“Devrimci sembollerin üzerimizdeki duygusal etkisi anlam ve kendiliğimiz arasındaki aralığı yakıcı şekilde hissettiğimiz halde kendiliğimizi kurmakta zorlanmamızdan, devrimci porteleri izlerken aslında kendi hüsranımızla buluşmamızdan ileri gelir.”
Yaşamları trajik şekilde sona ermiş devrimcilerin ikonik karakterleri aktif çatışma koşullarında motivasyonel temsillerdir. Bu temsil, çatışmanın kapsamı ile oluşur ve ikonik devrimcileri çelişkinin güncel birer imleyeni yapar. Burada belirleyici olan, ölen devrimcinin yaşayan devrimciliğe içkin olmasıdır. Devrimcilerin “eksilmiş” olmaları kalanlar için güncel eylemin yaratıcı gücüdür.
Bu fazda hüsran ve hayal kırıklığı sofistike değil, sadedir. Kuşkusuz, genç/zamansız ölen devrimcilerin düşünceleri direnme/ özgürleşme/ üste çıkma/yeni bir iktidar kurma eyleminin düşünsel akışını etkiler ama bundan daha belirleyici olan, ikonik etkinin o ana dair direnme eyleminin göstereni olmasıdır.
Devrimciler ölür mü?
Ölen devrimciler, bu fazda analitik manada bir ikon değil, daha ziyade bir bağlamın gösterenidirler ve henüz kalanların kendiliklerini kurmalarında aynalandıkları bir “öteki” haline gelmemişlerdir. Yaşamlarını kaybettikleri bağlamın devrimciliğin aktif sürdüğü bağlama yakınlığı bir öteki hikayesi kurarak kalanların düşünce ve duygularını düzenleyen sembolik sistemi durultur, yavaşlatır.
Ne var ki baskılanan/direnen güçler zayıfladığında, dahası, iktidar baskısı ezilen bireyin içinde bireyin kendi eliyle sürdürdüğü bir evreye geçtiğinde, ikonik devrimci karakterlerin temsilinde de değişiklik olur. Galiba buradaki en önemli fark, aktif olarak direnenlerin yerine daha çok huzursuzların, -pozitif manada- semptomatik bir sosyolojinin geçmesidir.
Özneleşme sahnesi
Ölen devrimcinin özneliği aslında bu noktada fark edilir. Yaşamları zorla sonlandırılmış devrimcilerin geride kalanlar üzerinde -tarihin akışında önemli değişiklikler gerçekleştirmiş olsalar da- zorla sona erdirilmemişlere kıyasla bıraktıkları güçlü duygusal etki, elbette yalnızca genç/zamansız ölmenin oluşturduğu toplumsal yas kodlarıyla açıklanamaz.
Zira, yarıda kalmış bir hikayede öznelik inşası görürüz. Özne olmak bireyin dahil edildiği simgesel düzende temsil olmamakla, bir anlamda kendi özüne karşı gelerek bir kendilik inşasıyla mümkün olur.
Anlam ve kendilik arasındaki aralık özneyi fiili olarak oluşturan şeydir. Yaşamını kaybetmiş bir devrimcinin kalanlar üzerindeki ikonik etkisi, yaşarken sahip olduğu ideallerinden, fikirlerinden ziyade, kendiliğini oluşturarak özneleşme sahnesini kurabilmesinden gelir. Bu kişiler devrimcilik yaparak yaşamdan ayrılmış ve yersiz yurttsuzlaşmışlardır.
Zamansız ölen bir devrimci şeylerin ruhsal yapısını dizayn eden “gösteren sistemi”nde bir tür kesintiyi ifade eder. Özne ise bir kesintinin ötesinde kurulduğu için yapısal olarak yarıktır. Simgesel düzene baştan aşağıya karşı çıkarak ve başka bir simgesel düzene dahil edilmeden yaşamını kaybetmiş olmak öznenin yarık halinin en belirgin sahnesidir. Bu yarık Lacan’ın “gerçek” dediği boşluktur. Geride kalanlar için etkileyici olan bu gerçektir.
