Türkiyeʼnin yeni diplomasi anlayışı Ortadoğuʼnun dengelerini ne ölçüde değişecek? Bu sorunun cevabını vermek için Mavi Marmara baskınını beklememiz gerekti. Sivillerin hayatını yitirmesi ile sonuçlanan kanlı baskın sonrası tecrübe edilen yeni reel diplomasi, İsrail ile Davos sonrası tam anlamıyla somut bir kimlik kazandı, elle tutulur hale geldi.
Yaşanan kayıpların neden olduğu yas iklimi değişmeye başladı, şimdi olup bitenleri duygusallığın ötesinde rasyonel olarak değerlendirme zamanı. Zira taze acıların yarattığı atmosfer, bir haftadır mantıklı değerlendirmelerden uzak kalmamıza neden oldu.
"Mavi Marmara Baskını ve Ortadoğu'da Yeni Dengeler" başlıklı yazıda Türkiyeʼnin uluslararası siyaset alanında başladığı yeni yolculuktan söz etmiş, ipuçları yakalamaya çalışmıştık hep beraber. Türkiyeʼnin bilhassa Doğu Akdenizʼe hakim olmak için bölgede donanmaya bağlı gemiler yüzdürmeye başlamasının anlamı üzerine düşünmüştük.
Türkiye donanmasına bağlı gemilerin ne anlama geldiğini düşünmek üzere kendimize bir fırsat tanımıştık. Siyasi olarak Türkiyeʼnin Ortadoğuʼda üstlenmek istediği yeni rolü, bu nedenle coğrafi olarak okyanuslar ötesinde olmasa da, "Akdenizaşırı" bir yeni düşman konseptine ihtiyaç duyduğundan söz etmiş, lafı uzatmadan noktayı koymuştuk. Gelin şimdi biraz daha düşünce antrenmanı yapalım, verili koşulların ışığında Türkiyeʼnin yarınına bir göz atalım.
Başbakan başdanışmanı - büyükelçi olarak görev yaptığı dönemden başlayarak Davutoğlu Kemalist "dış düşman" algısını değiştirmeye başladı. "Komşular ile sıfır sorun" yaklaşımı ile Şam, Bağdat ve Irak Kürdistan'ı, Tahran, Atina, Sofya, Tiflis, hatta Ermenistan ile önemli adımlar attı.
Bu adımların bazısında zemin zaten sağlamdı, sorunların çözümü o kadar zor olmadı. Ancak Ermenistan ile imzalanan anlaşmalar, Türkiyeʼnin "geçmişle yüzleşme" olgunluğunu gösterememesi sebebiyle şimdilik rafa kalktı. Bunun yanı sıra Karabağʼın işgali, doğalgaz, Şahdeniz projesi, Karabağ sorunu derken Azerbaycan ile sıkıntı yaşayan Türkiye, futbol diplomasisi ile çıktığı "Kafkasyaʼnın istikrarı" yolculuğunu yarım bıraktı.
Buna karşılık 2008ʻdeki Gürcistan savaşı sırasında Tiflis lehine batılı ülkelerin yanında yer almasına rağmen Rusya ile geliştirilen iyi ilişkiler, vizesiz seyahat imkanı açacak kadar ilerledi.
Yunanistan ile ilişkilerde daha önceki yıllarda başlayan sıkı fıkılık berdevam. Kıbrıs konusunda Annan planı ve sonasındaki referandum sürecinde elinden geleni yapmış olduğu izlenimi vererek elini eteğini adadan çeken, seçimlerde bir dönem ittifak ettiği dönemin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talatʼı yalnız bırakan Türkiye, Avrupa Birliğiʼni (AB) ise artık pek ciddiye almadığı izlenimini veriyor.
Hatta belli ki küresel ekonomik krizin Avrupaʼdaki sarsıcı etkisi, Ankaraʼda bıyık altından gülümseyerek izleniyor. Yüzde 9 büyüme hızını çoktan geride bırakıp yüzde 14ʻlük işsizlik verilerine gerilese de, 2001 krizi sonrası bankacılık - finans alanında alınan önlemler Türkiyeʼnin mali yapısının krizden İzlanda, Yunanistan, Macaristan gibi etkilenmesini önledi; Portekiz, İspanya ve İngiltereʼnin bugün karşı karşıya olduğu risklerden kısmen uzak kalmasını sağladı.
