İsrail ordusunun Gazze’ye yardım taşıyan gemilere yaptığı kanlı baskın teröristler savaşının yeni bir uğrağını imliyor. Sovyetler ve devlet kapitalizminin çöküşü ve iki kutuplu dünyanın sona ermesi, rakip Doğu ve Batı bloklarının çekişmesi çerçevesinde tanımlanan ve anlamlandırılan bütün kurumların, askeri ve siyasi ittifakların yeniden tanımlanması, işlevlerinin baştan belirlenmesi ve muzaffer serbest piyasa kapitalist sistemin burjuvazinin uluslararası yeni gereksinimlerine yanıt verecek biçimde yeniden yapılandırılması gereğini ortaya çıkardı.
Bu bağlamda, rakip blok karşısında solun ve Sovyet etkisinin önünü kesmek üzere batı tarafından Ortadoğu bölgesinde siyasal alanın çeperinden merkeze taşınan, palazlandırılıp perdahlanan siyasal İslam’ın da işlevi ve konumu yeniden belirlenmeliydi. Dahası, NATO gibi bizzat batı bloğundaki geleneksel ittifakların da işlevi yeniden belirlenmeli yeniden tanımlanmalıydı; İsrail’in bölgede ABD’nin başını çektiği batı kampının geleneksel müttefiği olması olgusu da bu kuraldan müstesna değildi
Rakip blok karşısında kazanılan zaferin de ivmesiyle ve Tatcherism ile Reganism’de siyasal ifadesini bulan ultra sağ siyasetlerin 1980’lerden beri yürürlükte olmasınnın yanısıra , ABD’deki yeni-tutucu eğilim kurulacak yeni dünya düzeninde ABD’nin yine uluslararası burjuvazinin siyasal önderliği rolünde ortaya çıkması için temelde askeri üstünlük ve güç gösterisi stratejisine yöneldi.
Bu temelde Birinci Körfez Savaşı, Afganistan’a müdahale ve akabinde Irak’ın işgali bu projenin ardışık adımları olarak değerlendirilmelidir. İsrail aşırı sağının bu dönemde bütün barış girişimlerine karşın Filistinlilere karşı demir yumruk politikası izleyip barış sürecini baltalaması, iki devlet çözümünü etkisizleştirmesi, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Filistin’de etkisini yitirmesi ve sırtını özellikle İran’daki İslami rejime dayayan Hamas ve İslami Cihad gibi siyasal İslamcı terörist hareketlerin güçlenmesini sağlaması da burjuvazinin yeni-tutucu siyasetinin yansımalarındandır.
Ne var ki Yeni Dünya Düzeni’nin gereksindiği işlevler, siyasetler, ittifaklar ve kurumların yeniden tanımlanması salt askeri üstünlüğe başvurularak çözülemeyecek daha temel ekonomik ve siyasal gerçeklerden kaynaklanmaktadır. İki kutuplu dünyanın çöküşü otomatik ve çizgisel biçimde ABD’nin önderliği altında tek kutuplu bir dünyaya tercüme edilemez.
Bu savın en açık yansıması uluslararası burjuvazinin farklı kesimlerinin sözcülüğüne soyunmuş devletlerin ve siyasal hareketlerin çetrefilli, zaman zaman kanlı çatışmalara varan karşılaşmasında açıkça görülebilmektedir. Ortadoğu bölgesinde siyasal İslam’ın uluslararası burjuvazinin belirli bir kesiminin sözcüsü olarak daha fazla siyasal ve ekonomik pay ve etkinlik alanı talebiyle ortaya çıkması da bu çetrefilli ilişkinin safhalarından biridir.
Ancak siyasal İslam’ı ABD’nin siyasal ve ekonomik önderliğini kolayca sindiremeyen öteki burjuva güçlerden ayıran şey, bu hareketin güçlü siyasal bir iddiayla ortaya çıkmasıdır. Siyasal İslam’ın siyasal iddiası yeni-tutucu ideologların ABD’nin Yeni Dünya Düzeni önderliğini gerekçelendirmeleri için fırsat doğurmaktadır. Ne var ki yeni dönemde bizzat bu haydut siyasetlerin ürünü olan ve yeni-tutucu saldırganlıktan beslenen siyasal İslam aynı zamanda ABD’nin bu önderlik rolünün ciddi biçimde erozyana uğramasına neden olmuştur.
