çocukluğumdan kalma belleğimde bir anı var.
7-8 yaşlarındaydım sanırım, bir taşra kentinde oturuyoruz. yaz mevsimi olmalı. tanıdık birkaç kadın annemi ziyarete geldiler. hani bilirsiniz kadınların kendi aralarındaki "ev gezmeleri"nden birisi. iki de kız çocuğu var, onlarla birlikte bize gelen. benden 2 yaş küçük bir kız kardeşim var ona arkadaş oldular. gelen "misafir" kızlardan birisi benden bir yaş küçük, öteki de bir yaş büyük. ama tek erkek benim onun için benim dediğim oluyor. onlara öyle öğretilmiş çünkü. onları bir şekilde "kandırıp" dışarı çıkardığımı anımsıyorum. özgürlük!
sonra canımızın istediğince sokaklarda gezdik, oynadık. ekip ya da çete başı benim.
birkaç saat sonra eve döndük.
belli ki evdeki herkes çok merak etmiş. bizi aramışlar bulamayınca da paniklemişler üstelik. kabak benden bir yaş büyük olduğu için gelen misafir kızlardan büyüğünün başına patladı. çünkü yaşça "en büyük" oydu. tek erkek ve üstelik de planı yapan ben olduğum halde annesinden zılgıtı o yedi. ben sessiz bir şekilde onun azarlanmasını izlemiş, sonrasında o kız ağlarken üçüne birden "ben pişirdim, siz yediniz" demiştim.
o günden bu güne bu söz aklımdan hiç gitmez.
birileri pişirir, başkaları yer. olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da bu böyledir. onun için "suça teşvik" eden de suçu işleyen kadar cezalandırılır, tabii kanıtlanabilirse. bu yönde herhangi bir kanıt aranmaması sıktır.
buna benzer olayları "devlet"ler de yapar. birilerini "teşvik" ya da "provoke" ederler, onlar da bu teşvik nedeniyle o devlete güvenip bir işe soyunurlar, sıklıkla sonucu "hüsran"dır ve genellikle bu sonucun nedeni onları yarı yolda bırakan o devlettir. hemen her zaman olanlar o "gaza gelip sokağa çıkan"lara olur.
"serenad" romanı
buna dair canlı bir örneği de zülfü livaneli'nin "serenad" romanını okuyunca öğrendim: "mavi alay olayı"
doğrusu bu ya o ana kadar yakın tarihimizde böyle bir olayın yaşandığından haberim yoktu. bir ara basında gündem olmuş ama kaçırmışım.
sanırım bu ülkedeki pek çok insan için de geçerlidir bu "hâl"!
hatta benzer biçimde o romanda asıl olayı oluşturan "struma gemisi" olayından da pek çok kişinin bu roman sayesinde haberdar olduğunu düşünüyorum.
ben struma olayını bu romanı okumadan önce biliyordum, ama "mavi alay"dan haberim yoktu.
araştırdım, araştırdıkça kendime şaşırdım. sıkça denildiği gibi belleğimiz "balık"larınkine benzeyebilirdi, bildiklerimizi unutabilirdik; ama bu farklıydı! çoğumuzun hiç haberinin olmadığı bir olaydı bu. sevgili nazım alpman yazdığı yazıdaki ara başlıklardan birisinde bunu vurgulama gereksimi duymuş ve "bilmediğimizi de bilmiyoruz!" demişti!
oysa muhtemelen bu olay herkesin gözünün önünde yaşanmış olmalıydı.
yakın tarihle ilgili güvenilir kaynaklardan birisi saydığım iletişim yayınları tarafından yayınlanan "sosyalizm ve toplumsal mücadeleler ansiklopedisi"nde de her iki olay yer almıyordu.
yine iletişim yayınevi tarafından yayınlanan "cumhuriyet dönemi türkiye ansiklopedisi"ne baktım sonra, burada da her iki olaya dair tek satır yoktu.
son umudum cumhuriyetin 75. yılı münasebetiyle yapı kredi yayınları arasından çıkan üç ciltlik cumhuriyet'in 7. yılı derlemesindeydi ama orada da yalnız "struma olayı" bir gazete haberi içeriğiyle yer alıyordu.
böyle bir olaydan söz edilmemesi daha çok tuhafıma gitti.
mutlaka vardır diye ansiklopedia britannica'nın türkçe versiyonuna baktım. yirmi yıl kadar önce, daha ansiklopedi furyası başlamadan önce almıştım. hayret, onda da her iki olaydan tek satır yoktu. belli ki birileri tarihin bu önemli yapraklarını takvimlerden koparıp bir yerlere saklamıştı.