Bir bölgesel güç olmak üzerine kurulu yeni dış siyaset yönelimi, bu tür uluslararası kurumlarda etkin olmayı gerektiriyordu. Nitekim İsrailʼin operasyon düzenleyerek dokuz silahsız sivili sapanla taş attıkları gerekçesiyle öldürmesinin ardından Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından "Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) mekanizması hemen harekete geçirildi.
Böylece Ortadoğuʼdaki kaygan zeminde, etki alanını genişletmiş oldu. Tayyip Erdoğan, İsrailʼe ikinci kez sert çıktığı için Arap dünyasında ʻkahramanʻ ilan edildi, Arap ülkelerinde matbaalar Erdoğan posterleri, Türk Bayrağı basmak için yarışa başladı. Bir başarı gibi sunulan ve ne anlama geldiği başlangıçta net olarak anlaşılamayan BMGK üyeliğinin ise gelinen yeni süreçte neyi ifade ettiği görünür hale geldi.
Şartlar böyleyken, diplomatik alanda faaliyet göstermek kolaylaştı. AB ekonomik sorunlar ile boğuşur, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ise yıllar sonra yeniden kendi iç meselelerine meyledip Ortadoğuʼda Yahudi yerleşimleri, kapsamlı çözüm gibi konularda İsrail ile başa çıkmaya çalışırken, Türkiye İran kozunu kullandı ve başa oynamak istediğini gösterdi.
Uranyum takası için Brezilya ve İran ile imzalanan anlaşma birden bire gözleri "ılımlı İslamcı", batıya meyyal, doğuyu ihmal etmeyen, HAMAS yanlısı Erdoğan birden bire bütün dikkatleri üzerine çekti, Cemal Abdülnasır ile kıyaslanır oldu.
İran ile ilişkileri şüphe uyandırsa da Türkiyeʼnin AB ile münasebetleri, Hindistan, Pakistan gibi nükleer güce sahip düşman kardeşler ile kurduğu ilişkiler, çevre ve yaşam adına kuvvetli riskleri barındırdığını bildiği halde bölgesel güç olmanın yolunun nükleerden geçtiğini bilerek santral yapımı konusunda Rusya ile işbirliği yapan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), herkes başka şeylerle uğraşırken rakiplerinden boşalan yerleri hemen doldurmak suretiyle küresel aktör olmanın yollarını arıyor.
Bunu yaparken her türlü popülizmi yapıyor ama ekonomik realitesini hesaba katmadan, gelir dağılımı uçurumunu düzeltmeden, istihdam aratacak üretimden ziyade "sıcak para" ekonomisine yönelip geçici iyileşmeler sağlamanın ötesinde bir ekonomik maharet sergileyemiyor.
AKP, bölgede neoliberalizmin kuralları ile emperyal oyununu oynuyor. Denizde donanma gösteriyor, "silahım da var, onu kullanacak gücüm de" demeye getiriyor. Dağda gerilla ile savaşan ordusu ile "dinamik, deneyimli, dağda savaşmayı bilen silahlı güç" imajı çizmeye bayılıyor.
AKP'nin kendi sorununu çözmeye niyetinin olmamasının nedeni, NATOʼnun Afganistanʼda tam da ihtiyacı olan tipte bir orduya sahip olması bir etken midir? Hani "gönlümü hoş tutarsan sadece Kabilʼde değil, ABD ve NATO operasyonlarının yoğun şekilde sürdüğü yerlerde de görev yapabilirim, bana iyi davran" demek gibi bir derdi var mıdır?
Neden olmasın. Artık Türkiyeʼnin elinde Ortadoğu dengelerini elinde tutmasına yarayacak ʻyeni düşmanʼ doktrini var. Kürt sorunun çözümü için kahvaltı etmedik kesim bırakmayan ve aslında bu konuda sadece suya yazı yazan Erdoğanʼın artık bu konuda sözden ziyade icraata ihtiyacı var.
AKP at(a)madığı somut adımlar ve tutuklanan çocuklar için kılını kıpırdatmaması ile dikkat çekiyor, bu durum içeride çözümsüzlüğü artırıyor. Bugün bölgesel güç olma hevesi Akdeniz çanağında giderek belirginleşen mikro emperyal irade, kendi sorunlarını öteleyerek vakit kaybediyor. (MU/TK)