2006 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Orhan Pamuk’un yaklaşık yedi yıldır üzerinde çalıştığı son romanı “Masumiyet Müzesi”, 29 Ağustos itibariyle kitapevi vitrinlerindeki yerini aldı. Yazarın, 2001 yılında “Kar” romanını bitirdikten sonra yazmaya başladığı ve aralıklarla devam ettiği roman, 2003 yılında, “İstanbul” adlı kitabının yayımlanmasından beş yıl sonra meraklı okurlarla buluştu.
Eserleri elli sekiz dilde yayımlanan Pamuk’un, Nobel’den sonra aldığı dünya edebiyatının en prestijli ödüllerinin törenlerine yaptığı yolculuklar esnasında tamamladığı “Masumiyet Müzesi”, yazarın en uzun kitabı ve sadece romanın değil, Pamuk’un yıllardır kurmaya çalıştığı müzenin de adı.
Cemiyet hayatından "yüksek sosyeteye" yenilikler
Kırık bir aşk hikâyesini “hayatımın en mutlu anları” olarak anlatan romanın ana karakteri, tekstil zengini Basmacı ailesinin yurt dışında okumuş oğlu 30 yaşındaki Kemal Basmacı ile 18 yaşındaki uzak akrabası, yoksul Keskin ailesinin tezgâhtar kızları Füsun’un tanışmalarıyla değişen hayatlarını anlatan roman; Bergson ve Tanpınarcı bir zaman anlayışıyla okura şaşırtıcı bir zaman yolculuğu yaptırıyor.
Kemal ve Füsun’un, Kemal’in ona duyduğu yoğun etkileşim sonrası açığa çıkan cinsel aşkın bastırılma, yaşanma ve hayatlarının akışını değiştirme aşamalarını Kemal’in gözünden, onun diğerleriyle olan ilişkileriyle birlikte anlatan roman; Türkiye’de kadınlara sunulan alternatif yaşam hakkının kısıtlılığı ve toplum dışına itilen gençlere –bilhassa kadınlara- günümüzde, hızlı ve kolay yaşamın kilidi olarak sunulan ‘magazin yaşamının derin sularına’ Füsun ve diğer ‘yıldız adaylarının’ nasıl kapıldığına dair keskin tespit ve gözlemlerde de bulunuyor.
Yazar, Fatih’ten Taksim’e kadar İstanbul’un arka sokaklarını, vaktiyle cemiyet hayatından haberler veren ‘dedikodu dergilerinin’ anlattığı ve şimdilerde ‘yüksek sosyete’ denilen, sayıları mantar gibi hızla artan bir kesimi ve o kesimin Türkiye’nin siyasi çalkantılarıyla artan servetlerini, batan işadamlarının kahrolan metreslerini ve gözü yaşlı eşlerini Avrupa romanının, romanın çıkışında büyük rol oynayan ikiyüzlü burjuva ahlakı eleştirisini yaparak; o sınıftan bir karakterin ağzından eğlenceli ve zaman zaman ironik bir dille anlatıyor.
Romanın bir Yeşilçam klasiğini andıran atmosferini, Yeşilçam sineması oyuncularına benzer karakterleriyle anlatan Pamuk aşk, evlilik, arkadaşlık, aile ve mutluluk hakkında başka bir dünyanın, Nişantaşı’nın yeni zengin burjuva sınıfı insanlarının, 1975’den 1990’ların ilerleyen yıllarına kadar olan yaşamlarını, çarpıcı Türkiye kesitleriyle birlikte sunuyor. İlk Türk meyveli gazozunun imalinden yabancı mankenli satış kampanyalarına ve hayatımıza yeni giren reklam filmlerine, Basmacı’ların Satsat şirketi benzeri şirketlerden yerli otomobillere kadar, 1975 ile 90 arası hayatımıza ‘yeni’ giren ne varsa bu romanda mevcut.
Bir simge olarak “Masumiyet Müzesi”
Roman boyunca Füsun’la ilişkisi zaman zaman platonik boyutlarda ilerleyen Kemal’in topladığı eşyalardan oluşan ve Füsun’ların Çukurcuma’daki evlerine kurulan “Masumiyet Müzesi” hem müzenin hem romanın adını taşıyarak romanın çift anlamını kuruyor. Hem saflığı hem de hareketsizliği/ hüznü ve nostaljiyi simgeleyen “Masumiyet Müzesi”, romanın ana eksenini oluşturan cinsel aşkın, Kemalist modernleşme sırasında bastırılan kadınlar ile erkekleri nasıl kurban ettiğini anlatıyor.
Yazar romanın başından itibaren bu müzede, roman boyunca Füsun’un dokunduğu eşyaları toplayan Kemal’in oluşturduğu koleksiyonun sergilenmesini istiyor. (Romanın bir parçası olarak kurulması planlanan müze için yazar Orhan Pamuk, gerçekten yıllar önce Çukurcuma’da bir arsa almış ve romanı yazarken de dünyanın bir çok ünlü müzesinde günlük hayat eşyalarının nasıl sergilendiğini araştırmış.) Romanın kahramanı Kemal’de, romanın sonunda sevgilisini kaybettiğinde çıktığı seyahatlerde dünyaca ünlü müzeleri dolaşıyor ve etkilendiği eserleri romanın kurgusuna paralel anlatıyor.
