Bu yazıda birtakım iddialarda bulunacağım ve hiç delilini sunmayacağım. Bunun iki sebebi var. Birincisi, bunların her birinin en az bir çocuk için doğru olduğunu gazete okuyan, televizyon seyreden; öğretmenlik, doktorluk, avukatlık, sosyal hizmet uzmanlığı yapan; anne, baba, teyze, amca, komşu olan yani görüş alanına çocuk giren herkes biliyor.
İkincisi, en yetkilisinden en az yetkilisine hemen herkes harekete geçmek için bu tanıklığı yeterli bulmayarak kendilerini yerlerinden zıplatacak bir güç onları harekete geçirinceye kadar gördüklerini yok sayıyor.
Özetle, Türkiye’de çocuklar büyük bir ihmalin mağduru durumundalar.
Türkiye Cumhuriyeti BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’ne taraf, ancak Türkiye’nin hala bütün toplumu kapsayan, yönetimin büyük bir bağlılık gösterdiği ve hayata geçirmeye çalıştığı bir çocuk politikası bulunmamakta.
Türkiye Cumhuriyeti Çocuk Haklarının Kullanılmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’ne taraf, ancak hala boşanma, ayrılık, velayet gibi davalarda çocukların bağımsız bir temsilci vasıtasıyla mahkemelerde temsil edilmesi, dağılan aile birliğine ve bundan sonraki yaşama dair görüş oluşturmaları ve bu görüşün dikkate alınması sağlanamıyor.
Türkiye Cumhuriyeti 138 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi ve 182 No’lu En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi’ne taraf ama çocuklar madenlerde, atölyelerde, gezici ve mevsimlik tarım işçiliğinde çok küçük yaşlardan itibaren çalışıyor.
Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’ne ve BM Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi ile ilgili İhtiyari Protokol’e de tarafız ama çocukların cinsel istismarını önlemeyi sağlayacak bir sistemimiz olmadığı gibi erken yaşta evliliğin normal kabul edilmesiyle bile mücadele edilmiyor.
Türkiye’de bir Çocuk Koruma Kanunu var, Anayasa’da yapılan değişiklik ile çocuk haklarına ilişkin bir düzenleme kabul edildi, çocukların ve çocuk haklarının korunması görevini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na veren bir Kanun Hükmünde Kararname yürürlükte; ancak hala nüfus kaydı bile olmayan çocuklar, okula gitmeyen çocuklar, çocuklarının eğitimleri, beslenmeleri gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için destek bulamayan aileler var.
Dahası da var, ancak bunları tekrar edip durmanın bir faydası yok. Önemli olan “ihmal yanılgısı”ndan* kurtulmamız.
Bir çocuğu dövmek mi kötü, dövülen bir çocuğa yardım etmemek mi? Okutmamak mı, bütün çocukların eşit eğitim olanaklarına erişmesini güvence altına almamak mı?
Bu durumların hepsi de aynı derece kötü ama biz hareketi görüyor ve ona odaklanıyoruz.
Okutmayan babanın, aç bırakan annenin, döven öğretmenin, istismar edenin peşinde vicdan rahatlatıyoruz. Oysa, Türkiye’de çocuk hakları ihlallerinin en ağırları bizzat hakkı ihlal eden bir hareketle yani dayakla, aç bırakmakla, tecavüz etmekle, çalıştırmakla, okutmamakla gerçekleşmiyor.
Özetle şu sorumluluğu üstlenmeliyiz: Biz yapılması gereken bir şeyin yapılmamasını mazur gördüğümüz hatta yapılmadığını hiç fark etmediğimiz için Türkiye’de bütün çocukların sosyal, bedensel ve zihinsel gelişimleri, eğitimleri, güvenlikleri tehlike altında.
Dolayısıyla, beynimizi ihmal yanılgısına teslim ettiğimiz sürece “masum değiliz, hiçbirimiz!” Ama bizim bu bilinçsizliğimiz, devleti de aklamıyor. (SA/YY)
* Hatasız Düşünme Sanatı, Rolf Dobelli NTV Yayınları 2013