Türkiye’de anadilde eğitim sorunu, arkaik zihniyetin aşılamamasından dolayı devam etmektedir. Dolayısıyla bugün milyonlarca Kürt, en temel talepleri karşılanmadığı için Kürtçe anadilinde eğitim alamamaktadır. Tabii anadiline yönelik yasakların kalkması, görsel ve yazılı Kürtçe üretimin yaygınlaşması olumlu gelişmeler olsa da bu, Kürt çocuklarının asimilasyonunun daha modern usullerle sürdüğü gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü yıllarca tekçi ve Türkçü bir eğitim tornasından geçirilen Kürt çocuklarının zihinlerinde belli bir yaştan sonra Kürtçenin dilbilimsel kalıntıları kalmamaktadır. Bu sebeple de AKP döneminde Kürtçeye yönelik kısmî ilerlemeler olsa da Kürtler okullarda anadilde eğitim almadıkça Kürtlerin eğitim sisteminde inkar edildiği ve asimilasyonun sürdüğü gerçeğini yüzümüze vurmaktadır.
Bununla birlikte devlet okullarında asimilasyon ve inkar, bugün Anayasa’nın öğrenim hakkını düzenleyen 42. Maddesiyle sürdürülmektedir. Her ne kadar 42. Madde, hiç kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağını belirtse de Anayasa’nın Türkiye’de yaşayan herkesi Türk kabul etmesinden dolayı eğitim sistemi de “Tekçi-Türkçü” bir anlayış üzerinde bina edilmiştir.
Buna rağmen Kürtler, uzun ve acılı bir direnişten sonra sisteme kendilerini nispeten kabul ettirmeyi başardılar. Tam olarak arzulanan noktaya erişilmese de üniversitelerde Kürdoloji (Yaşayan Diller) Enstitülerinin açılması ve devlet okullarının 5, 6, 7 ve 8. sınıflarında Kürtçenin (Kurmancca, Zazaca) seçmeli ders olarak yer alması önemlidir. Her ne kadar talep edilen ve olması gereken şey, Kürtçe anadilde eğitim hakkı olsa da bu tür kazanımların stratejik açıdan değerlendirilmesi farklı yan sonuçlar doğurabilir. Çünkü Kürtçenin devlet kurumlarına girmesinden sonra dil kendine yeni kapılar açar ve Kürtçeye karşı olumsuz yaklaşımlar da bertaraf edilebilir.
Halk Eğitim Merkezlerinde Kürtçeye geçit yok
Bu amaçla Kürtçenin Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğüne bağlı Halk Eğitim Merkezlerinde de yer alması için Şubat 2014’te girişimlerde bulundum.
Burada amaç, Kürtçe anadilde eğitime bir alternatif üretmek değildi. Bu girişimle birlikte Kürtçenin yaygınlaşıp pazar dili haline gelmesi ve mağdur edilen Kürtçe öğretmenlerinin burada istihdam edilmesi amaçlanıyordu.
Cumhuriyet gazetesinin 10 Ekim 2015’te yayınlanan “Süreç Bitti, Kürtçe Gitti” başlıklı yazımda bu girişim sürecini ve hayal kırıklığı “Şubat 2014’ten Haziran 2014’e kadar süren temaslarımız sonucunda Bakan Nabi Avcı’nın da onayıyla modül hazırlama süreci başladı.
Bu konuda gerekli katkıyı sağlamak adına Yaşayan Diller Enstitülerinin müdürlerinin de görüşlerini içeren bir raporu Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğüne sundum. Modül hazırlama birimince “Yaşayan diller modülü”nde Kürtçe (Kurmanci, Zazaca), Gürcüce, Çerkezce ve Lazca yer alacaktı. Yoğun temaslarımız sayesinde Kürtçe modül tamamlandı ve Şubat 2015 itibariyle yayınlanmaya hazırdı.
Buna göre Kürtçe modül “Yaşayan diller” adıyla onaylanıp diğer dil modülleri de bittikçe buna ilave edilecekti. Kürtçe kurslarını Kürtçe yükseklisans ve lisans mezunları başta olmak üzere üniversitelerde Kürtçeyi seçmeli ders olarak almış olanlar da açabilecekti.