Kanlı Mavi Marmara baskını İsrail faşist yönetiminin son dönem “yenilgilerinin” yeni bir halkasını oluşturuyor. Bu yenilgileri yeni-tutucu ringoist siyasetin farklı uğraklarda çamura saplanması çerçevesinde anlamak gerekir. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra özellikle İslam Cumhuriyeti’nin bölgede gücünü artırmasıyla sonuçlanan durum veya Afganistan’a müdahelenin ardından ülkenin içine düştüğü kaos ortamı bu ringoist siyasetlerin yenilgilerinin halkalarıdır.
İsrail devleti açısından bakıldığında “yardım” gemilerinin yerine ulaşması, ABD ve batı militarizmi ile siyasal İslamcı terörizm arasındaki teröristler savaşının önemli bir aşamasında onun askeri yenilgiyi resmen kabul etmesi anlamına gelecekti. Ancak bu askeri yenilgisizlik, 33 günlük Hizbullah ile savaş ve Gazze’ye yapılan kanlı saldırının ardından İsrail devletinin siyasal alandaki yeni bir yenilgisine dönüştü.
İsrail rejiminin bu yenilgisi karşı tarafın askeri veya ahlaki üstünlüğünün göstergesi değil, Yeni Dünya Düzeni’nde İsrail'in konumu ve rolünün de yeniden tanımlanmasının gerekliliğinin yansımasıdır. Bu yenilgi sadece İsrail aşırı sağının teröristler arasındaki kanlı çekişmede yenilgisinin değil, yeni-tutucu siyasetlerin yenilgisinin başka bir uğrağıdır.
Ancak siyasal İslam ile İsrail faşist yönetiminin bu karşılaşması kısa ve orta dönemde her iki tarafta sağın güçlenmesine neden olacaktır. Dini temellere de dayanan İsrail devleti yönetimi İsrail’in uluslararası topluluktan daha fazla soyutlanmasını ve anti-semitizmin uluslararası çapta yükselişini bahane ederek faşizan siyasetlerini yeğinleştirme gerekçesi olarak kullanacaktır. Bu da Filistin ve bölgede siyasal İslam’ı palazlandıracaktır.
Bölgede ve Türkiye’de siyasal İslam açısından bakıldığında benzer bir durumla karşılaşılır. AKP’nin bu karşılaşmadaki tavrı ve konumunu “One minute” gösterisi ve İran’la varılan “nükleer takas anlaşması” devamında değerlendirmek gerekmektedir. Bu çerçevede AKP dışarıda bir yandan “radikal” (anti-Amerikan) siyasal İslam’ı denetim altına alabilecek ve yönlendirebilecek güçte ve kapasitede olduğunu gösterecektir.
Bu da Yeni Dünya Düzeni denkleminde “ılımlı” siyasal İslam’a daha büyük bir rol tanıyan Batı’daki kesimlerin savlarının deneysel doğrulanması biçiminde değerlendirilecek, bu modelin Ortadoğu’ya uygulanmasını uluslararası burjuvazi açısından daha istenilir kılacaktır. Ancak AKP aynı zamanda bu “becerisini” uluslararası alanda Batı’dan daha fazla pay talep etmesi doğrultusunda kullanacaktır.
AKP aynı zamanda bu konumuyla sözümona “İslami” ülkelerde daha fazla etkinlik kazanmak, teröristler savaşının bu uğrağında çatışan tarafları YDD’nin gereksinimlerine uygun buluşturabilecek yetide olduğunu göstermek için kullanacaktır. Öte yandan, bir yıldan beri devam eden İran’daki devrimci yükselişin İslam Cumhuriyeti’nin bölgedeki etkinliği ve gücünü azaltmasının yol açtığı siyasal boşluğu doldurmaya, boşta kalan bu etkinlik alanlarını denetimi altına almayı deneyecektir.
