Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 27 Aralık'ta Ankara Sanayi Odası (ASO) ödül töreninde bir konuşma yaptı. Bu konuşma da, tahmin edeceğiniz üzere ana akım medyada (nedense) çok da fazla yer kaplayamayan ODTÜ [Ortadoğu Teknik Üniversitesi] gençlik olaylarına bağlandı konu.
Başbakan ODTÜ olayları konusuna ne zaman girse, öğrencilerin nedense bir kişilikleri, bir karar mekanizmaları yokmuş gibi "maşa olmak" üzerinden savunmalarını yapar oldu.
Sürekli ama sürekli öğrencilerin Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından provoke edildiğini, bu provokasyon ile maşa olduklarını, kendi deyimi ile "70'lerde de bunun böyle olduğunu" dillendirip durdu.
Bu konu, daha doğrusu üniversite öğrencilerinin geçmişi konusu kafamı uzun süredir kurcalamaktaydı, üstüne de bu davranış bana kabul edilebilir bir girizgah verdi.
25 Aralık 2012'de, Ertuğrul Kürkçü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Fındıklı Kampüsü'nde öğrenciler ile buluştu.
Öncesinde yine MSGSÜ öğrencilerinin rektörlerine karşı yaptıkları protestoda da izleyici olarak bulunan Kürkçü, biraz geçmişten, biraz da üniversitelerin doğasından ve ülkedeki konumundan bahsetti.
O gün ben de oradaydım, üşenmedim ve kendisine sordum: "Üniversiteye ayak basan her öğrencinin geldiği ilk, orta ve lise derecesindeki eğitime de dikkat etmemeli miyiz devrimci hareketi düşünürken?" diye.
Ertuğrul Kürkçü üşenmedi, cevap verdi. Bütün eğitim sürecine dikkat edilmesi gerektiğini, öğretmen kadrosunun öğrencilerin ufkunu açacak şekilde onları yetiştirmesi gerektiğini, ama üniversitenin ailelerinden ayrılan öğrenciler için ilk özgürlük adımı olduğunu söyledi özetle.
Bu özgürlük adımı ile kendi kararlarını veriyor olmanın, olgunlaşmanın başlangıcını üniversitede tattıklarını, o nedenle üniversitenin bir nebze daha ön planda olduğunu da belirtti.
Bu sözler taşa yazılmış değil, değişebilir. Hele ki tüm illerimizde bir üniversite olduğunu, ulaşım yöntemlerinin daha seri ve (göreceli olarak) uygun fiyatlarda olduğunu düşündüğünüzde, ailelerinden kopan öğrenci sayısının 1970'lere oranla çok daha az olduğunu düşünmekteyim.
Ama zaten benim sorum üniversite öncesinin öneminin kitleler tarafından isim olarak bile olsa duyulması idi, amacımı da gerçekleştirmiş oldum Ertuğrul Kürkçü aracılığı ile. Kendisine teşekkürler.
Daha iki tam gün bile geçmeden, Başbakan Erdoğan bu konuda beklemekte olduğum gafını yaptı, olaylara karışan ya da fikir beyan etmek için herhangi bir yolu izleyen öğrencileri "maşa" damgası ile vurdu geçti.
Örneğini de aynı köye mensup iki öğrencinin 70'lerde üniversiteye adım atıp, birisi sol, birisi sağ görüşe kendilerini kaptırıp, ellerinde silahla birbirilerini vurdukları bir öykü ile pekiştirdi.
Üniversite öğrencilerini bu kadar mekanik, bu kadar kişiliksiz, bu kadar karar verme ve fikrini beyan etme seçeneklerinden yoksun olarak tanımlayan bir başbakana nasıl söz anlatsak boş.
Ama hayatın tüm yükünü yaklaşık dört beş yıl süren bir eğitim dönemine sıkıştırıp bunun üstünden politika yapmak da, tam da böyle bir insanın tarzı olabilirdi zaten.
Başbakan Erdoğan, üniversitelere gitmek için yola çıkan köydeki öğrencilerin ilk, orta ve lise eğitimlerinden de kendi hükümetinin sorumlu olduğunu unuttu herhalde.
İlkokul sırasında öğretmeninden gördükleri ile sürece başlayan bu çocukların ileride üniversiteye yollarının düştüğünün farkında değil herhalde.
Konuşmasını hazırlayanlar, Başbakan Erdoğan'a "ne ekerse, onu biçiyor olduğunu" söylememiş herhalde.
Başbakan Erdoğan'ın bu tavrını iki yöne yorabilirsiniz. Bunlardan ilki, ASO'daki konuşması ile Milli Eğitim Bakanlığı'nın ne kadar beceriksiz, ne kadar kalitesiz ve de ne kadar kötü iş yaptığını kabul etmesidir.
Çünkü ilkokula adım attıkları andan liseden çıktıkları ana kadar ömürlerinin büyük bir kısmı geçirdikleri bu enstitülerde demek ki çocuklar doğru ile yanlışı ayırmayı, iyi ile kötünün farkına varmayı, kendi kişilik ve fikirlerini oluşturmayı öğrenememişlerdir.
Madem ki bu öğrenciler sadece ve sadece "maşa", madem ki birilerinin doldurması ile yapıyorlar bunları, demek ki 12 yıl boyunca bu çocuklar hiçbir beceri geliştirememiş bir "insan" olmak konusunda.
Sonuçta, üniversite öğrencilerini 18 yaşında birer birey olarak, leylekler getirmiyor dünyaya.
Konuşmayı yorabileceğimiz ikinci kısım da, Başbakan Erdoğan'ın kendisine karşı gelen herhangi bir fikri savruşturmak için her türlü yola başvurmaktan kaçınmıyor olduğudur.
Eğer ki bu öğrenciler maşa değilse, bu öğrenciler az çok iyi ile kötüyü ayırt edebiliyor ve bir ülkenin 3000 polis memuru ve zırhlı araçlarla geldiği bir okulda onu protesto ediyorlarsa, Başbakan Erdoğan bu protestoyu haksız çıkartıp CHP'ye (ve alttan alta başkalarına) döndürmek için kendi Milli Eğitim Bakanlığı'nı bile harcamaktan çekinmez.
Çünkü öğrenciler belirttiğim şeyleri yapabiliyorlarsa, bu da 12 yıllık öğretim hayatlarında az çok bir takım beceriler geliştirmiş oldukları anlamına gelir.
Bir insan birlikte ülke yönettiği, sırt sırta oy kullandığı, birlik olduğu kişilere bu kadar ucuz davranmamalı. Burada onurlu ya da saygın bir hareket falan yok.
Konuşmanın kalanında ne mi oldu? İzlemediyseniz de bilmek istemezsiniz. Öğrencilerin parayla, mini buzdolaplarıyla, bedava internetle satın alabileceğini savunan bir liderimiz var. Ben de bir yüksek lisans öğrencisi olarak kredi alıyorum.
Bize bahşettiği yüzde 8'lik zam için de kendisine teşekkürler. Ama bu paralarla, üstüne üstük kendi hayatını idame ettirebilen öğrencilere "maşa" deyip yoluna devam etmeyle lider olunmaz.
Bu yazıda "Başbakanımız" tabirinin hiç kullanılmadığının farkındasınızdır herhalde. Nasıl ki ODTÜ öğrenci kendilerini kınayan rektörlere madde madde ders veriyorlarsa, ben de Başbakan Erdoğan için benzer bir eğitim-öğretim planı hazırlanması taraftarıyım. Yine ODTÜ'lü öğrencinin dediği gibi "Utanıyorum" (SK/BA)