Modülün en erken Mart 2015, en geç Nisan 2015’te onaylanmasını bekliyorduk. Bu süreçte MEB ile sürekli temas halindeydik. Fakat Mart 2015 itibariyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kürt sorunu yok, müzakere yok, taraf yok” çıkışıyla birlikte MEB yetkilileri ile bağlantımız koptu. Telefonlarımızı açmayan yetkililer artık geri dönüş de yapmadıkları gibi Kürtçe modül de buzdolabına kaldırıldı. Bu süreçte Temmuz 2015’ta onaylanan modüllerin içinde de Kürtçeye yer verilmedi.” sözleriyle ifade etmiştim.
Uzun bir zamandan beridir Kürtçe anadilde eğitim ve Halk Eğitim Merkezlerinde Kürtçe kurslar hakkında herhangi bir gelişme olmazken Ekim 2015 ortalarında görsel ve yazılı basında “Öğretmenlere Kürtçe Kursu”, “Doğuya giden öğretmene Kürtçe dersi” ve “Doğuya giden öğretmenler Kürtçe öğrenecek” şeklinde haberler çıktı.
Bu haberlere göre; Kürt illerine yeni atanacak olan öğretmenler, bölgenin tarihi ve kültürel değerleri hakkında eğitim alacak ve halkla anlaşacak düzeyde Kürtçe öğrenecekler. Aynı şekilde öğretmenlere “İki Dil Bir Bavul” ve “Hakkari’de Bir Mevsim” gibi filmler de izletilecek. Tabii bu uygulamanın neleri kapsadığına ve nasıl yapılacağına dair elimizde herhangi bir ayrıntı bulunmamaktadır.
Yine de ilk bakışta bu tür çalışmaların olumlu olduğu söylenebilir. Ama Kürtlerin anadilde eğitim hakkına ve talebine ilişkin bir adım atmadan bu tür çalışmalar yapmanın bir anlamı olmaz. Bu tür çalışmalar, Kürtlerin anadilde eğitim beklentisini de öteleyeceği gibi eğitimde öğrenci-öğretmen arasındaki iletişim sorununun çözüldüğü propagandası üzerinden de Kürtçe değersizleştirilecektir. Dolayısıyla Kürt çocuklarının asimilasyonu ve inkarı bağlamında süreç devam edecektir.
Öğretmenlerin Kürtçe öğrenmesi uygulaması
Tabii böyle bir uygulamayı başlatacağının basına yansımasından sonra aklıma Eylül 2013 ve Şubat 2014 olmak üzere MEB’in yetkili kurullarına sunduğum iki ayrı rapor geldi.
Bu raporların Kürtçe öğretmenlerinin mağduriyeti, okullarda seçmeli Kürtçe dersinin engellenmesi ve Kürtlerin anadilde eğitim almasının gerekliliğinin yanında yeni atanan öğretmenlere Kürtçe eğitiminin verilmesinin zorunluluğundan bahsetmiştim. Bu uygulamanın kararlaştırılmasından sonra görüştüğüm MEB bürokratlarının da sunduğum raporlara atıfta bulunması, yeni uygulamada raporlarımdan da esinlenildiğini göstermektedir. Bu sebeple ben de MEB’e sunduğum raporun ilgili bölümünü kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.
MEB’e sunduğum raporun ilgili bölümü şöyledir:
Bugün yapılan saha çalışmaları “Birçok öğretmen, öğrencilerin aslında öğrenmeye istekli olduklarını ve öğrenmek için çabaladıklarını belirtirken, yeterince Türkçe bilemedikleri için belki de ‘geleceğin bilim insanı’olma fırsatını kaçırdıklarını ifade etti. Ayrıca, sıklıkla gözlemlenen noktalardan biri de, çocukların kendilerini Türkçe ifade edememesinden dolayı öğretmenler tarafından ‘zekâ eksikliği olan’, ‘kafası çalışmayan’veya ‘algılayamayan’ öğrenciler olarak değerlendirilmesidir.” (Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, Dil Yarası: Türkiye’de Eğitimde Anadilinin Kullanılması Sorunu ve Kürt Öğrencilerin Deneyimleri, Ekim 2010) diyor. Bu sebepledir ki yapılan gözlemler de Kürt çocuklarına eğitim verme tecrübesi yaşayan birçok öğretmenin de daha az zorlanmak için Kürtçe öğrenmeye hevesli olduklarını göstermektedir.