"mavi alay olayı" nedir?
livaneli söz konusu olayı "serenad" romanında özetle şöyle anlatıyor:
"birçoğu sivil,yaklaşık 50 milyon insanın hayatını kaybettiği 2.dünya savaşı sıralarında kırım türkleri müthiş bir stalin eziyeti altında inim inim inliyorlarmış. savaş başlayınca erkekler kızılordu'da askere alınmışlar.
bir süre sonra hitler,sovyetler birliği'ne saldırmış,alman orduları rusya içlerine ilerlemeye başlamış.bu sırada ankara hükümeti, kırım türklerini alman orduları safına geçmeye ikna etmiş. "sizin için daha iyi olur,savaşı hitler kazanacak,stalin'den kurtulursunuz." demişler.
o dönemdeki türk hükümeti savaşa girmemiş olmasına rağmen gizlice almanya'yı destekliyor, hatta ona savaş için gerekli olan kromu sağlıyormuş. böylece kırım türkleri ankara hükümeti'nin telkiniyle saf değiştirmiş ve hitler ordusuna katılmışlar. bunlara da "mavi alay" adı verilmiş. ama bir süre sonra işler tersine dönüp alman ordusu çekilmeye başlayınca da onlarla birlikte yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlar.
mavi alay'ın askerleri, aileleriyle birlikte önce dağlık kuzey italya'ya yerleştirilmişler. (mayıs 1945) müttefik kuvvetler italya'ya girince mavi alay orada da kalamadı. avusturya'da drau nehri yakınlarında ober drauburg bölgesine yerleştirildiler. ama çileleri bununla da bitmedi. 8.ingiliz ordusu avusturya'yı işgal edince esir düşüp,bu sefer dellach kampı'na nakledildiler. ingilizlerin elinde esir olmanın belki de onları kurtaracağını düşünmüşlerdi. en kötüsünden türkiye'ye gidip,kendilerine yeni bir hayat kurabilecekleri hayallerine kapıldılar,ama ne yazık ki öyle olmadı.
1945 yılında londra'dan kamptakilerin sovyetler birliği'ne teslim edilmesini emreden bir telgraf geldi. sovyetler hepsinin kurşuna dizileceği kararını açıkladığı halde, ingilizler onları gönderiyordu. yalvarıp yakardılar ama dinleyen olmadı.bunun üzerine korkunç bir şey yaşandı orada.
3 bin kişi 'sovyetlerin eline geçmektense ölmek daha iyidir' deyip kendilerini drau nehri'nin buz gibi sularına atarak intihar etti. önce kadınlar çocuklarının elinden tutup nehre atladı, sonra da erkekler. kalan 4 bin kişi ölenlerin çığlıklarını dinlediler.sonra vagonlara dolduruldu hepsi. vagonların kapılarına tahtalar çakıldı,tren yola çıktı.
günler sonra tren türkiye sınırlarından içeri girdi. rusya sınırına kadar türk askerlerinin gözetiminde gittiler. bütün umutları türk hükümetinin kendilerine yardım etmesi ve vagonları açarak onları ölümden kurtarmasıydı. ama böyle bir şey olmadı...
vagonlar balık istifi gibiydi, yaşam şartları çok kötüydü. kapılara dışarıdan tahtalar çakılmıştı. havasızlıktan, hastalıktan ölenler oluyordu ama onlar bile dışarı çıkarılmıyordu. türk askerlerine kapıları açması için günlerce yalvardılar. ama onlar,gözlerinden yaşlar akarak, emir aldıklarını söylediler.
böylece sınıra kadar geldiler. bir kış günü türk-rus sınırındaki kızılçakçak (*)baraj gölü'nün kıyısına ulaştılar. türk askerleri orada inecek ve tren sınırı geçecekti. sovyet askerleri sınırın öte yanında, ellerinde tüfekleriyle hazır bekliyorlardı. bu sırada bazı tutuklular kapıları kırıp, kendilerini kızılçakçak gölü'ne attılar. 2 bin kırım türkü de orada intihar etti. geri kalanlar ise, sınırdaki rus askerleri tarafından hemen oracıkta vuruldular.
mavi alay'dan ve ailelerinden hiç kimse kalmadı geride..."
yazılanlar neler?
nette araştırınca konuya dair en ayrıntılı yazının radikal'de avni özgürel tarafından yazıldığını (11.6.2003) gördüm. yazısının girişinde şöyle diyordu özgürel:
"türkiye'de olan bitenleri hatırlayan, bilen kalmadı 'mavi alay'ı. devletin 'derin' arşivinde onlarla ilgili bilgiler var kuşkusuz; ancak, ankara suçluluk duygusuyla unutulmasını istiyor 1945 faciasının."
