Çizim: Neşe Erdilek
Sağlık Bakanı’nın son dönemdeki açıklamaları aklıma Türk sinemasının şu unutulmaz repliğini getiriyor: “Ağam bizimle eğleniy!” Deli sorular sorarken buluyorum kendimi... Mesela şöyle: “İstanbul Türkiye’deki tüm vakaların yüzde 40’ına sahipse, hasta sayısı Ankara’nın 5 katıysa, testi pozitif olan bir vakanın seçmelerden finale kalıp ‘hasta’ olma ve turkuaz tabloya girme şansı yüzde 12’lerdeyse, acilen antidepresan başlanması gereken toplam halk sağlıkçı sayısı kaçtır?”
Ya da şöyle: “6 aydan büyük herkese grip aşısı önerilmişken 80 milyon nüfus için sadece 1 milyon 350 bin doz grip aşınız varsa ve sistem 72 yaşında kronik böbrek yetmezliği olan şeker hastası Ahmet Bey’i ya da 26 yaşında lösemi hastası Ayşe Hanım’ı risk grubunda değerlendirmiyorsa, pandemi hastanelerinden birinde çalışan bir yoğunbakım hemşiresinin istifa etme riski yüzde kaçtır?”
Veya şöyle: “Ağır hastaların bir kısmı entübeyse, Eskişehir’de evinde 20 gün izole edilen hasta sayısı İzmir’deki yoğunbakım hastalarının karekökü kadarsa, tedavide hidroksiklorokin başlanmaması gereken kaç kişi vardır?”
Keşke bunlara gülüp geçebilsek ama durum ciddi. Hatta vahim. Çember halka halka genişliyor. HES’te her yer kırmızı. Korona yanı başımızda. Peki ne yapalım?
Aşılara dair birkaç küçük not
Önce aşılardan başlayalım.
Zatürre aşısı koronadan korur mu? Sorunun yanıtı net: Hayır
Zatürre aşısı, sadece bakteri kaynaklı zatürrelere karşı koruyucudur. Virüs kaynaklı zatürreler için herhangi bir koruma sağlamaz.
Risk gruplarının aşı olması önemlidir, çünkü böylesi bir dönemden geçerken korona ile karıştırılabilecek, hastaları hastaneye gitmek zorunda bırakacak, hastane yatışına neden olabilecek bir enfeksiyon, hem hastalar hem de sağlık sistemi açısından ilave bir yük olur. O nedenle hiç istenmeyen bir durumdur.
Peki grip aşısı koronadan korur mu? Bu sorunun yanıtı da net: Hayır
Hatta grip aşısının koruyuculuğu da sınırlıdır.
Risk gruplarının aşı olması önemlidir, çünkü böylesi bir dönemden geçerken korona ile karıştırılabilecek, hastaları hastaneye gitmek zorunda bırakacak, hastane yatışına neden olabilecek bir enfeksiyon, hem hastalar hem de sağlık sistemi açısından ilave bir yük olur. O nedenle hiç istenmeyen bir durumdur.
Peki ya korona aşısı? Bu sorunun yanıtı biraz karışık.
Şu anda dünya genelinde son aşamaya yani Faz 3’e geçmiş 10 aşı var. Hatta Türkiye’de de değişik fazlarda çalışmaları devam eden aşıların var olduğunu biliyoruz. Ancak etkin bir aşı bulunsa bile yaygın kullanıma girmesi 2021’in ortalarından önce mümkün olmayacak gibi gözüküyor. Üstelik etkinliğinin yüzde 100 olamayacağı öngörülüyor. Hatta aşının enfeksiyonu önlemekten çok şiddetini azaltacağı, hastalığın ağır seyretmesine engel olacağı düşünülüyor. Yani korona aşısı için gelecek hala belirsizliklerle dolu.
Ama iyi haberler de var!
