Ne yazık ki son günlerde çok şey öğrendik: Charlie Hebdo katliamının Türkiye’de yarattığı cılız yankıyla ve bu yankıyı dahi bastıran komplo teorisyenlerinin ve “ama”cıların safsatalarıyla kurumsal düzlemde iflas etmiş olan demokrasinin toplum vicdanında oynadığı pusula görevini de kaybetmiş olduğunu öğrendik. Diyanet İşleri başkanı Prof. Dr. Görmez’in “ibret” dolu izahatı ışığında 12 milyon kişinin hayatını kaybettiği şartlarda 12 kişi için dünyayı ayağa kaldırmanın ikiyüzlülük anlamına geldiğini öğrendik. Bir diğer yandan baştan aşağı cehalet ve bayağılıkla yoğrulmuş o meşum teorileri yeniden işittik: Saldırıya olur veren Fransa’nın derin istihbarat yapılanmasından, Mossad’ın her yere uzanan “kirli Yahudi” parmağından haberdar olduk. Ancak bir şeyi yeniden kavradık: Neredeyse 2 yıl önce, Gezi ateşini yakan o muteber insanları kirletmek için elinden geleni ardına konmayan tüm o “ama”cılar, bu sefer milyonlarca insanın ortak hassasiyetini bayağılaştırmak adına ellerinden geleni yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar.
Bakınız, “çok enteresan” (à la Erdoğan), “ama/çünkü” kelimesi Türkiye’de namus cinayetlerini meşrulaştıran anahtar kelime vazifesini üstlenir: “Öldürdüm ama namusumu kirletti, öldürdüm çünkü şerefimizi ayaklar altına aldı”. Hayvanlara karşı yapılan eziyetlerin; başörtülü kadınların ve dindar insanların kamusal alandan tecridinin; LGBTİ cinayetlerinin; Madımak’ın ve Antep’in; (“çok enteresan” ama DP zamanında yaşanan) 6-7 Eylül Olayları’nın; Hrant Dink cinayetinin; Varlık Vergisi sürecinin; Roboski katliamının ve en son Berkin Elvan’ın minik vücudunda cisimleşen Gezi ruhunun, hepsinin karşısında, zikreden her ne kadar değişse de aynı kelime dağ gibi karşımıza dikilir: Ama/Çünkü.
Ancak çoğu zaman dağ gibi yükselen bu “AMA”ya karşı durmaktan çekinir, bunun yerine onunla özleşmekte ve yekvücut olmakta fayda gözetir, tahakküm edenlerin safında yer tutarız. Ya da bu yığınlara gözlerimizi tamamen kapar, önümüzde vuku bulan şiddet diyalektiğini görmezden gelerek varoluşumuzun sosyal niteliğini iğdiş etmeyi yeğleriz.
Demokratik ruhun tesis edilmesi, Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de dinî kurumların ve değerlerin tartışmaya açılmasıyla başlayacaktır. Charlie Hebdo’yu yaşatan ruhun ait olduğu gelenek, XIV. Louis dönemindeki entelektüellerin polemikleriyle filiz vermiş, sonrasında Voltaire’den Diderot’ya muhtelif philosophes’ların tartışmalarıyla zenginleşmiş ve nihayetinde Karl Marx’ın tüm ulusları kapsayan evrensel öğretisiyle bambaşka bir boyuta evrilmiştir. Örneğin Charlie Hebdo’nın bir sayısında (20 Nisan 2011) üç semavi dinin de adı tuvalet kâğıtlarına yazılmış, bu suretle her bir dinin katliamlara ve zulümlere ne şekilde metinsel dayanak oluşturduğu işlenmeye çalışılmıştır.[i] Ancak gözden kaçırılmaması gereken, bu eleştirinin, her ne kadar dinleri hedef almış olsa da “nihai” kertede amacının elden ayaktan kesilmiş, güçsüz ve çaresiz insanları sömüren güç odaklarına karşı yapılmış olduğudur.