gerçi özgürel bu yazısından yaklaşık 3 yıl sonra yazdığı bir başka yazısında (12.3.2006) ölenlerin sayısını "200"e düşürüyordu ama olayın gerçekliğine dair bir kuşku yok.
bu olayla ilgili bir başka kayıt, yakın tarihimizde "kahramanmaraş katliamı" olarak bilinen olayların çıkmasına gerekçe olarak gösterilen, başrollerini cüneyt arkın ve oya aydoğan'ın oynadıkları yönetmenliğini mehmet kılıç'ın yaptığı (bir söylentiye göre senaryo yazımı sırasında murat belge'nin de katkıda bulunduğu) "güneş ne zaman doğacak" filmiyle ilgiliydi. yönetmenin bu olaya adadığı ve filmin finalinde "1945 yılında sosyalist bir ülkeden türkiye'ye iltica eden, daha sonra düşmana teslim edilirken sınırda şehit edilen 150 türk'ün aziz hatırasına atfedilmiştir" denildiğini öğrendim. (söylendiğine göre bu film hâlâ "yasaklı"dır..)
olaya dair resmi bilgileri de araştırdım. ancak ne yazık ki net tarihlere ve resmi bilgilere ulaşamadım. başka bir deyişle bu olay ve ayrıntıları hâlâ "bakir" bir araştırma alanı.
gerçi gazeteci cengiz özkarabekir'in doğan yayıncılık tarafından yayınlanan "her cephede savaştık / ikinci dünya savaşı'nda türkler" kitabıyla, aslında bir soman olan coşkun ince'nin asur yayınlarınca bu yıl basılan "mavi alay gri aşk" adlı kitapları olsa da yeni ve ayrıntılı bir çalışma, belki kızılçakçak'a gidilerek yapılacak bir araştırma ile olayın tüm ayrıntıları ve şimdiye kadar bilinmeyen başka yönleri ortaya konulabilir.
olayın aslı
ancak benim bu olayı asıl gündeme getirme nedenim, çok daha başka ve belki de "her kesim" için geçerli olacak bir sorudan kaynaklanıyor. ama ondan önce bu olayda mağdur olan 8500 insan için tc'nin bugünkü yönetiminden tıpkı "dersim tertelesi"nde olduğu gibi bir "özür" ve olayın ayrıntılarına dair devlet kayıtlarını kamuoyuyla paylaşmasını bekliyorum.
benzer biçimde bu ülkenin "solcu" ve "komünistleri"nden de bir "özür" bekliyorum: bu olay yaşandığı sırada ve sonrasında bu konuyu 'sol'un bir "meselesi" haline getirmedikleri, adını bile anmadıkları, olay sırasında yaşamını yitirenlerin en azından anısına saygı duydukları için. ayrıca bugünkü "rusya"dan benzer bir özür talebinde bulunmalarını diliyorum.
şimdi sorumu soruyorum:
"taraflarından birine sempati duyduğumuz insan hakları ihlâllerinde nasıl tutum alıyoruz?"
hadi daha somut sorayım:
- "solcu isek, örneğin nazi'lerin yaptığı katliamlara yönelik tutumumuzu 'komünist'lerin bir savaş içinde bile olsa yaptıkları katliamlarla ilgili olarak gündeme getiriyor muyuz?"
- "sağcı isek bu olayda olduğu gibi açıkça komünizme karşı savaşmak üzere cepheye sürülen insanlara, koşullar değişip de rüzgâr başka yönden estiğinde farklı davranan hükümete neden hesap sormuyoruz?"
hadi biraz daha genelleştirerek sorumu yineleyeyim:
- "bizden olanla, karşıdan olan aynı 'insan hakları ihlâli'ni yaparlar ise, bu ihlâller için farklı tepkiler gösterme hakkımız var mıdır?"
veya "yanlışa 'yanlış' dememek, herhangi bir ideolojik düşünce sistemi için "anlaşılır" kabul edilebilir mi?"
daha moda olan yaklaşımın bildik tutumuyla bir daha soralım:
"hedef islam olunca takiyye helal midir?" (ms/hk)
(*)kars iline bağlı bir sınır* ilçesi olan akyaka nın 1961 yılından önceki adı. o zamanlar ilçe değil, arpaçay ilçesine bağlı bucaktı.
konuyla ilgili bazı fotoğraflar için bu videoyu izleyebilirsiniz