Bununla da İran İslam Cumhuriyeti’nin halkın devrimci iradesiyle yıkılmasının ve olası sol, seküler bir yönetimin İran’da kurulmasının yol açacağı bölgede siyasal İslam’ın defterini kapatabilecek, dolayısıyla da uluslararası burjuvazinin tasarılarını alt üst edebilecek devrimci yükseliş dalgasının kırılabilmesi hesapları yapılacaktır.
İçerideyse AKP hitap ettiği çekirdek kitlesine siyasal İslam’ın kimliğinin özsel ifadesi olan anti-İsrailcilik ve anti-Amerikancılık’tan vazgeçmediği sinyalini gönderecek, bu kitleyi de siyasal tasarıları doğrultusunda denetlemeye çabalayacaktır. Aynı zamanda toplumun muhalif kesimlerine ve siyasal rakiplerine karşı bu seferberlik yoluyla güç gösterisinde bulunacaktır.
Bu doğrultuda AKP ve “ılımlı” siyasal İslam sadece İslami propaganda borazanını değil ulusalcılık ve şovenizm borazanlarını da üfleyecektir. Bu yolla da rakip ulusalcı ve şoven partilerin tabanını kendine çekme hesapları yapacaktır. Erdoğan’ın savaş çığırtkanlığı yaparcasına ikinci “insani yardım” filosunun yolda olduğunu, bu filoya, İsrail’e açıkça savaş ilanı anlamına gelecek, savaş gemilerinin de eşlik edeceği hezeyanını veya İHH sözcüsüsnün Türkiye’yi ziyaret eden ve/veya edecek İsrail yurttaşlarını açıkça hedef gösteren ırkçı beyanat ve tutumunu bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Siyasal İslam’ın daha “radikal” kesimleriyse bu bağlamı etkinlik ve manevra alanlarını genişletmek için kullanacaklardır. Bu çerçevede bu kesimler seferberlik güçlerini ve yetilerini yoklayacak Türkiye içindeki siyasal arenada daha fazla pay talep etme yoluna gideceklerdir. İşin trajik yanı, nasıl ki daha “ılımlı” ulusalcılık “militan” ulusalcılığın etkinleşmesiyle onu hizaya getirip ılımlılaştıracağına radikalleşip arkasında saf alıyorsa, “ılımlı” siyasal İslam’ın da radikal siyasal İslam’ın etkinleşmesiyle onu hizaya getireceğine onun ultra-gerici saflarına katılacaktır.
Bu, kısa veya orta vadede Türkiye’de İran İslam Cumhuriyeti benzeri siyasal bir modelin ortaya çıkacağı anlamına gelmez, ancak siyasal atmosferin geniş halk yığınları, kadınlar, işçiler ve emekçiler aleyhine kapanmasına, gericilik ve faşizmin bu atmosfere iyiden iyiye egemen olmasına yol verir.
Kısacası, teröristler savaşının bu yeni uğrağındaki çatışmanın bedelini Filistin yoksun ve yoksul halkı, Türkiye ve İsrail’deki geniş kitleler ödeyecektir. Bu çatışma siyasal İslam’a Filistin halkının haklı davasını iç etmesine, “İsrail’e Ölüm” naralarında özetlenen faşizan siyaseti yoluyla İsrail faşist rejimi ve aşırı sağ güçleriyle el ele Filistin davasını çözümsüzlük çıkmazına sürmesine yol açacaktır.
Ancak dünyanın kaderini teröristlerin ve onların arasındaki ilişkiler ve savaşın belirlemesi bir zorunluluk değildir. Batı ve İsrail devlet terörizmi ile siyasal İslamcı terörizmin bölge halkının ve dünyadaki insanların yaşamına istilasına son vermenin yegane yolu İran’dan Filistin’e, Türkiye’den İsrail’e eşitlikçi, özgürlükçü ve gerçek seküler güçlerin daha etkin biçimde siyasal arenaya çıkmasıdır. İran’da bir yıldan beri sürmekte olan halkın devrimci mücadelesi böyle bir kalkışmanın olası yollarını hepimize göstermektedir. (SA/EK)
____________________________________
Siyaveş Azeri: İran Komünist-işçi Partisi Dış ilişkiler Komitesi sözcüsü.