Yıllar sonra belki bir tebessümün, kim bilir belki de geceyi ortadan bölen hüzünün nedenidir; hayatın ilk anısı, ağlamaklı yüz ifadesiyle anne kucağında çekilmiş fotoğraf. Oysa ne kadar çoktur; benim ülkemde gazete manşetlerinde yüzleri "yasal zorunluluk" nedeniyle siyah kalın çizgilerle kapatılan, bunun yanında ağlamaklı yüz ifadesiyle bile olsa anne kucağında çekilmiş bir fotoğrafa hasret, anısız çocuklar...
İşte onlardan biri, çocukluğunu uzaklara da bıraksa bile özlemleri ve gözlerindeki buruklukla hâlâ anısız çocuklardan biri o...
"Annem, babam trafik kazası geçirmişler.13 yaşına kadar Mersin yurdunda kaldım. Sonra teyzem varmış, o beni yanına aldı."
Böyle anlatmaya çalışıyordu; hiç bir resimli vesikaya geçmemiş geçmişini; 27 yaşındaki E.G. Geçmişinin üstünü zamanla örterek "Ya şimdi" diyorum:
"Üç sene önce evlendim. Bir tane kızım var. Çiçek satıyorum, öyle hayatımı geçindiriyorum" diyor. Yüzünde alaycı bir gülümsemeyle ekliyor, hemen:
"Asılında geçinemiyorum. Oturduğum ev kira, kredi kartı boçlarım var, 4.5 milyara yakın. Çiçekten haftada 200 milyon kazanıyorum. 100 milyonunu kredi kartlarına yatırıyorum. Geri kalan 100 milyonla ev kirası, çocuk bezi gibi ihtiyaçları gideriyorum."
Saklı bir yaşam
Bir an diplomalı ve diplomasız işsizlerin ülkede ne kadar çok olduğunu unutup, "Daha iyi bir iş bulamadın mı?" diye soruyorum. Aldığım cevabın satır aralarında E.G'nin aslında resimli vesikaya geçmemiş geçmişinin, ilk belki de son fotoğrafında hiç silinmeyecek bir damganın olduğunu anlıyorum.
"Cafelerde garsonluk yaptım. Eğitim durumu ortaokul 1'den terk. Ama daha sonra dışardan ortaokulu ve liseyi bitirdim. Bir keresinde sigortalı iyi bir iş buldum. Ama sabıkam var diye işe kabul edilmedim."
Sonra:
"Geçmişime ait yasakladığım çok şey var" diyerek, sanki yılların ağır yükünü atmak istercesine konuşuyor. Bana da susmak ve bir anı defterini yakarcasına arka arkaya içtiği sigaraları yakmak kalıyor.
"Cezaevine şöyle girdim. Akşam sahilde dolaşıyordum, birkaç gereksiz adamla ağız dalaşına girdim. Sonra küfür edince bana, elimdeki sustalıyı çektim. Yaraladım onları, 3.5 ay ceza evinde kaldım. 17 yaşında vardım. Yaşım küçük olduğu için hafifletici nedenlerden az ceza aldım. Herhalde uzardı yaşım büyük olsaydı cezam. Yuvamda pek arkadaşım yoktu. Genellikle ortaokul zamanında içki, esrar, hap içen, kendini kesen o tarz arkadaşlardı. Bilmiyorum arkadaş olmadığı için oraya doğru yöneldim, onlarla anlaşmayı tercih ettim. Yurttakilerle anlaşamıyordum. Öğretmenlerimiz, abilerimiz, ablalarımız, davranış şekilleri çok farklı geliyordu. Dayak vardı. Ben de yiyordum. Bir hafta yurttan kaçtım, sokakta kaldım. Birkaç gün tek kaldım. Uyuşturucu içtim, onlara takıldım, aç kaldım, ekmek çaldım. Yaralama olayı bugünlerde oldu. Yurtta kalmak psikolojisi berbat birşey aslında ben bu günleri hatırlamak istemiyorum. Zor günler yaşadım, acılı günler gördüm. Şu an pskilojim yerinde değil. Cezaevi en iğrenç yer zaten. Üç buçuk ay kaldım, rezillik, arayan soranın yok, onun bunun ayak işlerini yapıyorsun, ona ağa de, ona dayı de, zor iş, yani. Eskiye dair çoğu fotoğrafımı yakmışımdır, sinirden. Kimsenin görmesini istemiyorum; özellikle eşimin ailesinin. Biri çıkıp beni tanıyacak diye korkuyorum. Gerçi hapse girdiğimi biliyor eşim. Eşimin ailesi bilmiyor ama... Hâlâ saklıyorum, ne bileyim daha çok şey saklıyorum. Sakladığım şeylerin birçoğu çocukluk dönemine ait."
Kader mi? "Toplum mahkümu" mu?
Dillere pelensenk olmuş "Kader makümu" sözünün içini şöyle doldurmaya çalışıyor; ilk belki de son fotoğrafında hiç silinmeyecek bir damgaya sahip E.G:
"Oraya girenlerde, orada yatanlarda isteyerek yapmış insanlar değiller. Bir anlık öfkeyle yapılmış harekettir; bunlar..."
E.G geçmişini saklayarak hayatında oynadığı en zor saklambaçın nedenini şöyle açıklıyor sonra:
"Sabıkalı olduğumu saklama nedenim dışlanma korkusu, serseri gözüyle bakıyor insanlar. Zamanında benim yapmış olduğum hatalar da var. Kollarıma bazı çizgiler attım jiletle. Bunları gören insanlar hemen önyargıda bulunuyorlar, piskopat veya deli diyorlar. İçimi bilseler çok temiz, şimdi bunlardan çok pişmanım keşke olmasaydı. Toplumun bakış açısını değiştirmem mümkün değil, hep dışlandım. İçimden bazen 'Ben de onların yerinde olsaydım ne yapardım' diye düşündüm. Bu nedenle çok kızdım, çok küfür ettim kaderime."
Ardından içtiği yarım bardak suyla sanki gırtlağına düğümlenen korlaşmış anılarını söndürmeye çalışarak son sözünü söyledi:
"Gelecekte en çok beklediğim şey çocuğumun güzel bir hayat yaşaması, en korktuğumsa, borçlarımdan dolayı bunalıma girip intihar etmek. Kazandığım yetmiyor dolayısıyla evde tartışmalar çıkıyor. Hanımla kötü oluyorsun. Severek evlendik, keşke evlenmeseydim patlaklar çıkmaya başladı. Geçmişim buna etken. Eğer sabıkalı olmasaydım güzel bir iş bulurdum." (MK/GG)