Aşk, eşya ve şahıslara bağlanma arasındaki gizem, koleksiyonculuk ve müze temaları arasındaki bağlantıyla; platonik ve cinsel aşkın, bakirelik ve bekaret tabusuyla birleştiği yerdeki toplumsal tutumun derinlerde yarattığı çöküşün bir simgesi olarak ölüm, cinsellik ve anı(t)laştırma bakımından “Masumiyet Müzesi” rahat, uzun ve neşeli anlatımına rağmen bir yozlaşmanın ve çürümenin arkasında bir örtü gibi duran renkli bir dünyayı ‘cemiyet hayatını’ inceliyor.
1975'in bir bahar gününden, 80’li darbe yıllarına ve oradan da 90’ların sıkıntılı günlerine uzanan roman, Kemal ile Füsun'un hikâyesini hızlı bir kurgu ve zengin karakterle birlikte anlatırken; Pamuk’un “Kara Kitap” romanından tanıdığımız Celâl Salik karakterinin, romanda köşe yazarı olarak yer alması ve romanın sonunda öldürülmesiyle romana başka bir boyut ekleniyor.
Düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik simgesel ve ironik bir gönderme olan Celâl Salik karakteri, romanın başından itibaren Füsun ve Kemal’in konuşmalarında geçen Hz.İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban teması üzerine kurul romanın sonunda seçilen iki kurbandan biridir aynı zamanda. Diğer kurban ise, adeta Cumhuriyet kadının kefareti olarak seçilen ve dereceye giremediği güzellik yarışmasına girdiği için daha iyi bir toplumsal statüye kavuşma hakkını yitirerek baba tarafından akrabası olan zengin Kemal’in annesi tarafından küçümsenen Füsun’dur. Buna karşılık Kemal, Fransa’da okumuş ve eski servetini kaybetmiş emekli konsolos kızı Sibel ile nişanlıyken sadece kendi mutluluğunu arayan biri olarak Füsun’la, ailesinden gizli birlikte olur ve onun bekaretini alır.
Geç kalanları ölüm, anı yakalayanları "mutluluk" bekler
Anlatıcı yazar, romanın sonunda anlaşılacağı gibi, yazar Orhan Pamuk ile ana karakter Kemal’in yer değiştirmesi üzerine kurulu olduğu için anlatıcı ‘bekaret almak ve vermek’ fiilleriyle ince ince oynayarak toplumsal eleştiriyi edebi bir kurmaca olarak yapıyor. Füsun’u roman ilerledikçe “Kara Kitap” ın Rüya’sını anımsatan bir dilde anlatan yazar, Füsun’un çocuksu saflığını, romanın sonunda müzeyle birleştirerek onun ölümüyle Kemalist cumhuriyetin Batılılaşma/ modernleşme adına bastırdığı kadın cinselliğini Kemal’in cinsellik ve erotizme olan bakışıyla eleştirerek anlatıyor.
Ölümün pornografisi denilebilecek ve Kemal için de toplum içinde ‘geç kalınmış/geç gelen cinsel özgürlüğün yarattığı ‘jouissance’ (aşırı keyifte/mutlulukta takılı kalma) hissinin sonucu olan Füsun’un ölümü bir Kemalizm eleştirisi olarak E.Allen Poe’nun “Annabel Lee” şiirinde anlatılan ölü gelinin anlatısını hatırlatır.
Yazarın ustalıkla gecikmiş bir Batılılaşma/ modernite eleştirisi yaptığı ve romanın en başında okura seslenerek adeta bir raporlama tekniğiyle kaleme aldığı bölümler; “anlatılması geç kalınmış, çoktan dönemini bitirmiş olması gereken konular olsa da” hâlâ ölümlere yol açan bekaret tabusunun, antropoloji uzmanlarına danışılarak yazılan bölümlerde anlatıldığı gibi, Türkiye’nin hem Batısında hem Doğusunda yaşanan namus cinayetlerinin kökünün Cumhuriyet’in şekillendirdiği ve daha sonra bizzat Cumhuriyet kadınları tarafından eleştirilen aseksüel kadın kimliğinin yarattığı baskılar ve sonuçlarında aranması gerektiğini ortaya koyar.
Romanın sonunda, Füsun’un ve köşe yazarı Celâl Salik’in ölümü Batılılaşma kavramının insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü ve kadın hakları açısından ‘geç kalınmış’ olsa da eleştirel bir biçimde acilen ciddiye alınması gerektiğini simgelerken, anlatıcı-yazar kimliğindeki O. Pamuk, büyük bir ustalıkla ‘kurgu’ ve ‘gerçeklik’ arasındaki ince çizgiden mutlu okuru, romanın ‘kurgusal gerçekliğine’ geçirerek aradaki bağlantıyı yeniden kurgular.(YK/EÜ)
* Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk, İletişim Yayınları, Ağustos 2008, 592 sayfa, 24 YTL