Zamansız ölen bir devrimci devrimcilik sembolizasyonunda travmatik bir çekirdek oluşturur, bu çekirdek sayesinde, fiilen var olmayan bir özne asla tam olarak anlaşılamayan ama etkileri yoğun ve çeşitli olan hislere neden olur.
Devrimci ikonlar etrafında kimlikler oluşturulur ama aynı zamanda kimlikler alt üst edilir. Buradaki yersiz yurtsuzluk yaşadığımız eksiklikle sürekli buluşan bir gerçektir.
Hakim gösteren karşısında kendine isyan eden “kurucu yarılma” özneleşme krizi içindeki insan için arzu kaynağıdır. Ölen devrimciler radikal bir boşluk olup, özü reddedip yerine akışı ve oluşu koydukları için gerçek’e dayalı güçlü ikonlar olurlar. Öyle ki gerçek parçalıdır ve tamamlanmamışla karakterizedir.
Özne olma arzusu
Özneleşmek bugün giderek daha da arzunun konusudur. Devrimci sembollerin üzerimizdeki duygusal etkisi anlam ve kendiliğimiz arasındaki aralığı yakıcı şekilde hissettiğimiz halde kendiliğimizi kurmakta zorlanmamızdan, devrimci porteleri izlerken aslında kendi hüsranımızla buluşmamızdan ileri gelir.
Arzu, eksiklik-kesinti ve imkansızlık zemininde olduğunda, aslında kapalı olmaktan kurtulur. Bu, arzuyu devrimci, devrimciliği arzusal, ölen devrimcileri arzu özneleri yapar. Böylelikle devrimcilere bitmeyen şekilde yeniden yorumlanma şansı verir.
İktidarın öznenin özüne işleyerek sürdüğü, yani bireyin kendi özünde iktidarın yürütücüsü olduğu, yönlendirilmiş özgürlüğün statüko kurduğu bir çağda, eksikliği farkettiğimiz yerde arzulanırız. Burada, hüsranla bizi baş başa bırakmaktan kurtaran şey kendi boşluklarını oluşturarak gerçek olan devrimcilerdir.
Yas ve onurlu ölüm
Elbette, aktarılan yas başka bir “gerçek”tir ve yas duyguları devrimci ikonla bağ kurar. Bununla birlikte, yasın özünde bir arzu olduğu da pekâlâ düşünülebilir.
Öyle ki her ölüm muhakkak bir betimlemenin konusu olur. İyi/talihsiz/onurlu/zamansız/acılı vb… Aynı zamanda bir tür ölçüt de olan bu betimlemeler aslında yaşama dairdir, yaşamı ölçebilir. Olsa olsa, ölen kişinin son dakikaları ile ilişkilendirilebilir, belki onu bile ölçemez.
Biraz dikkat edersek, ölümle ilgili geliştirdiğimiz tüm söylemin yaşamın canlı akışına dayandığını görürüz. Ölüme dair metaforlar, simgeler, ölümle ancak yaşam sınırları içerisinde ilişkili olabilir.
Ontolojik olarak ancak yaşama atfedilebilecek referanslarla erken/zamansız/onurlu/görkemli bir ölümden bahsetmek mümkün değildir.
Ölümle ilgili betimlemeler daha ziyade, karanlığı ve karmaşıklığı ile acı veren ölüm fikrini yaşama (arzuya) dair düşüncelerle bastırma girişimi gibidir. Zamansız ölen bir devrimci, geride kalanların, (yeri gelmişken, geride kalanlar esas olarak on yıllar /yüzyıllar geçtiği halde geride kalanları ifade eder) yas sahnesinde kendi özneliklerini kurma konusundaki arzularıyla bağlantı kurmalarını sağlar.
Bu, başka deyişle, ölümü saklama, ölümsüzlükten oluşan boşlukta bir gerçeklik kurma, özne olma arzusudur.
Hülasa, ölen devrimciler, bu yüzden ölümsüzdür, devrimcilikleri bu yüzden zamansızdır.
(OG/EMK)