Kısa bir süre önce dünyanın en prestijli tıp dergilerinden birinde evrensel maske kullanımının bir anlamda “aşı etkisi yapacağı” ifade edildi. Makalede maske kullanımının zaman içinde hastalığın şiddetini azaltabileceği ve daha büyük oranda asemptomatik (hiçbir hastalık belirtisi göstermeden) hastalığa neden olabileceği söylendi.
Biliyorsunuz maske, enfeksiyondan korunmada en kritik kişisel koruyucu malzeme. Hem sizi hem de çevrenizdekileri koruyor. Hatta Covid-19 özelinde herkesin maske kullanması çok daha önemli, çünkü sadece semptomu olanlardan değil hiç semptom göstermeyen hastalardan da hastalık bulaşmasının önüne geçiyor.
Hatırlayalım, geçmiş çalışmalar solunumsal virüslerde maske kullanımının, virüs dolu parçacıkların ağız ve burundan alınmasını engellendiğini ortaya koymuştu. Özellikle 2003’teki SARS salgını, Asya’da yaygın maske kullanımı ile salgın kontrolü arasında güçlü bir ilişki olduğunu göstermişti.
SARS-CoV-2, yani Covid-19’un etkeni olan virüs ile ilgili çalışmalar, maske kullananlarda enfeksiyon şiddetinin de azalabileceğine işaret ediyor. Bu durum hastalığın şiddetinin “viral yük” (bir insanın maruz kaldığı virüs miktarı) ile bağlantılı olduğu hipoteziyle uyumlu. Hatta tam da bu nedenle sağlıkçılar, maruz kaldıkları virüs miktarı çok fazla olduğu için, viral hastalıkları toplum ortalamasına göre daha ağır geçiriyorlar.
Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) Temmuz’un ortasında hiç semptom göstermeyen hasta oranının yüzde 40’larda olduğuna işaret ediyordu. Ancak yaygın maske kullanılan yerlerde bu oranın yüzde 80’lerin üzerine çıkabileceği ifade edildi. Farka bakar mısınız: Tam iki kat!
Kısaca, maske kullanmak ya hastalığın hiçbir semptom göstermeden geçirilmesine ya da semptom varsa bile hastalığın çok hafif atlatılmasına neden oluyor. Ve bu şekilde toplum bağışıklığının oluşmasına da katkıda bulunuyor.
Maske, maske, maske...
Çember halka halka genişliyor. HES’te her yer kırmızı. Korona yanı başımızda!
Yapılan açıklamaları anlamlandırmaya çalışmak “beyhude”. En temel insan hakkı olduğu halde, şanslı bir azınlığın erişebileceği anlaşılan bazı aşılara ulaşma çabası “nafile”. Covid-19 aşısının aylar sonra bulunsa bile işe yarayacağı “müphem”. Öte yandan maskenin, neredeyse etkili bir aşı kadar koruyucu olduğu “sarih”.
O halde yapmamız gereken, kalitesinden emin olduğumuz maskeleri (çene altı ya da kol ortasına değil) ağzımızı ve burnumuzu kapatacak şekilde, ev dışındaki kapalı ya da açık tüm mekanlarda (dışarıda yürüyüşlerimiz dahil) kullanmak; basit cerrahi maskeleri ve bez maskeleri nemlendikleri zaman değiştirmeyi ihmal etmemek. Ve cerrahi maskelerin tek kullanımlık olduğunu, yıkamaya ya da kolonya döküp kuruttuktan sonra yeniden kullanıma uygun olmadığını unutmamak.
Elbette maskenin yanında fiziksel mesafeyi korumayı ve el hijyenini de akılda tutmak. Bir de gerekmedikçe dışarı çıkmamak, kalabalıklara karışmamak.
Durum ciddi. İnanın.
(NÖ)
Gandhi M ve Rutherfold W. ‘Facial Masking for Covid-19-Potential for “Variolation” as We Await a Vaccine’, NEJM (Sept 8, 2020), DOI: 10.1056/NEJMp2026913 https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMp2026913 (erişim tarihi: 24 Ekim 2020)