Charlie Hebdo’nun karikatürlerinin bağlamından koparılarak tek tek incelenmesi, arka planındaki felsefenin gözden kaçmasına neden oluyor. Hedef, salt aşırı dinci terörist gruplar değil aynı zamanda bu hareketlerin palazlanmasına neden olan sosyal, iktisadi ve siyasi kurumlardır. Karl Marx’ın şu sözlerinin Charlie Hebdo’nun mizah felsefesini anlamamızda yardımcı olacağını düşünüyorum: “Felsefe, tarihin hizmeti altındadır. İnsanın kendine yabancılaşmasına vesile olan kutsal maskenin düşmesiyle, felsefenin asli görevi, insanın kendine yabancılaşmasına neden olan tüm dünyevi maskelerin teker teker düşürülmesi olmuştur.”[ii] Marx’a göre kutsal maske, Ludwig Feuerbach tarafından Hıristiyanlığın Özü (Das Wesen des Christenthums) kitabıyla düşürülmüştür; sırada dünyanın değiştirilmesini sağlayacak teorik ya da felsefi zeminin oluşturulması vardır.[iii]
Burada üzerinde durmamız gereken husus, Marx’ın söz ettiği “kutsal maskenin” düşmesi/düşürülmesi eyleminin sözünü ettiğimiz demokratik ruhla olan tarihsel ilişkisidir. Immanuel Kant’ın Marx’dan elli yıl kadar önce “sapere aude!” (Bilmeye cesaret et!) olarak ifade ettiği ve Aydınlanma’nın nüvesini yansıtan bu vecize, her ne kadar demokratik ruhun vazgeçilmezliğine atıfta bulunsa da soyut bir temenniden öteye gidememiştir. Nitekim Immanuel Kant başka bir kitabında imana yer açmak için bilgiyi inkâr etmesi gerektiğini itiraf etmiştir.[iv] Marx’a göre dünyevi maskelerin düşürülmesi “kutsal maskenin” düşürülmesiyle bağlantılı olduğu için, demokratik ruhun somut ve gerçek bir nitelik kazanması, teolojik sistemlerin devrimci eleştirisiyle başlar, dünyevi kurumların ve fikirlerin eleştirisiyle devam eder.
Batı’ya özgü toplumsal değişimlerin (ve özellikle 19. Yüzyıl’da gerçekleşen sosyolojik kırılmaların) tam olarak kavranamadığı, özellikle İslam ile terörizm arasında kurulan bağı koparmak amacını güden ve 11 Eylül saldırılarına müteakip kaleme alınan yazılarda ortaya çıkmaktadır. Örneğin David Dakeke, “The Myth of Militant Islam” adlı makalesinde İslam’ın barış dini olduğunu savunurken buna dayanak olarak İslam’ın Hıristiyanları ve Yahudileri ehl-i kitap olarak değerlendirmesinden, cihat mefhumunun aslen “müşriklerle”, özellikle de Arap yarımadasına yayılmış olan putperest kabilelerle ilgili olduğundan söz eder. Bunlar ışığında Avrupa’da ve Amerika’da gerçekleştirilen terörist saldırıların Kuran-ı Kerim’in hatalı bir şekilde yorumlanmasından ibaret olduğunu savunur.[v] Keza Reza Shah-Kazemi de mücahitliğin Allah için değil Allah’a içre yapılması şeklinde ontolojik bir zemin oluşturmaya çalışır ve cihat kavramının Kuran-ı Kerim’in işlediği ahlakiyat ve maneviyattan ayrı tutularak değerlendirilemeyeceğini ön plana çıkarır. Dakeke’yle benzer şekilde Shah-Kazemi de ehl-i kitap kavramının altını çizer ve Hıristiyan/Yahudi topluluklara karşı yapılan saldırılara zemin oluşturan cihat kavramının, Kuran-ı Kerim’in fıkhi yorumlarının yozlaşması sonucunda ideolojik bir aygıta dönüşmüş olmasından şikâyet eder.[vi]
Bu değerlendirmelerdeki ortak sorun, Avrupa’da yaşayan ve Dakeke ile Shah-Kazemi’nin ehl-i kitap olarak lanse ettiği kesimlerin, kimliklerini din referansıyla değil vatandaşlık ilkesi çerçevesinde kurmuş olduğudur. Pew Research Center’ın 2011 yılında yaptığı geniş kapsamlı araştırmada bir soruya verilen cevaplar çok çarpıcı: “Kendinizi ilk başta ne olarak tanımlarsınız?” sorusuna Fransızların sadece yüzde 8’i “Hıristiyanlık” cevabını vermiştir (Bu oran Almanya’da yüzde 23 iken İngiltere’de yüzde 21’dir).[vii] Bu veriler, sözü geçen iki apolojistin de ehl-i kitap kavramını tarihsel gelişmeleri bir kenara bırakarak değerlendirdiğini ispat eder niteliktedir. Dakeke ile Shah-Kazemi’nin “uzlaştırmacı” gayesiyle tezat oluşturan bazı ayetleri de hesaba kattığımızda işin içinden çıkmak gayet zor bir hâl almaktadır. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Dini Soruları Cevaplandırma Platformu”nda Ehl-i Kitap nedir, sorusunun çok kısa ve havada kalan bir tanımla cevaplandırıldığına şahit oluyoruz:
‘Çeşitli ayetlerde Ehl-i Kitabın kâfir olanlarının; hakkı batıla karıştırdıkları (Al-i İmran, 3/71), bile bile Allah’a karşı yalan söyledikleri (Al-i İmran, 3/75), emanete riayet etmedikleri (Al-i İmran, 3/75), kendilerine verilen kutsal kitapları tahrif ettikleri (Al-i İmran, 3/78), Peygamberleri öldürdükleri (Al-i İmran, 3/112), Müslümanları sapıtmak (Al-i İmran, 3/69) ve küfre düşürmek istedikleri (Bakara, 2/109), Tevrat ve İncil’in hükümlerini hakkıyla uygulamadıkları (Maide, 5/68) bildirilmiştir.’[viii]
Bu durumda sekülerleşmiş ve dini hüviyetini kaybederek kültürel bir değere dönüşmüş Hıristiyanlığın hangi minvalde değerlendirilmesi gerektiği konusunda endişe verici bir muğlâklık bulunmaktadır. İslam’ın “özüne dönüş” yöntemi ve söylemi, (yukarıda değinmeye çalıştığım) Avrupa’daki sosyolojik kırılmalara bigâne kalması dolayısıyla hakiki bir çözüm sunmaktan aciz gözükmektedir. Bu durumda İslam’ın “özüne dönüşünün” ancak ve ancak tarihsellik ekseninde, yani, hem kendi içinde hem de evrensel açıdan yaşanan gelişmelerin tahlil edilmesi, ebediyetle faniyet arasındaki ilişkinin diyalektik bir çerçevede ele alınması gibi birtakım koşullara dayandığı ortaya çıkmaktadır.
Yazımı tamamlamadan önce belirtmem gerekir ki yukarıda adı geçen araştırmadaki bazı sonuçlar, Türkiye açısından tehlike çanlarının çaldığına delalet etdiyor. Tehlike çanları, tam da sözünü ettiğim “muğlâklıkla” ilintilidir. Örneğin Türkiye’deki denekler arasında Museviler hakkında olumlu görüş bildirenlerin oranı yüzde 4 iken Hıristiyanlar hakkında olumlu görüş bildirenlerin oranı sadece yüzde 5’tir![ix] Avrupa’daki İslamofobik hareketle mücadeleyi haklı olarak gündeme taşıyanların aynı hassasiyeti Türkiye’de dallanıp budaklanan din endeksli zenofobiye karşı da göstermesi gerekmektedir. Aksi takdirde kendilerine “kâfir” yaratma konusunda eşsiz bir yeteneğe sahip militarist İslamcılığın, Türkiye’de hedef bulmakta zorluk çekmeyeceği, son günlerde başta Cumhuriyet Gazetesi olmak üzere Charlie Hebdo’nun yeni sayısını yayımlama cesaretini gösteren kurumlara yöneltilen açık tehditlerden rahatlıkla anlaşılmaktadır. (BS/HK)
* Buğra Yasin, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslarası İlişkiler bölümü, doktora.
[i] http://www.gestornoticias.com/archivos/religionenlibertad.com/image/charlie_hebdo_antireligion2.jpg. Erişim tarihi: 12.01.2015
[ii] Karl Löwith, From Hegel to Nietzsche (New York: Holt, Rinehart and Winstron, 194), s. 97.
[iii] Karl Marx, “Feuerbach Üzerine Tezler” Felsefe Yazıları içinde (İstanbul: Hil Yayın, 2004), ss.103-106. Özellikle bkz. s.106.
[iv] Immanuel Kant, Critique of Pure Reason (London: Macmillan, 1983), s. 29 [Bxxx].
[v] David Dakeke, “The Myth of Militant Islam” Islam, Fundamentalism, and the Betrayal of Tradition (ed. Joseph E. B. Lumbard) içinde (World Wisdom, 2009), ss. 3-39.
[vi] Reza Shah-Kazemi, “From the Spirituality of Jihād to the Ideology of Jihadism,” Islam, Fundamentalism, and the Betrayal of Tradition (ed. Joseph E. B. Lumbard) içinde (World Wisdom, 2009), ss. 119-148.
[vii] Pew Research Center: http://www.pewglobal.org/2011/07/21/chapter-2-how-muslims-and-westerners-view-each-other/. Erişim Tarihi: 14.01.2015.
[viii] Diyanet İşleri Başkanlığı: https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/Cevap.aspx?ID=35742&q=-ehl-i-kitab--ne-demektir-#.VLbyocmYF_A. Erişim
[ix] Pew Research Center: http://www.pewglobal.org/2011/07/21/chapter-2-how-muslims-and-westerners-view-each-other/. Araştırma yöntemi için bkz. http://www.pewglobal.org/2011/07/21/survey-methods-17/. Erişim tarihi: 14.01.2015