Bunu birçok sınıf öğretmeninden duymaktayız. Yeni atandıkları yerlerde Türkçe bilmeyen çocuklara önce Türkçe öğretmek ya da okuma-yazma öğretmek arasında sıkışıp kalan öğretmenler yeterince verimli de olamamaktadır. Öğrenciler de kendilerini ifade edemedikleri için okuldan korkabilmekteler ya da derslere katılamamaktadırlar. Yine saha çalışmalarında öğretmenlerle yapılan mülakatlar da gösteriyor ki kendini ifade edemeyen çocuklar daha başarısız olmakta ve çekingen hale gelebilmektedir. Öyle ki birçok Kürt çocuğun öğrendiği ilk kelime “susmak” oluyor ve öğretmen-öğrenci arasındaki iletişimsizlik içinde zilin çalmasıyla dışarı çıkan çocukların kendi ana dillerinde daha neşeli, canlı oldukları gözlemleniyor. Aslında bu noktada öğretmenlerin de dinsel ve dilsel çeşitlilik noktasında eğitimsiz olması, entelektüel bir anlayışa sahip olmamaları da sorunun başka bir boyutudur.
Oysa öğretmenlerin her yıl eğitim-öğretim başlamadan yaptıkları çalışmalardan olan “çevre incelemesi”nin daha titiz yapılması gerekiyor. Çevre incelemelerinde, eğitimin sosyal ve ekonomik yapıyla uyumu ele alınır. Çocuğun eğitimini olumsuz etkileyen faktörler belirlenirken çocuğa yönelik uygulanacak eğitim metodu da oluşturur.
İşin ilginç yanı; özellikle Kürt illerinde eğitimin en büyük sorunu dil-iletişim sorunu iken bununla ilgili kayda değer tespitlere yer verilmemesidir. Çocuğun ailesinin tarla işiyle uğraşmasının olumsuz etkilerini tespit edip ana dili Türkçe olmayan çocukların kendilerini hiç anlamayan bir öğretmenle baş başa bırakılmasının insanî-vicdanî yönü ve eğitimi zorlaştıran etkisi nasıl görmezden geliniyor?
19. yüzyılın ortalarında Rusya’da okullarda Rusça ders saatlerinin azaltılıp Latince gibi ders saatlerinin arttırılmasına itiraz eden C. Ouchinski, dilbilimin en önemli makalelerinden sayılan “Anadilinde Düşünmek” makalesinde şunu söyler:
“Eğer, bir çocuğu çevreleyen tabiat ve insanların ve hatta odasının duvarında asılı bir tablonun, oynadığı oyuncakların, çocuğun ruhu ve gelişmesinin yönlendirilmesi üzerinde bir etki yaptığını kabul ediyorsak, her halkın dilinin kendine özgü bir karakteri olduğunu; doğanın, yaşamın, insanlar arasındaki ilişkilerin bu ilk yorumcusunu, bunun sayesinde ruhun her şeyi gördüğü, anladığı ve hissettiği ve ruhu saran bu ince ve nazik atmosferi, özgün bir karakterle dolu bu fenomeninin etkisini nasıl inkâr edebiliriz?”
Bunlar düşünüldüğünde il ya da ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri bünyesinde Halk Eğitim Merkezlerinde açılacak Kürtçe kurslarıyla Kürtçe bilmeyen öğretmenler için “eğitime yardımcı dil” kapsamında Kürtçe öğretmenleri tarafından dersler verilebilir.
Böyle bir uygulama aynı zamanda Kürtçe öğretmenlerin istihdamını da sağlayacaktır. Fakat ne yazık ki bugün Halk Eğitim Merkezlerinde Kürtçe kursu vermek mümkün olmamakta ve Almanca, İngilizce gibi diller verilmesine rağmen Kürtçenin verilmemesi duygusal kırılmalara neden olmaktadır.
Halk Eğitim Merkezi müdürlükleriyle konuşulduğunda Kürtçe kursunun açılmamasının temel nedeni olarak Ankara merkezden modüle Kürtçenin kaydedilmemesi gösteriliyor. Bu amaçla modülde Kürtçenin kaydedilmesi, sembolik olarak toplumda Kürtçenin normalleşmesini sağlamak suretiyle bir rahatlama sağlayabileceği gibi Kürtçe öğrenen öğretmenler de eğitime destek ya da yardımcı dil olarak Kürtçeyi kullanarak hem öğrencilerini daha iyi anlayacak hem de velilerle daha iyi ilişkiler geliştirebileceklerdir. (İG/EKN)
* Görsel, İki Dil Bir Bavul filminden alındı.