini yapmıyor. Yapamaz da.
O hâlde temel soruyu daha açık sormak gerekiyor:
Bu bütçe eğitimin derinleşen krizini durdurabilir mi?
Cevap çok net: Hayır.
Büyük rakamlar büyük çözümler anlamına gelmiyor. Bu bütçe, büyük bir sorunu küçük planlarla geçiştirme çabası. Ülkenin eğitim gibi hayati bir alanda böyle bir “günü kurtarma” anlayışına teslim edilmesi ise kabul edilemez.
Türkiye’nin ihtiyacı, cesur, yatırım odaklı, bilimi merkeze alan, öğretmeni güçlendiren ve her çocuğa eşit bir gelecek sunmayı amaçlayan bir bütçedir.
2026 bütçesi ise bunun çok uzağındadır.
(AÖ/NÖ)








